MEÂRİC

Me'aric Sûresi, Se'ele Sûresi, Mevaki' sûresi dahi denilen bu Sûre dahi mekkîdir, İbn-i abbas bunun Elhâkka sûresi akıbinde nâzil olduğunu söylemiştir. Ve bu onun bir tetimmesi gibidir.

Âyetleri - Kırk dörttür. Şamîde kırk üç, diğerlerinde kırk iki sayıldığı da mezkûrdur. Fark (.......) ve (.......) fasılalarındadır.

Kelimeleri - İkiyüz on altı.

Harfleri - Sekizyüz altmış birdir.

Fasılası - (.......) harfleridir. (.......) de, (.......) dedir.

Elhakka Sûresinin hatimesinde (.......) diye görülene, görüleceğe ve görülmeyene kasem edilmiş ve Kur’ân’ın hakikatı anlatılarak onun müttakîlere bir tezkire ve kâfirlere bir hasret olduğu anlatılmış ve Allah’ın azîm ismiyle tesbîhi emr ile hıtam verilmişti. Bu Sûre ile bundan sonrakilerde o (.......) görülen ile görülmeyen şeylere dair beyanlar ile müttakîlere öğüd ve kâfirlere hasret olarak Allahü teâlânın azametini tecelli ettiren âyetleri ihtiva ederek Sûre-i Hakka hatimesinin birer tafsîli mahiyyetindedirler. Bu suretle bu Sûrede görülen ve görülmeyenlerden kâfirlerin azâb ve hasretine ve Allah’ın azametine ve Melâike ve ruha delâlet eden âyetlerle başlayıp yine Kıyamet ahvalinin bir tasviri ve ondan korunacak ehli Cennetin ahlâkının bir tafsîli ile Sûre-i Hâkkanın bir tetimmesi olacaktır. Şöyleki:

1

İstedi bir sâil bir azâbı ki, olacak

(.......) istedi, dilendi, duâ etti, sordu - ma'nalarına gelir, evvelkisi hepsini ifade edebilir. Nafi', İbn-i Âmir, Ebû Ca'fer kıraetlerinde hemzesiz (.......) gibi (.......) okunurki aynî ma'naya gelebilmekle beraber aktı demek de olur. (.......) bir sâil - bir isteyen veya soran yâhud akan bir seyl.

Burada müfessirîn sebeb-i nüzule dair üç kavil zikretmişlerdir:

BİRİNCİSİ: Nadr İbn-i Hâris (.......) demişti, bu nâzil oldu. Cumhurun kavli budur. Ba'zıları Ebû Cehlin (.......) dimesi üzerine nâzil olduğunu söylemişlerdir.

İKİNCİSİ: Hasen ve Katade demişlerdir ki, Allahü teâlâ Hazret-i Muhammedi ba's buyurup da müşrikleri azâb ile korkutunca müşriklerin ba'zısı ba'zısına: sorun bakalım

Muhammede bu azâb kimin için ve kime vaki' olacak dediler Allahü teâlâ (.......) ile onlardan haber verdi. İbn-i enbarî buna göre (.......) sordu, (.......) te'vilinde olduğunu söylemiştir. (.......) gibi.

ÜÇÜNCÜSÜ: ba'zıları da demişlerdir ki, Resulullah kâfirler için acele bir azâb istemişti, Allahü teâlâ da onlara «azâb, vaki' olacaktır, onu def' edecek yoktur, biraz sabret, sabrı cemîl» buyurdu. Çünkü (.......) emri Peygambere emrolduğundan isteyenin de o olmasına delâlet eyler. Maamafih birinci ma'na daha sağlamdır. Ve o surette Peygambere sabır emri sâilin küfr-ü inkâr ile eza etmek istemesi dolayısiyledir. (.......) vuku'bulmuş ve bulacak ma'nalarına olabilir. Burada murad ikincisi olduğu anlaşılıyor. Maamafih mukaddema emsali kâfirlere olmuştur ona da olacaktır demek olabileceği gibi vukuuna emri ilâhî tealluk etmiştir. Vaktı gelince olacaktır. Onu emri vaki' bil ma'nasına olmak kelâmın siyakına daha muvafıktırki tehakkuki vukuuna, ya'ni ileride vukuu muhakkak olmasına binaen vaki' denilmiştir diye meşhur olan nükte de bu ma'na ile izâh edilebilir.

