15O Hâlıktır ki, o, size Arzı zelûl (munkad) kıldı, haydin, o Arzın omuzlarında yürüyün de o yaradan lâtîfi habîrin rızkından yeyin, onadır fakat nihayet nüşûr (.......) lâtîf, hâbir olan Hâlık tealânın insanlara olan lûtuflarından birine tenbih ve ona müterettib vazife ve gayelerine irşaddır. (.......) sizin için - bunun takdimi ıhtisas ifade eder. Ya'ni her şey ve her mahlûk için değil, ancak siz insanlar ve bahusus bu kelâma muhatab olan sem'u akıl sahibi kimseler için kıldı (.......) Arzı bir zelûl -ZELÛL inkıyad demek olan, kesrile, zill masdarından mübaleğa vasfıdır. Her hangi bir şeyden sana münkad, ya'ni istediğin gibi kolaylıkla çekip götürecek vechile tesarrufa müsaid bulunan uysal şey'e zelûl denilir. Bunda asl olan hakaret ve horluk ma'nası değil, kolaylık, yumuşaklık, uygunluk, ya'ni uysal ma'nasıdır. Bir şey zelûl olmakla beraber şerefli olabilir. Netekim tevazu' bir şereftir. Hâk ol ki, huda mertebeni eyleye âlî Tâci seri âlemdir o kim hâki kademdir. Ya'ni zelîl olmak zelîl olmayı istilzam etmez. Hor, hakîr demek olan zelil zalin zammiyle «züll» masdarından gelir. İnkıyad ve uysallık infialî olmakla beraber esas i'tibariyle tav'î bir fi'l olduğundan zelûl vasfı hayvanda hakikattir. En'âm denilen yumuşak başlı hayvanlar zelûldur. (.......) bu ma'nadandır, Lisanımızda bunun en şayi' misali koyundur, koyun gibi deriz, koyun zelûldur zelil denilmez. Eşek zelûl olmakla beraber zelîl olmakda da meseldir. Deve zelûldur, Zelîl değildir. At ehline zelûldur. Ufuk bir işaretten anlar, zelîl değildir. Kullanmasını bilmiyeni dinlemez, silker geçiverir. Beygir de hem zelûl, hem zelîldir. Katır zelîldir pek zelûl değildir. Taş gibi zorlukta kullanılan şeylere zelûl denilmez, denilirse mecaz olur. Şu halde Arza zelûl ıtlâkı teşbihîdir. (.......) demek gibidir. Menakibinde meşiy emri karînesiyle bunun sade bir koyun gibi eti yenir, sütü sağılır, yünü kırpılır değil, at veya deve gibi daha ziyade binilmesi mu'tad olan en mühim bir hayvana teşbih edilmiş olduğu anlaşılıyorki en ziyade mütebadir olan Arab atı veya hecînidir. Arz bu suretle her türlü istifadeye müsaid olarak binilen ve incitmeden yürüyen uysal bir binid halinde tasvir olunmuşturki bunda onun hissolunmıyacak kadar tav'î ve seri' bir hareketle sarsmaksızın yürüyüşüne de bir işaret vardır. Demek ki, Allahü teâlâ bize Arzın hareketini vaki'de olduğu gibi gayrı mahsûs bir halde bildirmiştir. Ma’lûm ki, bu gibi teşbih ve istiareleri takviye eden karînelere terşih denilir. Burada da murad öyle bir binid teşbihi olduğu şu suretle terşih olunarak Buyuruluyor ki, (.......) haydin onun omuzlarında yürüyün - bunda iki yürüyüş anlaşılır. Birisi onun üzerinde, omuzları içinde yürümektir ki, bu bildiğimiz vechile Arz üzerinde bizim bizzat yürüyüşümüzdür. Bunda (.......) meşye müteallık olarak (.......) mef'ulifihtir. Biz bunda yalnız Arzın hududu içinde yürümüş oluruz. Birisi de bir at veya gemi sırtında gittiğimiz gibi Arzın sırtında olarak onun yürüyüşü ile bilvasıta yürümemizdir. Ki, bunda (.......) zarfı müstekarr olarak meşyin fâili olan muhatablardan haldır. Bunda Allahü teâlânın emriyle evvelen ve bizzat yürüyen Arz, saniyen onun üzerinde olarak bilvasıta yürüyen de biz olmuş oluruz. Bu suretle yürüyüşümüz Arzın bir haddine doğru değil. Semaya doğrudur. Bundan sonraki âyette Semadan bahsedilmesi de buna sarih bir karînedir. Burada bundan başka dikkat olunması lâzım gelen bir kaç nokta vardır. 