2O ki, ölümü ve dirimi kadir edip yarattı, sizi imtihana çekip şunu bildirmek içinki hanginiz amelce daha güzel, hem o öyle azîz öyle gafur (.......) mülk onun yedindedir. - Yerde ve Gökte bütün kâinatta, Dünya ve Âhıret tesarruf ve saltanat, iycad ve ı'dam, teshıyr ve tedbir, infazı emir, icrayı ahkâm lûtf u kahir, tecrim-ü tekrim, ta'zim-ü in'am hep onun elinde, onun kabzai kudretindedir. Hepsi onun emr-ü iradesi hukm ü kudreti ile cereyan eder. Dilediğini mülkünde kullanan veya kuvvet verip mülke mazher eden ve edecek olan da ancak odur. Verdiklerine de külliyen ve esaleten müebbed surette vermez. Mülkünü kendi elinden çıkarmaz. Kendine şerik kılmaz, çünkü şirkten münezzeh ve müteâlîdir. Yalnız kendi tahti hükmünde me'mur olmak üzere niyabeten ve muvakkaten verir, dilediği zaman da, azleder, nez'eder. Çünkü hakkı mülk bizzat kendisinin ve hakıkati mülk doğrudan doğru onun kabzai kudretindedir. (.......) ve o her şey'e kadîrdir. - Mülk elinde olduğu gibi her dilediğini dilediği gibi eksiksizce yapmağa kemâli kudretle kadirdir. Hiç bir yardımcıya, vezîre, vekîle, vasıtaya ihtiyacı yoktur. Her ne isterse kendi kudretiyle yapar, hiç bir iradesi hikmetsiz kalmaz ol deyince oluverir. Diler cebr eder, diler ihtiyar verir, diler küçülür diler büyültür, dilerse sıkar, dilerse açar, dilerse yıkar, dilerse yapar, dilerse daha başka âlemler yaratır, onlarda da dilediği gibi tesarruf eder. Ancak ona şerik olmaz, o öyle yüksek, öyle müteâli, öyle zevalden, acizden münezzehtir. (.......) Fatihada (.......) Âli Imranda 2. (.......) bak. 2. (.......) birinci (.......) den bedel olup mülkün ba'zı ahkâmiyle kudretin ba'zı âsârını tafsıyl ve bunların hikmet ve maslahat kanunları üzerinde cereyaniyle büyük ve ehemmiyyetli gayelere ve neticelere müteveccih bulunduğunu beyana şüru'dur. Demek ki, bir hayatın arkasından mevtin ve onun arkasından diğer bir hayatın mütekabilen yaradılması insanları bu ikisi arasında güzel bir sa'y ü amel mücahedesiyle mülki ilâhîde güzel bir âmil, yüksek bir me'mur olmak üzere müsabeka için bir imtihan meydanına çıkarılmaları hikmetine, bu da hayattan hayata, güzellikten güzelliğe bir terakkî nizamı ve en güzel amellere daha güzeliyle ecr ü mükâfat vererek ileride daha güzel bam başka bir hayata irdirilmeleri gayesine müteveccihtir. Bir taraftan mevt, bir taraftan da hayat olmasa, biribirine zıd olarak mütekabilen yekdiğerini ta'kıyb eden bu iki sıfat birlikte yaratılmış olmayıp da hayatı ölüm ve ölümü diğer bir hayat karşılamış, mülki ilâîde mertebeden mertebeye yükselebilecek güzel bir âmil olabilmek üzere muradı ilâhî olan güzel hayat için sa'y-ü amelde mücahede ile müsabeka kanunu konulmamış, bu suretle insanlar mevt ü hayat arasında imtihana çekilmemiş olsa idi mihnetler çekerek güzel çalışıp Hak teâlânın rızasına muvafık güzel istihsalâtta bulunarak müsabekayı kazananlara mihnetlerini unutturacak güzellikler, güzel mertebeler, saadetlerle ecr-ü mükâfat ve iyi çalışmayan ve yâhud hiç çalışmayıp âtıl kalmak isteyen veya mesâıysini rizayi ilâhî hılâfına bîhûde, abes, faidesiz şeylere veya hayatı umumiyyenin kötülüklerine, küfür ü küfrana, hıyanet-ü ısyana, istihlâk ve buhrana sarf edenlere de kötülüklerine göre mülki ilâhîde tenzili mertebe veya muvakkaten veya müebbeden tard ve hasılı ameline göre mahrumiyyetler, zilletler acılarla ta'ziyb ve mücazat edilmiyecek bulunsa idi mülki ilâhîde