14Bilmezmi o yaradan ki, o öyle latîf öyle habîr (.......) bilmez mi yaratan? - Yarattığını bir duygu duyan, bir şey düşünen, bir niyyet eden, bir söz söyleyen, kasden bir iş yapan onu yaparken ne kadar gizlemek istese kendinden gizliyemez, vicdanında onu o demde duyabilir. O halde onu ve bütün sînelerin künhünü ve bütün hılkati yaratan Hâlık daha evvel ve daha ekmel bilir. O sîneler, o nefisler, o düşünceler, o kuvvetler, o fiıller, o duygular bilgiler, hep Allah’ın halkıyledir. O yaratmayınca kimsenin ne eli oynar ne dili ne hissi yürür ne fikri, ne vicdanı kalır ne kendisi. Bakarsın bir an içinde el çolak olmuş, dil tutulmuştur. Fikir durmuş, akıl boğulmuştur, Gönül kendinden geçmiş, ben şöyle yaparım diyen nefis hâk ile yeksan olmuştur. Hâlikın yeni bir halk ile imdadı yetişmezse hiç bir mahlûk onu kendine getiremez ve o hılkati işletemez. Çünkü bir zerre, bir şuur, bir şey halketmenin mütevakkif olduğu tafsîlatı bilemez. O bütün silsilei esbabı ihata eyliyen ekmel bir ılim ve kudresin eseridir. Mahlûkun hâlinkından bir şey gizlemesine imkân yoktur. Bir mahlûkun kendindeki hâdis bilgi ve onun mazmunu ondan evvel onu ve onda o bilgiyi bütün künhiyle yaratan hâlikın ılmine medyundur. Mahlûkta her hangi bir hâdise olur da onu yaratan hâlık bilmez olur mu? (.......) o iken ancak lâtîf habîr. – LÂTÎF, lûtufdan mubeleğalı ismi fâil yâhud letafetten sıfatı müşebbehe olabilir. birincisinde gayet lûtufkâr demek olur, LÛTUF, gayet incelik, hoşluk ve uygunlukla gayeye iysal, muradı ihsan eylemektir. LETAFET de kesafet mukabili olarak incelik, hoşluk, nâziklik demektir ki, mukabili olan kesafetin derecesine göre nisbî olarak muhtelif mertebelerde mülâhaza olunur. LÂTÎF bir hava dediğimiz gibi ba'zı ecsama lâtîf veya ruh ıtlak edilmesi bu ma'naca nisbî bir letafet i'tibariyledir. Zıyaya lâtîf, denilmesî daha ince, nura lâtîf denilmesi daha ince, esîre lâtîf denilmesi daha ince bir mülâhazadır. Halbuki bütün bunlardan az çok maddî veya cismanî bir nevi, kesafet mafhumu da vardır. Hiç kesafet mefhumu olmıyarak mülâhaza edebileceğimiz bir letafeti ancak ılim mahiyyetinde bulabiliriz ki, böyle yalnız işareti ılmiyye ile iş'ar olunabilen letaife mücerradat ta'bir olunur, Mutlak vücud, mücerradatın en yükseği, vacibülvücud olan zatı Hakk ise hepsinden üstündür. Hak teâlânın «lâtîf» ismi şerifinde iki tefsir vardır. Birisi en ince, en gizli umuru bütün inceliğiyle kolay kolay bilen (.......) demektir ki, bu ma'na ılim sıfatının letafetine raci'dir. Birisi de nasıl yapıldığı gizli olan en lâtîf şeyleri yapan ve mahlûkatının muhtac oldukları menafiı lûtf u ınayetiyle ihsan ve iysal eyleyen lûtufkâr demektir. Bu ma'na da tekvin sıfatına raci'dir. Râzînin dediği gibi burada habîr sıfatı ayrıca tasrih edilmiş olduğundan bu ma'na daha muvafıktır. O Hâlık ancak böyle her şey'e habîr, lâtîf olan zatı ekmeldir, Hâbir olmayan kuvvetler tam ma'nasiyle lâtîf olamıyacağı gibi her şey'e habîr olmayan lâtîfler, ruhlar, melekler de Hâlikın kendisi değil, şüunudurlar. Netekim (.......) buyurulmuştur. (.......) de lâmı ta'rifin ifade ettiği ahid ekmeyyete işarettir. Lâtîfi ekmel, habîri ekmel demektir. Müsnedin böyle muarref olması da kasr ifade ettiğinden bu iki vasfı ekmel mecmuunun hâlika münhasır olduğunu anlatır. Binaenaleyh bundan şu ma'naları anlayabiliriz. EVVELÂ, Halk fi'li, kesafet, atalet remzi olan maddenin şanı değildir. Lâtîf olan kuvvetin şanıdır. SANİYEN, ılimsiz kör bir kuvvetin şanı da değil, tam ma'nasiyle lâtîfi âlim bir kudretin şanıdır. SALİSEN, ılminde bir eksiklik bulunan kudretin de değil, her şey'e kemaliyle âlim, habîri ekmel olan lâtîfi ekmel bir kudret ve kuvvetin şanıdır. İşte Hâlık odur. O yaratan yarattığını, yaratacağın her şey'i bilir. O halde bütün sînelerin künhünü bilir. Mükellefînden sadir olan gizli açık, iyi veya fena her kavl ü fiıl, îman ü küfür her hal ü kal her niyyet ve garaz hepsi ona alesseviyye ma'lûmdur. Lûtfunu da cezasını da ona göre verir. Onun için insan olan ve mevt ü hayat arasında imtihan meydanında dökülmüş bulunan bütün mükellefin, ona gizlide ve açıkta o nisbette mehafet ve mahabbetle saygı ve ta'zîm demek olan haşyet hissiyle mütehassis olarak güzel amellere sa'yedip o seıyr azâbından korunmalı va'deylediği o büyük ecr ü mağfirete irmelidir. Şimdi bunu daha amelî bir surette tevzîh ve bu âlemde beşer için Arzdan Semaya, maddeden ma'naya, süfliyyetten ulviyyete terakkî vicheleriyle tedennî ve helâk tehlükeleri arasında doğrudan doğru rahmeti Rahmana götürecek bir istikamet yolu, uhrevî bir hayat ve nüşur gayesine irşad için hem teşvik hem inzar siyakında buyuruluyor ki, |
﴾ 14 ﴿