1) Arzın menakibi nedir? Ma’lûm ki, menkib omuz demektir. Fakat görülüyor ki, (.......) ya'ni iki omuzu denilmemiş, cemi' sıgasiyle menakib buyurulmuştur. Demek ki, bunun omuzları bildiğimiz binid hayvanları gibi ikiden ibaret değil çoktur. O halde bunlar nedir? Râzînin beyanına göre müfsirînin bunda üç kavli vardır. Birisi: Katade, ve Dahhâk ve İbn-i Abbasın kavlidirki: Arzin menakibi cibal ve âkâmı, ya'ni dağları ve tepeleri demektir. İnsanın omuzları mürtefi' olduğu gibi dağlar da mürtefi' olduğundan menakib ta'bir olunmuştur. Buna göre ma'nâ şu olmuş olur: ben size onun omuzlarında bile yürümeyi kolaylaştırdım, halbuki onlar onun tezlîlden en uzak olan eczasıdır. O halde sair eczasındaki kolaylık evleyyitte olmazmı? İKİNCİSİ: Arzın menakibi, yolları, açıklıkları, etraf ve cevanibidir. Bu da Hasenin, Mücahidin, Kelbînin ve Mukatilin kavli ve Atanın İbn-i Abbastan rivayeti ve Feranın ve İbn-i kutaybenin muhtarlarıdır. Demişki menakib cevanib demektir. Adamın iki omuzu da iki canibidir. Ve bu (.......) kavli gibidir. Bu iki kavlide menakibde mecaz filmüfred var demektir. ÜÇÜNCÜSÜ, Sahib Keşşaf demiştir ki,; omuzlarda yürümek ta'biri fartı tezlîlde meseldir. Çünkü iki omuz ve onların mültekası olan ense kökü devenin en ince ve râkibin ayakla basıp da üzerine i'timad edebilmesinden en uzak olan şey'idir. Deve omuzunda yürünebilecek bir hale geldiği zaman inkıyad ve itaatte nihayet dereceyece gelmiş demektir (.......) Bu surette (.......) Arzın zelûliyyette nihayet derecede olmasından kinaye olarak deveye teşbihi dahi anlatan bu ma'nada onda istediğiniz gibi tesarruf edin demek olur. Güzel olmakla beraber bunda menakibin ayrıca bir ma'nasını mülâhaza maksud olmıyarak sade meşy ile beraber terkibin mecmuu kinaye ve isti'arei temsiliyye yapılmış oluyor. Bununla iktifa ise Arzın menakibi ıtlak olunan bir şeyler teharrisine lüzum göstermemiş olacağından Arzın etrafını keşfe çalışmak gibi gayretleri tahrike müsaid görünmez zannedilebilir. Halbuki bu emir, Arz üzerinde inkişaf hissi telkin ederek müslimanlara az bir zaman içinde âleme intişar yollarını açmış olan irşadâtı ilâhiyyedendir. Şu halde menakib ta'biri için de ayrıca bir ma'na mülâhaza etmek gerektir ki, o da bu üç tefsirin hasılı olmak üzere Arzın menakibi Arzın en yüksek, en uzak ve yürümek için en müşkil ve en nâzük yerlerine kadar sırtı demek olurki bu da dağları, tepeleri, ovaları, dereleriyle bütün şark-u garb cihetlerine ve cenub-u şimal kutublarına varıncıya kadar onu kaplamış olan sathın hepsine şamil olur. Bu i'tibar ile cevanib tefsiri hepsinden şumullüdür. Ancak Zemahşerînin dediği gibi meşiy de her türlü tesarrufatı mümkineden ta'mim olunduğu surette yalnız sathında kalınmayıb hafriyyat ve saire suretiyle derinliklerinde teharri ma'nası da anlaşılır. 