2

Kâfirler için yok onu defi' edecek

(.......) «Vaki'» insılası, yâhud azâbın sıfatı yâhud (.......) ye müteallıktır. Lam ecliyye olarak ta'lil için de olur. (.......) takdirinde ibtidai kelâm da olabilir. (.......) azâbın sıfatı yâhud hal, yâhud cümle-i müste'nefe yâhud - (.......) mealindedir.

3

O, mi'racların sahibi Allahdan

(.......) dafi'a veya vakı'a müteallıktır. (.......) Allah’ın sıfatıdır.

MEARİC, mi'rac gibi ve aynî ma'nada mimin kesri ile minber vezninde mi'rec veya mimin fethiyle menhec vezninde ma'rec müfredlerinin cem'idir. Uruc ve suud ya'ni aşağıdan yukarıya çıkma âletleri, merdivenler ve asansürler, yâhud çıkalacak dereceler, mertebeler, yükseklikler demektir. Zilmearic de onların sahibi, müfessirîn mearicin tefsirinde başlıca dört vecih söylemişlerdir.

BİRİSİ, İbn-i abbastan merviy olduğu üzere semalar, yüksek dereceler demektirki Melâike onlarda Semadan Semaya uruc ederler, ba'zıları Sema ta'yin etmiyerek Melâikenin evâmir ve nevahî ile çıktıkları mesa'ıd ve derecat demişlerdir.

İKİNCİSİ, Katadenin rivayetine göre fevadıl ve niam ve ulüvv ü niam, ya'ni yükseklikler ve yüksek yüksek lütuflar ve ni'metler, çünkü onun lütuflarının, in'amlarının bir çok meratibi vardır. İnsanlara muhtelif meratibde vasıl olurlar.

ÜÇÜNCÜSÜ, Cennette evliyasına ihsan buyurduğu dereceler denilmiştir.

DÖRDÜNCÜSÜ, Meratibi ma'neviyye ve ruhaniyyedir. Fahrirazî tefsirinde bu vechi beyan ile derki; Semâvat irtifa' ve inhıfadda, büyüklük ve küçüklükte mütefavit olduğu gibi ervahı melekiyye dahi kuvvet ve za'fta, kemal-ü nakısta, ilâhî mearifin kesreti vukuunda ve bu âlemi tedbir kuvvetinin şiddet ve za'fında muhteliftir. Allahü teâlânın rahmetinin eseri feyzı ve in'amlarının nuru, gerek âdet ve gerek harikül'ade tarikıyle bu âleme (.......) buyurulduğu üzere o ervah vasıtasiyle vasıl olmak hasebiyle (.......) kavli celîli bu âlemden ona meratibi hacatın irtifaı için çıkış ve o âlemden buraya eseri rahmetin inmesi için iniş aletleri olan o muhtelif ervaha işaret olabilir (.......) Âlûsî de bunu şöyle ifade etmiştir: bir de mearic, a'mal ve ezkârın bulunduğu makamatı ma'neviyye veya sâlik olan mü'minler içinde terakkî ettikleri meratibi sülûk, yâhud Melâikenin meratibi denilmiştir (.......) Bunu sâde makamatı ruhaniyye ve ma'nevîyyeye kasr etmeleri:

BİRİSİ, âyette sâde Melâike ve Ruhun urucu zikredilmiş olması,

BİRİSİ de tecsîm tevehhümüne düşülmemek için tenzîhe riayet edilmesi mülâhazasından neş'et etmiş olmak gerektir. Lâkin Arz u Semavâtın cismanî olması onların mülküne sahib ve ecsam ve ervahın hâlikı olması Allahü teâlânın cismaniyyetini ıktiza etmiyeceği gibi mearicin cismanî ve ruhanî ikisine de şâmil olması dahi onların sahibi zil'mearic olan Allahü teâlânın tenzihine münafi olmaz. Zira (.......) izafeti cüz'iyyet ve külliyyeti ıktiza eylemez. Netekim zül'mal mal sahibinin malına hulûlü ma'nasını ifade etmez. Kezalik uruc edenlerin Melâike ve Ruh olması mearicin de sırf ma'nevî ve ruhanî olmasını icab eylemez. Cismaniyyet ve ruhaniyyetin fevkında olan Hak teâlâya uruc dahi cismanî ve ruhanî meratib mec'muunun fevkına uruc demek olacağı cihetle o da bunlardan birine ıhtisası icab eylemez. Bil'akis bu makamda onların fanî ve muzmahıll olduklarını iş'ar eyler.