güzellikten güzelliğe terakkı nizamı bulunmamış veya Meleklerden başka me'mur kullanılmıyarak insan hılkati için bu nizamda hiç bir salâhiyyet verilmemiş olup insanlarda ya hiç hayat eseri ve hayat ümidi kalmıyacak vechile hep ölüm olur hepsi söner, yâhud da hayat namına akl-ü zekâdan, kesb-ü ihtiyardan, kıymeti amelden hürriyyetten mahrum ölümden ve kabır azâbından daha bedter olarak (.......) mısdakınca ne ölüm ne de bir kurtuluş ümidi olmıyan, her tarafı ıztırar ile muhat, bıktırıcı zelîl bir ıztırab, elîm bir sefalet hüküm sürer giderdi, bu ise (.......) olan Allah Tebareke ve tealânın insan hılkatine bahşetmek istediği feyzi mayeti ve lûtfi kudreti ile mütenasib olmazdı. Yukarılarda da geçtiği üzere halk fi'li takdîr etmek ve îcad eylemek ma'nalarına gelir. Takdîr, ılmen ve tahdîd demek olduğundan vücuddan evvele de sonraya da ademiye de vücudîye de teallûk eder. Îcad ise fi'len yoğu var etmek, ma'duma vücud vermek demek olduğundan vücudu mukadder olan ma'dumun vücudu halini ifade eyler. Burada (.......) mevtin de hayatın da birlikte mahlûk olduğunu anlatmasından dolayı Ehl-i Sünnetin çoğu mevtin sırf yokluktan ibaret ademî bir emr olmayıp hayat gibi bir mevcudiyyeti haiz vücudî bir emr, varlığı bulunan bir hâdise olduğuna kail olmuşlardır. Ya'ni mevt ile hayatın tekabülü cansızlıkla canlılık veya yoklukla varlık, yaratılmakla yaratılmamak gibi bir adem ve meleke veya bir icab-ü selb tekabülünden ibaret olmayıp hareket ve sükûn, ictima' ve iftirak, kalkmakla yatmak, açıklıkla gizlilik, gelişle gidiş, acı ile tatlı gibi bir tezad tekabülü kabîlinden olması lâzım geleceğini söylemişlerdir ki, bunu bakayı ruh veya bakayı madde nazariyyeleriyle de bir alâkası vardır. Ölen, hayattan, varlıktan büsbütün alâkası kesilerek yok olup gitmiyor, ömrünün hâsılına göre iyi veya kötü veya karışık bir şey halinde diğer bir neş'ete sevkedilerek acı veya tatlı diğer bir hayatta âlî veya zelîl bir mevki' almak üzere ibtidaen yaratan varlığa doğru başka bir âleme ric'at ediyor, Yine Ehl-i Sünnetten ba'zılarıyle Mu'tezile demişlerdir ki, ölüm bir emri vücudî değil, bir emri ademîdir. Hayat şanından olan bir şeyde hayatın yokluğudur. Mevt ile hayat beyninde adem ve meleke tekabülü vardır. Bu, âdî ve felsefî telâkkıye akreb görünür. Bu surette mevtin halkı takdîr demek olur. Çünkü takdîr vacudîye teallûk ettiği gibi ademîye de teallûk eder. Yâhud ademi mutlak veya ademi aslî değil bir şey'i mahsusun ademi ma'nasına ademi izafî veya ademi hâdistir. Bu gibi ademîlere ise kendisine değil, diğer bir şey'e vücud vermek ma'nasına halk-u îcad teallûk eder. Bu husus ademi hadîs dahi vûcudi hadîs gibi ıllete muhtac olduğundan onda îcad ma'nasına değilse de ihdas ma'nasına müsbet bir halk ve tesir mülâhaza olunabilir. Ma'dume vücud vermek bir tesir olduğu gibi mevcudu i'dam etmek de bir tesir olduğundan halk kelimesinin böyle ihdas ve inşa' ma'nasına isti'mali de yok değildir. Maamafih görülüyor ki, bunda da mevt mutlak bir adem gibi mülâhaza olunmuş değildir. O halde mevtin halkı yalnız bir takdirden ibaret olmadığı gibi mutlak surette bir i'dam demek de olamaz. Nihayet hayatın bir hususiyetini i'dam ile diğer bir şey'e vücud vermek ma'nasından hâlî kalamaz. Buna bakayı ruh veya bakayı madde denilmekte münakaşa edilse bile bakayı ıllet, ya'ni vücudi ma'lûlün ılletine rücuu veya ircaı ma'nasiyle bakayı ıllet umdesini bizzarure