2) Bundan anlaşılır ki,, Arzın menakibinde yürümek için evvel emirde onu keşf edip bilmeğe de ihtiyac vardır. Bu ise Arzın sathı ahvalini bildiren ve Coğrafya denilen ma'lûmat ile olur. Şu halde demek olurki burada o ılmi tahsıle ve peyderpey keşfiyyâtı ileri götürerek tahkık ve islâh ile tedvine dahi bir teşvık vardır. Sonra bundan Arza dair tetebbuâtta bulunmak gibi amelî ılimlerin hepsine de bir tergıb çıkar. 3) (.......) emirlerini müfsirîn ibahaya hamletmişlerdir. Bu umumî noktai nazardan doğru olmakla beraber biraz iyzaha muhtacdır. Burada siyakı kelâm bu emirlerin mücerred ibaha için değil, lûtf-u inzar beyninde bir irşad için olduğunu göstermektedir. LÛTUF, asıl fi'ıllere temkîn ve ıkdar ile tergıyb noktai nazarındandır. Bu cihetle bunda ibahadan fazla bir nedib ve lüzümuna göre vucub ma'nası da vardır. Nefakasını tedarük etmek ve ölmiyecek kadar yemek vacib olduğu cihetle bu gibi ahvelde bu emirler ibaha halinde kalamaz. İNZAR cihetine gelince oda (.......) ile iş'ar olunacağı üzere bu fiıllere bâıs olan gaye ve niyyetlere nazarandır. Ya'ni yürüyün, çalışın, yeyin ammâ bu kuvvetleri ve salâhiyetleri size veren Allah’ı ve ölümü unutmayarak ve ona hisab vereceğinizi düşünerek hareket edin, haksızlık, tecavüz, israf, sefahet ve saire gibi kötü gayeler için değil, Allah için Allah’a gideceğinizi hisab ederek, hasılı Allahdan korkarak yürüyün, yeyin demektir. Bu iki haysiyyet mülâhaza edilince umumî netice ibaha mahiyyetinde kalırsa da bunların gerek efrad ve gerek cem'iyyet noktai nazarından mühim bir irşad olduğunu unutmamak ve ahvalin ıktızasına göre vücub, nedib, ibaha hukümlerini bil'ictihad ayırmak icab eder. Zira. 4) (.......) emirleri, bu meşyin rızk işi, ya'ni hayat mücadelesinde hüsni amel ile sa'y-ü kesib mes'elesine teallükunu ifede eder ve bu Sûrenin okunması rızk vus'atiyle alâkadar bulunduğuna dair geçen eserlerin menâtı da bu olmak gerektir. Bu suretle yukarıda geçen (.......) kavli kerîminde beyan olunduğu üzere mevt ve hayat arasında ahseni amel için imtihan meydanına çıkışın amelî bir manzarasını anlatmış olur. Bu cihetle bu meşiy emri bir mükellefiyyet ile alâkadar olarak rızk kesbi esbabından hepsine şamil olmak üzere mülâhaza olunmak ıktıza eyler. Şu halde bi meşiy, bu yürüyüş gerek cihad, gerek ticaret, gerek ziraat ve gerek sınaî herhangi bir sa'y-ü amel gibi iktisab esbab ve maksadlarına şamil olur. Bununla beraber (.......) emirleri vechile âfakı müşahede ve tedkıyk ile ıbret ve ma'rifet tahsıyl etmek ve dîn ve fazîlet neşri ile kesbi mesûbat eylemek gibi ma'nevî rızıklarla intifa' kasıdlarına dahi şamil olur. Şu halde bu emirler aynen ferdlere dahi hıtab olmakla beraber daha ziyade kifaye suretiyle cem'iyyete müteveccihtir. Ve işte bu suretledir ki, Müslimanlar (.......) mazmunu üzere imtihan meydanına sevk olunmuşlardır. (.......) ve rızkından yeyin - ya'ni «o Halikın rızkından yeyin» emrinde ekil, yalnız yiyeceğe mahsus olmayıp zikri has, iradei amm kabîlinden olarak şürb, kisve ve saireye dahi şamil olmak üzere mutlak intifa' ma'nasına olduğu gibi Sûre-i Bakarede (.......) kavlinde geçtiği üzere rızk da maddiyyattan başka ılim gibi ma'neviyyata da şamildir. Netekim rızk hakkında (.......) Allah’ın hayvanlara sevkedip de onların yedikleri şeydir» diye meşhur olan ta'rifte ekil (.......) diye intifa' ile