Bu ma'nâ ve hakîkat iyice mülâhaza olunabilirse mearicden murad İbn-i Abbastan rivayet olunduğu üzere maddî ve ma'nevî bütün meratibi vücude şâmil olan derecat demek olup Melâike ve ervahın uruc ve nüzul ettiği cismanî, ruhanî âlemlerin, tabaka tabaka bütün meratıb ve derecatını, zil'mearic vasfı da Allahü teâlânın bunların hepsinin sahib ve malik ve hepsinin merci' ve müntehası olmak sıfatiyle hepsinden yüksek olan ulüv ve azametini ifade eyler ki, bu ma'nâ zil'arş vasfı gibidir. Bu mearicde uruc ve nüzul eden Allahü teâlânın kendisi değil, onun emri ve emrinin hâmilleri olan ilçileri ve me'murları, ya'ni Melâike ve Ruh olduğunu beyan için buyuruluyor ki,-

4

Ki, ona Melâike ve Ruh uruc eder, bir günde ki, mikdarı elli bin sene tutar

(.......) Melâike ve Ruh ona uruc eder. - Onun emriyle hepsi çıkar ona müntehi olur, ona rucu' eder, hepsi onun huzurunda (.......) mantukunca saf bağlayıp dururlar, vesait temamen mürtefi' olur. (.......) sirri zâhir olur, ona karşı bir dâfi' bulunmaz.

Burada Melâike cemi, Ruh müfred zikrolunmuştur. O halde ruhtan murad nedir? Bundan ilk evvel (.......) buyurulduğu üzere emri rabdan olan ruh tebadür eder. Cumhurı müfessirîn burada Ruh, (.......) buyurulduğu vechile ta'mimden sonra tahsıs kabîlinden Cibril aleyhisselâm olduğunu söylemişlerdir.

Ebû Hayyan der ki, ERRUH, Cumhur Cibril, dedi, teşrif için bil'hassa zikredildi. Burada Melâikeden sonra ve (.......) de mukaddem zikr olundu. Mücahid ise, Erruh, benî âdemin hafezası olan Melâikenin hafezası olan melâikedir dedi. Bir de Erruh, Cibrilin gayri azîm hılkatli bir Melektir, denildi. Ebû Salih insanlar hey'etinde maamafih insan değil, dedi, Kabîsa İbn-i Züeyb, kabz olunduğu vakıt meyyitin ruhu dedi (.......) Lâkin (.......) mucebince kâfirin ruhu uruc etmiyeceği beyan edilmiş bulunduğundan muradı mü'min ruhu olduğuda kayd olundu. Razî de der ki, ba'zı mükâşifîn şöyle demiştir: Ruh, azîm bir nurdur. Envarın celâlullaha en yakınıdır. Sair Melâikenin ve beşerin ruhları menazili ervahın en son derecesinde ondan teşe'ub eder. Tarafeyn arasında ervahı melekiyye meratibinin mearici ve envarı kudsiyye menazilinin medarici vardır. Ve onların kemmiyyetini Allahdan başkası bilmez. Lâkin mütekellimîn kavlinin zâhiri (.......) Cibril aleyhisselâmdır.

(.......) bir günde - bir zamanda, bunun teallûkunda iki kavil vardır. Birisi (.......) ye müteallık olmasıdır ki, uruc o gün hasıl olur demektir.

İkincisi de Mukatilden rivayet edildiği üzere bu «gün» ün uruca değil (.......) kavline müteallık olmasıdır. Bu surette Melâike ve Ruhun urucu zaman ile takyîd edilmemiş azâbın vukuu gününün azameti anlatılmış olur. Maamafih bu ikisinden tenazu' üzere hem vukua hem uruca müteallık olup ikisi de aynî gün olduğundan dolayı birinin ki, hazf edilip birinin ki, zikr edilmiş bulunması ma'nâsı da anlaşılır. - (.......)