tasdîk demek olduğundan tereddüd edilemez. Bu babda iki mezhebi cami' olmak üzere en yakînî olan akîde de budur. Netekim Kur’ân’da bu nokta hep rücu' ve irca' ile ifade olunmuş, neş'eti uhra olan hayatı âhire hakkında da iade, halkı cedîd, inşa ta'bir buyurulmuştur. Bunlar ise hep birer vücudî mefhum ifade ederler. Bu cihetle evvelki Ehl-i Sünnetin telâkkısi hem hususun zâhirine hem de bakayı ıllet kanununa daha muvafıktır. Binaenaleyh mevti sırf ademî bir emr olarak mülâhaza etmeyip kimine hayatın bütün lezzetlerini yıkıp ateşe götüren bir elem bir darbei hak, kimine de bütün elem ü mehnetten kurtarıp likaullaha götüren bir lûtf-u lezzet gibi vücudî bir ma'na ile telâkkî etmelidir. Şayanı dikkattir ki, burada mevt, hayattan evvel zikrolunmuştur. Beyzavî buna iki vecih zikreder: Birisi (.......) âyetindeki mazmuna işaret olması, birisi de mevtin hüsni amele daha ziyade dâî bulunması nükteleridir. Ki, birincisi yok iken verilen hayat ni'metine şükür noktai nazarından hüsni amele dâî, ikincisi de onu selbedecek olan mevti unutmıyarak mutlaka hayata muzır fenalıklardan sakınmak itibariyle hüsni amele dâîrdir. Lâkin (.......) ile ifade olunan mevt, hâdisin tabiatinde ademin vücude tekaddümü hasebiyle, ihyadan evvelki ademi aslî olan imatesiz hiçliğe işarettir. Ademi aslî ise aslen fâılin fi'line mütevakkıf olmayıp halktan mukaddem olduğu cihetle burada (.......) nin mef'ulü olarak gösterilen mevt o mevt değil, hayata ârız olan mevt olduğundan gaflet edilmemek lâzım gelir. Onun için İbn-i Mes'ud gibi bir çokları ikinci vechi daha muvafık görmüşler ve (.......) lezzetleri târmâr eden ölümü anmayı çok yapın» hadîsî şerifine mutabık olduğundan dolayı da te'yîd eylemişlerdir. O hayattan evvel ölümü nazarı itibare alarak ölümle neticelenecek olan hayatın kıymetini ona göre ölçmek en güzel ve en âkılâne bir hareket olacağı cihetle bu bir güzel nüktedir. Ancak kâfi değildir. Zira ölümden ötesini düşünmeyenler için bu tarzı hareket hüsni amelden ziyade yeis ile sui amele de sâik olabilir. Ölüm korkusiyle elden ayaktan kesilerek rahat döşeğine yatmakta isti'cal edenler bulunduğu gibi adam sen de Dünyaya bir daha gelecek değilim ya ölümlü Dünyada ne keyf ve zevk mümkin ise bir an evvel yapayım diyerek her türlü fenalıkları gözüne kestirenler de çok olur. Şu halde asıl hüsni amelde dâî olan cihet yalnız ölüm düşüncesi değil, ölümden sonraki hayâta inanarak hayattan o suretle istifadeyi düşünmektir. İşte (.......) de mevt ve hayattan murad cins olmak i'tibariyle mevtin takdimi (.......) noktasından şükrile hüsni amele sevk nüktesini dahi ifade edebilir ise de asıl nükte ondan maada (.......) karinesiyle (.......) de imate ve ihya ile ifade olunan mevt ve hayata tenbih olup burada mevtten murad halk ve imate teallûk eden Dünya hayatın ârızî ölümü, hayattan murad da o ölümden sonra ebedî olarak tehakkuk edecek olan hayâtı âhire olduğunu anlatmak ve bu suretle evvelâ ölümü göz önünde bulundurmakla beraber asıl neticenin ölüm değil, hayât olduğunu, fakat Sûre-i Hadîdde (.......) âyetiyle tasvîr olunan ve bir gurur metaından, aldatış zevkınden ıbaret bulunan Dünya hayât değil, sonunda ya azâbı şedîd veya mağfiret ve rıdvan ile tehakkuk edecek olan ve Ankebut Sûresinde (.......) âyetiyle de beyan buyurulduğu üzere bilenler için hakikatte mahzı hayattan ibaret bulunan Âhıret hayâtının mağfiret ve rıdvanı ve onun şedîd azâbından