tefsir olunduğu da Ilmi akaidde ma'lûmdur. Sonra bu rızk yalnız Arz içinde bulunan rızıktan ibaret değildir. (.......) buyurulduğu üzere rızkımızın en mühin esası Semada olmasına (.......) âyetinde de buna tenbih buyurulmasına nazaran bir Arzın omuzlarında yürürken yalnız Arzda değil, onunla beraber Semaya doğru da yürümeğe ve bu suretle Semadan hevamızı ve zıyamızı ve sair tenezzülâtı maddiyye ve ma'neviyyemizi bildiğimiz ve bilmediğimiz yollardan almakta buluyoruz. Binaenaleyh bu meşiy ve eklin gafletle ve süfliyyetle değil, büyük bir intibah ve yüksek bir hayat gayesiyle yapılması lâzım gelirki o da Allah için bir hüsni niyyet ta'kıyb ederek uhrevî maksadları gözetmek ve mülki ilâhîde o suretle mertebeye irmektir. Onun için bu emirlerin menatı gösterilmek üzere Buyuruluyor ki, (.......) bununla beraber nüşur ancak onadır. - Sûre-i Furkanda ve sairede geçtiği üzere «nüşur» intişar ma'nasına da gelmekle beraber daha ziyade hayat ve bahusus ölümden sonra hayat, ta'biri âharla ba's demektir. Ya'ni giderken müntehanızın yine o mebdee rucu' etmek olduğunu unutmayın, gidip gidip nihayet ona varacaksınız, ona ba'solunacaksınız, evvel o olduğu gibi nihayet âhir de odur. Bütün seyrler, yürüyüşler böyle iki ucu birleşen bir daire üzerinde bir hareketi deveraniyye demektir. Ve şu halde bütün o hareket esnasında da zimam temamen onun elindedir. Asıl hayat ve gayei hayat sizin değil onundur. «Biyedihilmülk» odur. Böyle mebde ve meadın birliğini düşünmiyerek hareket edenler perişan olur. En yüksek ideal onun rızası olmak lâzım gelir. Sizin dediğiniz, kuruntunuz olacak değil onun dediği olacaktır. Ondan beride ne maksada irmek için yürürseniz nihayet onun huzurı ehadiyyetine o niyyet ve maksadın mes'uliyyetini hamil olarak varacaksınız. Fanî maksadlar sönecek, o mülkün nizamına uygun olmıyan fikirler, hareketler duracak, bâkîye aid olan kalacaktır. Kötü amellerle Seıyri körükliyenler Seıyre, güzel amellerle Cenneti süslemeğe çalışanlar mağfiret ve Cennete irecektir. Evet, Arzın omuzlarında yürüyün, ammâ şunu iyi bilerek yürüyünki bütün o yürüyüşlerin, yeyişlerin gayesi ona müntehi olan bir nuşurdur. O nuşur da nihayet bir humule ile o halika rucu' ve ona arz olunmaktır. Arzı size zelûl kılan ve onun üzerinde yürümek salâhiyet ve kuvvetini veren o olduğu gibi onda yürütecek ve maksada irdirecek ve nihayet kendine varılacak olan da odur. O halde daima onun lûtfü sayesinde yürüyünüz ve sonunda onun huzuruna varıp hisab vereceğinizi düşünerek onun nizam ve ahkâmından çıkmağa çalışmaksızın, küfr-ü küfran, zulm-ü ısyan, şekavet-ü şeytanet yollarına sapmaksızın ni'metlerinin kadrini bilip her birini yerinde sarf için ahseni amel ile mücahede ederek, hasılı evvel-ü âhir ona îman ve haşyet ile mütehassis olup ıkabından korunarak ve eltafıran şükrederek onun nezdinde mev'ud olan en yüksek hayata irmek için yürüyün, yoksa o Arzı size zelûl kılan ve size onun omuzlarında yürümek salâhiyetini veren Hâlık, dilediği zaman sizden o salâhiyeti alıverip size Arzı serkeşlendirerek altınızda çalkalayı vermeğe veya size sizden daha kuvvetlisini taslît edivermeğe de kadirdir. İşte bu inzar ciheti şu âyetlerle tevzîh buyuruluyor: |
﴾ 15 ﴿