Ki, o günün mıkdarı Elli bin sene eder. - Burada (.......) sizin saydıklarınızdan kaydi yoktur. Fakat (.......) tenzilde (.......) buyurulmuş olmasına mebniy burada da o ma'nanın gözetileceğini söyliyenler olmuştur. Maamafih burada bu senenin Melâike ve Ruh senesi olmak ihtimaliyle günün daha ziyade tehvil ve tahzir ifade etmiş olması da muhtemildir. Ba'zıları burada elli bin seneden murad tûlün mıktarını beyan değil, o günün şiddetinden kinaye olduğunu söylemişlerdirki daha kısa veya daha uzun olmasına mani' değildir. Netekim Ebû Sa’îdi hudrîden rivayet olunan bir hadîste (.......) o gün mü'mine tahfif edilir, hattâ ona Dünyada kıldığı bir farz namazdan daha hafif olur.» Buyurulması da bunu andırır.

Ebû Müslim gibi ba'zıları bugünü Dünyanın ömrü zann etmiş, ne kadarı geçti, ne kadarı kaldı Allah bilir demiş ise de doğru değildir. Dünyanın sonuna aid olması daha zâhirdir. Cumhur demişlerdir ki, bu günden murad Âhıret günü Kıyamet günüdür. Sûrenin ilerisine doğru iyzahat da bunu gösterir. Lâkin bu surette Âhıretin ebedî olmayıp bir gaye ile mahdud olması ve Cennet ve Cehennemin fanî olmaları lâzım gelmezmi? Diye bir suâl varid olabileceği mülâhazasiyle Ebû müslim bunu Dünya günlerine sarfetmek istemiştir. Lâkin bunun cevabı şudur: Kıyamet gününün nefhalar beynindeki hengâmları gibi geçici muhtelif devreleri, halleri ve ehvalleri vardırki bunlar Cennet ve Cehenneme dühulden evvel ve mü'min ve kâfire başka başkadır. Bu elli bin

senelik gün Kıyamet ve Âhıretin hepsi değil, mevkıf günüdür. Kâfir Hisabı görülüp Cehenneme gönderilinceye kadar böyle ne senesi olduğu ma'lûm olmıyan ellibin senelik mevkıfte ve hattâ nice mevkıflerde böyle ellişer bin sene intizarlar içinde bekliyecektir.

5

O halde sabret biraz bir sabri cemîl ile

(.......) O halde sabret ya Muhammed! O kâfirlere öyle azâb, vaki' olacaktır. Onun emri verilmiştir.

Yâhud Cehennemde bir vadî seyl gibi akmağa başlamış o kâfirleri istiyla edecektir. Sen onları küfürlerine, istihzalarına biraz sabret, fakat (.......) bir sabrı cemîl - güzel bir sabır, kendini elemlendirmiyecek ve Allah’ın takdirine hüsni riza ile vazîfene bakacak surette bir sabır.

6

Çünkü onlar onu uzak görürler

7

Biz se onu yakın görürüz

8

O gün ki, olur sema' erimiş bir maden gibi

(.......) Mühl gibi - mühl yağ tortusu, yâhud potada eritilen ma'den gibi kaynar, türlü renkler arz eder. İbn-i Mes'uddan, eritilen gümüş gibi mütelevvin diye rivayet edilmiştir.

9

Dağlar da atılmış elvan yun gibi

(.......) Yun, bahusus türlü renklere boyanmış olan elvan yun. Zira dağlar (.......) dur.

10

Ve bir hısım bir hısıma halini sormaz

11

O günün azâbından oğullarını

Ya'ni öyle bir dehşetki birbirlerine gösterilip dururlarken bile soramaz, nerede kaldıki uzağı arasın

12

Ve refikasını ve biraderini

13

Ve kendini barındıran fasîlesini

(.......) fasîlesini - içlerinde yetiştiği ve başı sıkıldığı zaman kendisini kucaklayan, barındıran kavm-u kabîlesini, aşîretini, hemşerilerini, obasını

14

Ve Arzda bulunanların hepsini de sonra kendini kurtarsa

15

Hayır, çünkü o salgın bir lezâ, etrafı soyan nari ceza'

(.......) o - azâb ateşi (.......) alevli salgın ateş - Cehennemin bir ismi

16

Çağırır arkasını dönüp tersine gideni

(.......) den hal yâhud (.......) takdiriyle ıhtısas üzere mensubdur. Merfu' okunduğu kıraete göre haber ba'de haber veya sıfattır. Nüzu'dan saldırıcı, nezi'den, soyucu (.......):

ŞEVÂ, el ayak gibi etraf, netekim avcı: kol, bacak gibi öldürmiyecek noktadan etrafa isabet ettirdiği zaman (.......) derler.

