2Odur sizi yaratan, öyle iken içinizden kimi kâfir, kimi mü'min, bununla beraber Allah her ne yaparsanız görür. O, kudret sahibidir ki, sizi yaratmıştır. (.......) sonra da içinizden kimi kâfir - onu, onun kudretini ve kudretinin âyat-ü delâilini tanımaz. İnkâr eder, tekzib eder, nankörlük eder, hakıkati örter, kendi hılkatinde meknun olan şevahidi bile örter (.......) kimi de mü'min - ona ve kudretine ve gönderdiklerine ve indirdiklerine inanır, fıtratteki tecelliyyatı duyar. Şu halde kâfir de onun mahlûkudur, mü'min de onun mahlûkudur. İnsan hılkati halika îmanı iktiza etmekle beraber küfre de müsteıddir, îmana da müsteıddir. Mahlûkat içinde hepsinden farklı bir insan cinsi yaratmak, sonra da aynî cins içinde son derece mütebayin iki zıdd yaratmak şübhe yok ki, halikın her şey'e kadir olduğuna delâlet eden âsâri kudretinden bir mühim âyettir. Bu fıkranın «kâfiren ev mü'minen» gibi hal ve kayd veya «ba'zuküm kâfir ve ba'zuküm mü'min» gibi fasıl suretinde ifade edilmeyip de tafsıl veya tefrı' ile tertîbe delâlet eyliyen (.......) diye tâlî bir cümle olarak ta'kıyb ettirilmesi küfür ve îman dahi Allah’ın halk ve takdiri olmakla beraber insanların kesb-ü iradesiyle de alâkadar olarak tâlî ve terettübî bir surette yaradılmakta bulunduğuna işaretle bundan dolayı kâfirlere bir tehdîdi ifade eyler. Kâdî Beyzavî daha ziyade birinci noktaya işaretle şöyle demiş: kâfir küfrü takdir ve üzerine hâmili tevcih olunmuş, mü'min de îmanı takdir ve onun dâıysine muvaffak kılınmıştır. Ebüssüud da ikinci noktaya temass ederek şöyle tefsir etmiştir: «Sizi bütün kemalâtı ılmiyye ve ameliyyenin mebadîsini havi, bedi' bir hılkat ile halk etmiş bununla beraber ba'zınız hılkatının muktezası hilâfına küfrü ıhtiyar etmiş, onun kâsibi olmuş kâfir, ba'zınız da hılkatinin muktezası vechile îmanı ıhtiyar etmiş onun kâsibi olmuş mü'mindir. Halbuki üzerinize vacib olan hepinizin îmanı ihtiyar edip halk ve iycab ni'metine ve ona müteferri' sair ni'metlere şükreylemek idi. Siz de fıtratınız i'tibariyle buna müste'ıdd iken öyle yapmadınız da kiminiz kâfir, kiminiz mü'min olarak teşa'ub ettiniz». Maamafih bu teşa'ub ve teferruku Cebriyyenin dediği gibi abdi hiç kesbi olmıyarak mücerred Allah’ın hılkatine nisbet etmek nasıl doğru değilse Mu'tezilenin anladığı gibi Allah’ın halk-u takdiri olmaksızın sade kulların halkına nisbet etmek de doğru değildir. Âyet, beyan ettiğimiz vechile iki cihetin ikisine de işareti havîdir. Abd İbn-i Humeyd ve İbn-i münzir Ve İbn-i ebî hâtim ve İbn-i cerîr ve İbn-i merduye Ebû Zerr radıyallahü anhten tahric eylemişlerdir. Demişdir ki, Resulullah sallallâhü aleyhi vesellem buyurdu: meniy rahimde kırk gün meks edince ona nüfus meleki gelir, sonra o rabbe uruc ettirilir. Yarab, der: erkekmi dişimi? Allahü teâlâ ne kaza buyuracaksa buyurur, sonra şakıymi saıydmi? Der, neye mülâkı olacaksa yazılır. Ebû zerr bu hadîsi rivayet edip Sûre-i Tegabünün evvelinden beş âyet (.......) e kadar okumuştur. Bunun gibi daha diğer hâdisler de vardır. Bunlar insanın hılkati zımnında istıkbaldeki mukadderatının takdir edilmiş bulunduğunu gösterir. Fakat ma'lûm olduğu üzere bu mukadderatın böyle mintarafillah bilinip takdir olunması onun ba'zılarının abdin kesb-ü ıhtiyarina merbut olmasına mani' değildir. Abdin kesbi üzerine cereyan eden halk da (.......) mısdakınca yine Allah’ındır. Binaenaleyh îman da makdıyy, küfür de makdıydir. Ancak îman merzıy küfür gayri merzıydir. Bu suretle îman ve küfrün halkı insanın iradesiyle âlakadar olan tâlî ve müterettib bir halk olduğundan (.......) buyurulmuştur. Ve bunda hem Kazıynın işaret ettiği ma'na, hem de Ebüssüudun ıhtiyar eylediği ma'na mevcuddur. Birisi (.......) mazmununa, birisi de (.......) mazmununa nâzirdir. Küfür ve küfrandan tahzir, îman ve ihsana teşvikı ifade eden şu tezyil de kesib noktai nazarını müeyyiddir: (.......) Halbuki Allah her ne yapıyorsanız basîrdir. - Gerek küfür ve küfre müteferri' ameller olsun ve gerek îman ve îmana müteferri' ameller olsun her ne yapıyorsanız hepsini görüp duruyor. İyiliği de görüyor, kötülüğü de görüyor. Siz onu görmezseniz de o sizi ve bütün yaptıklarınızı görüyor. O halde ona karşı küfr-ü küfrandan utanmazmısınız! Utanmazsanız korkmazmısınız? Şübhe yok ki, insanlardan sadır olan ameller içinde insanın elinde olmıyan sırf ıztırarî fiıller de vardır. insan bunların da Dünyada lezzet ve elem gibi netaicini tehammülle mecbur olursa da mukaddimatı i'tibariyle olsun hiç kesb-ü ıhtiyar teallûk edemiyen ıztırarî fiıller sırf cebrî olduklarından dolayı uhrevî mes'uliyyet i'tibariyle böyle insana muzaf değildir (.......) Âyetlerinden de anlaşıldığı üzere insana aid olan amel, insanın sa'y-ü kesbiyle âlakadar olan amellerdir. Onun için burada da (.......) ile murad, gerek doğrudan doğru gerek mukaddimatı i'tibariyle insanın kesbi teallûk edebilen ameller olmak lâzım gelir ki, küfür ve îman da esbabı olan nazar ve tefekkür i'tibariyle bu kabîldendir. Gerçi Allahü teâlâ insanların mahall oldukları her ameli de görür. Fakat sırf vehbî veya cebrî olan fiıllerde mes'uliyyet ve mükellefiyyet bulunmadığından bu cümlenin ifade eylediği inzar ancak ef'ali ıhtiyariyyeye müteveccih olur. Bu suretle mes'uliyyetin ma'nası da abdin ıhtiyar ve iradesini Allahü teâlâ infaz buyurduğu takdirde hikmeti ilâhiyye de ona müterettib olarak halk olunacak iyi veya kötü bütün netâicin ilel'ebed abde muzaf olması ve o suretle abdin nezdi ilâhîde mücazat veya mükâfat görmesidir. O halde Allah yapdıklarımızı görürse ne olur? Dememelidir. Çünkü |
﴾ 2 ﴿