sakınarak mağfiret ve rıdvanına irmek gayesi ve bu vechile mülki ilâhîde insanlardan matlûb ne ölüm ne de onunla neticelenecek olan fânî hayatta kalmak değil, hayattan hayatâ terakkı ile ilerideki daha yüksek hayâta geçmek için hüsni amelde müsâbekaya gayret vazifesi bulunduğunu bildirmektir. Fânî hayâtın oyuncak olan bütün lezzetlerini târmâr eden, sevgili eşleri birbirinden ayırıp hanümanlar söndüren, cem'iyyetleri dağıtıp şevketleri yıkarak evlâdları yetîm, servetleri hâk ile yeksan eyliyen, aynî zamanda Allah için güzel çalışmış olan mihnet zedelerin, îman ile dolu nüfusi mutmeinnelerinin âlâm ve ıztırabına nihayet vererek kendilerini (.......) hıtabıyle ebediyyen rıdvani hakka kavuşturmak için açılmış yegâne saadet kapısı bulunan ölüm ile onu takıyb edecek ileriki hayâtı (.......) olan Allah tebareke ve tealâ şu hikmet için yaratmıştır. (.......) sizleri mükellefiyyetle mübtelâ kılarak imtihan meydanına çıkarıp şunu bildirmek için ki, (.......) hanginiz amelce daha güzel? - Mülki ilâhîde yapılmağa, Allah yanında tahsîn olunup rızasına irilmeğe daha lâyık hayatta bulunan veya gelecek olan kavımların hayattan hakikî intifa' ve istifadesine daha elverişli zahir ve bâtın da daha doğru daha halıs iş gören kim olduğu hakikati hakkiyle tebeyyün etsin. Burada amel, îman, ılim, niyyet ihlâs gibi kalbî ve bâtınî amellerle dil ve sâir cevarihten sudur eden güzel amellerin hepsine şamil olduğu merfuan rivayet edilmiş olan şu Hadîs-i şerif ile anlatılmıştır. Peygamber sallâllahü aleyhi ve sellem bu âyetin tefsirinde buyurmuştur ki, (.......) ya'ni hanginiz hak ve savabı anlamak, iyiyi kötüyü seçmek ve muktezasını yapmak cihetiyle akıl ve idrâkçe daha güzel ve Allahü teâlânın haram kıldığı meharimden menhiyyattan, measıyden, fenalıklardan, mazarratlardan sakınıp korunmak hususunda daha takvalı ve Allah azze ve cell Hazretlerinin ta'atinde daha çabuk?» İşte ılmi ilahîde ma'lûm olan bu hakikat tecribe ve imtihan sahasında sizin için de meydana çıksın. Çıkıpta ne olacak? Denilecek olursa, şu da bilinsinki (.......) hem o öyle azîz öyle gafurdur. - Ki, bundan sonra beyan olunacağı üzere kötülüğe çalışanları ona karşı inad edip şeytanetle kullarını altatmağa, fitne ve fesad ile halkı yoldan çıkarıp ateşlere sürüklemeğe uğraşan Şeytanları, ve onlara aldanıp küfr-ü küfran ile inkâr ve ısyan yollarına sapan kâfirleri, haksızları akıbet tezlil edip ızzetiyle kahreder. Zikrolunduğu üzere en güzel amel işliyenleri i'zaz ile azîz ve îman etmekle beraber hasbelbeşeriyye kusur edip en güzel surette çalışamamış olanları tevbeleri halinde veya dilediği vechile afv-ü mağfiret eyler gafurdur. İşte mevt ve hayâtın halkından ve ahseni amel ile müsâbeka imtihanından asıl hikmet ve gayede o halik tealânın bu sıfatlarla muttasıf, her şeyden üstün malikülmülk olduğunun bilfiil tecelliyatı ile bilinip tanınmasıdır ki, (.......) âyetinin ifade ettiği ma'rifet ve ubudiyyetin hasılı da budur. Onu (.......) diye ma'rifet ile tefsir edenlerin ve hadîs yoliyle rivayeti sâbit olmamakla beraber tesavvuf kitablarında (.......) ben bir gizli kenz idim tanınmak istedim, tanınmam için halkı halk eyledim» diye hadîsi kudsî olmak üzere şayi' olmuş bulunan kelâmın ma'nası da budur. Şimdi onun hayatı beşerle alâkadar olan mülkü tecelliyatından ve kudret-ü ızzet ve mağfireti asarından bir safha beyan ve tefhim olunmak üzere Buyuruluyor ki, |
﴾ 2 ﴿