Yâhud başın derisi demek olan (.......) ın cem'ıdir.

Ya'ni eli ayağı, tepeyi tırnağı soyar (.......) mazmununca azâb yenilenmek için onlar, yine iade olunur.

17

Ve toplayıp toplayıp kasaya yığanı

18

Hâkikat o insan helu' yaradılmıştır

19

Şer dokundumu mızıkcı

HELU', esasında bir çabukluk ma'nâsı bulunan bir taraftan tehammülsüzlük, mızıkçılık, bir taraftan da şiddet ve hırs gibi muhtelif mefhum arasında bir huysuzluk ifade eden mübhem bir vasıftır ki, şu iki âyet ile tefsir olunmuştur.

20

Hayır dokundumu kıskanç

(.......) kendisine şer dokunduğu zaman çok çok sızlanır - kendisine meselâ bir ağrı, bir sıkıntı bir yoksulluk, hastalık gibi bir acı dokundumu kıvranır, sızlanır. Feryad eder, dayanamaz başkalarından imdad bekler

21

Müstesna ancak o musallîler

(.......) yine kendisine bir hayır dokunduğu zaman da kıskanır - meselâ bir servete, bir sıhhate, bir mansıba kondumu hırsından, kıskançlığından kimseye bir şey vermek istemez, ağladığı günü derhal unutur. Başı ağrıdığı zaman her şeyden ümid bekliyen o mızmız adam bu kerre biraz kuvvet bulunca kimseye bir habbe vermemek, hayra mani' olmak için sımsıkı bir afacan kesilir, hakk-u hayra arkasını döner. Eline geçeni toplayıp yığmağa, saklamağa çalışır. Onun için de o salgın ateş onu çağırır.

22

Onlar ki, namazlarına müdavimdirler

(.......) ancak o mü'min musallîler, o huydan, o ahlâksızlıktan, o azâbdan, o kötü âkıbetten müstesnadırlar - Ki, onlar bervechi âtî güzel huylarla muttasıf ve Cennetlerde ikrama mazher olurlar: O ahlâklardan

BİRİNCİSİ

23

Ve onlarki mallarında vardır bir hakkı ma'lûm

(.......) salâtlarına devamlıdırlar. - Sade onun farzıyyetine îman ettim demekle kalmayıp Allah’ın emrettiği ve Peygamberin ta'lim buyurduğu vechile ma'lûm olan namazlarını terk etmeksizin devam üzere kılmağı da ahlâk edinmişlerdir. Allah’ı ve emirlerini unutmazlar.

İKİNCİSİ

24

Hem sâil için hem mahrum

25

Ve onlarki dîn gününü (ceza' gününü) tasdîk ederler

(.......) mallarında - sade keyfe kalmış nafile bir iane değil - malına göre muayyen bir nisbette ma'lûm bir hak, edası farz bir Allah borcu olmak üzere bir vergi vardır. Ona îman edipde dilenen muhtac ve dilenmek tenezzülünde bulunmadığı için zengin zannedilen ve fakat kesibden mahrum bulunan yoksul cinsi için o hakkı seve seve husni niyyetle bizzat veya vekilleri vasıtasiyle verirler (vezzariyati Sûresine bak).

ÜÇÜNCÜSÜ

26

Ve onlarki Rablarının azâbından korkarlar

(.......) din gününü, iyi veya kötü amellerin cezası verilecek haşr ü neşir ve hisab gününü tasdık ederler. - İymanlarında sadakatlerini ibraz ederler.

Ya'ni hakkı ve hukuku tanıyıp uhrevî sevaba îman ederek bedenî ve malî tâatler yapmak için gayretle çalışır, nefislerini zahmetlere koşar, ceza gününe îman ettiklerini böyle bil'fiıl amelleriyle isbat ederler. Burada tasdîkten murad yalnız kalben veya lisanen tesdîkı nazarîden ibaret olmayıp ona sadâkatı bil'amel filen isbat ma'nasına olduğu salât ve zekâttan sonra amelî tâatler miyanında sayılmasından ve bunun onlarda ıhlâsı takrir siyakında bulunmasından anlaşılır.

DÖRDÜNCÜSÜ

27

Çünkü rablarının azâbından emîn olunmaz

(.......) rablarının azâbından işfak üzere bulunurlar, kendilerine acıyarak azâbdan korku ve ihtiraz üzere bulunurlar. Vazîfelerinde, vecîbelerinde kusur etmiş veya menhîy olan bir şey'e ikdam eylemiş bulunmak ve hakka lâyık ameller takdim edememiş olmak endîşesiyle korkar dururlar. Güzel güzel ameller yapmakla beraber çalıştıkları, yaptıkları amellere güvenmezler, nihayette varıp kavuşacakları Allah’a karşı onları büyük bir şey yapmış gibi addetmeyip küçük görürler, onun huzuruna çıkacaklarını düşünerek (.......) medîhası üzere kalbleri titriye titriye çalışırlar.

28

Ve onlarki apışlarını korurlar

(.......) çünkü rablarının azâbı me'mun değildir. Aman verilmiş, ondan emniyyet istihsal olunmuş değildir. Çünkü insan için bu Dünyada her şeyi halletmiş, bütün vecîbelerini iyfa ve bütün mahzurlardan ictinab eylemiş bulunduğunu iddia etmek kabil olamadığı gibi sirri kader de ma'lûm değildir. Bugüne kadar hiç kusur etmemiş olduğu farz olunsa bile yarın ne hal kesbedeceğini Allahdan başka kimse bilemez.

BEŞİNCİSİ

29

Ancak zevcelerine veya milki yemînlerine başka, Çünkü bunda levm olunmazlar

30

Fakat ondan ötesini arayanlar, işte onlar haddi aşan hâşarılardır

(.......) Irzlarını, apışlarını korurlar, kimseye açmazlar, ancak zevcelerine ve ellerinin kazandığı milk cariyelerine karşı başka. (.......) Çünkü onlara karşı levm olunmazlar. - Fülânın üç dört zevcesi var, şu kadar milk cariyesi var diye medh olunmaları lâzım gelmezse de levm-ü zem de olunmazlar, kimsenin onları edebe, hukuka, şer'a muhalif görerek kınamağa levm-ü zemmetmeğe hakkı yoktur. Zira akd-ü milk ile halâldırlar

31

Ve onlarki emanetlerine ve ah'dlerine riayet ederler

Fakat ondan ötesini isteyenler - nikâhlı eşlerinin ve milk cariyelerinin mavrasında zevk arıyan, ırzlarını korumıyan, harama açılan, zina ve fuhuşte bulunan kişi gerek erkek, gerek dişi (.......) işte onlar haddi aşan mütecavizlerdir. - Her türlü levm-ü zemme, men'u zecre lâyıktırlar.

ALTINCISI

32

Ve onlarki şâhidliklerinde dürüstûrler

(.......) emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler. - Kavilden, halden, fi'ılden, maldan, hukukullahdan, hukukı ıbâddan kendilerine emanet edilen şeylere ve Allah’a ve kullarına, ehline, ıyaline, milkine, komşusuna, yakınına uzağına vermiş olduğu ahd-ü anda sadakatle riayet eder, onları ıhlâl etmekten sakınırlar. Hukukı şer'ın hepsi emanet olduğu gibi Allahü teâlânın kullara vermiş olduğu a'za ve emval ve evlâd-ü ıyal ve mansıb-ü ıkbal vesair ni'metlerin hepsi de emanettir. Onları mevzuunun gayride isti'mal edenler emanet hıyanet etmiş olurlar.

Buharî ve Müslimde İbn-i Ömer Hazretlerinden rivayet olunduğu üzere dört haslet kendisinde bulunan hâlıs münafık olur. O dörtten birisi bulunan da kendisinde nifaktan bir haslet bulunmuş olur: emanet verildiği zaman hıyanet eden, söz söylediği zaman yalan söyliyen, ahidleştiği zaman gadr eden, husumete kalkıştığı zaman da fücur eden, ya'ni bühtan ve iftira ile edebsizliğe sapan. Beyhekînin Şuabi iymanda Hazret-i Enesten rivayet ettiği bir hadîste Resulullah bir hutbesinde buyurmuştur ki, «(.......) = haberiniz olsun ki, emaneti olmıyan kimsenin îmanı yoktur, ahdi olmıyan kimsenin dîni yoktur (.......)

YEDİNCİSİ

33

Ve onlarki namazları üzerine

(.......) şehadetlerinde kaimdirler - doğru dürüst adaletle durur, şâhid oldukları şey'in hiç bir noktasını ketm etmeden, eğip büğmeden, dos doğru edâi şehadet ederler. Bu, emanatta dahil olmakla beraber ehemmiyyetini beyan için bilhassa zikr olunmuştur.

SEKİZİNCİSİ

34

muhafızlık ederler

(.......) namazları üzerine muhafız olurlar - tâ başta namaza devam söylenildikten sonra sonunda da üzerinde muhafızlık ile ayrıca söylenmesi hakkında müfessirîn demişlerdir ki, devam hiç bir vakıt terk edilmemesi ve umurı mukarine ve umuri lâhıkasına i'tina ile haline ekmel surette ihtimam içindir.

ÜMURI SÂBİKASI, namazın mükemmelen kılınabilmesi için vaktından evvel gözetilmesi lâzım gelen hazırlıklar, vakıtların duhulüne alâkai kalb ile dikkat etmek, abdest ve temizliğe ve setri avret, talebi kıble, temiz elbise ve temiz yer ve mükemmel olmak için cemaat ve mesacid gibi hususata ı'tina eylemek ve namazdan evvel kalbini vesveseden ve Allah’ın mâsivasına iltifattan tahliye ederek huzurı kalb bulmağa ve riyakârlıktan sakınmağa çalışmak.

ÜMURI MUKARİNESİ, namazın huzurı hakka yükselten bir mı'rac olduğunu düşünerek ve hikmetine muttalı' olarak sağa sola iltifat etmeksizin kıraet ve ezkârında huzurı kalb üzere bulunmak,

ÜMURI LÂHIKASI DA namazdan sonra lâgviyyâttan ve günaha girmekten sakınmaktır. Maamafih bütün bunlar yapılabilmek için en mühim bir şart daha vardır ki, o da «salâti havf» halinde kalmamak ve namaz kılmaktan men'edecek haricî bir düşman tecavüzüne düşüvermemek üzere sâlim bir vatan, bir dâri islâm ve onda emir bil'mar'uf ve nehiy anil'münker ile asayişi gözetecek bir cemaat lüzumunu idrâk ederek o hususta icabına göre karakol ve cihad vazîfesine âmâde bulunmak, ya'ni Allahdan başka bir şeyden korkmıyacak bir halde bulunmak üzere korunmaktır. Zira Sûre-i Tevbede geçtiği üzere (.......) dır. Yoksa namaza devam ihtimali kalmaz.

Bu suretle bu sekizinci haslet, islâmda cemaat kurumiyle asayiş, idare ve askerlik işlerinin namazı muhafaza gayesine bil'hassa alâkadar olması lüzumunu anlatmıştır. Binaenaleyh namaza devam ederken önünde ve sonunda bu muhafızlık vazîfesini unutmamak lâzım geldiği gibi muhafızlık yaparken de namaza devamı unutmamak ve onu korumak üzere kudsî bir vazîfe olarak yapmak lâzım gelir. Gerçi bu sûre mekkî olmak ve Mekkede henüz harbe dair bir emir nâzil olmamış bulunmak ı'tibariyle orada askerlik işleri mevzuı bahs olmaz ise de onun istihzarına müteallık böyle esaslar da yok değildir. Görülüyor ki, burada bu sekiz hasletin evvel ve âhiri namaz işi ile çerçivelenerek hepsi de musallî vasfında hulâsa edilmiş ve bu suretle namaz dînin direği olduğu anlatılmıştır.

35

İşte onlar Cennetlerde ikrâm olunanlardır

(.......) işte bunlar (.......) Cennetlerde ikram olunacaklardır. - Demek bu sekiz ahlâk Cennetin sekiz kapısı mesabesindedir.

36

Şimdi nevar o küfredenlere ki, sana doğru boyunlarını uzatarak koşuyorlar

37

Sağdan ve soldan fırka fırka

(.......) «Ize» nin cem'idirki aslı «azv» dendir. Her biri bir fırkaya ma'züvv, mensûb olarak parça parça, müteferrık bir halde, müşrikler Resulullahın etrafına halka halka, fırka fırka toplanıyor ve aleyhissalâtü ves-selâmın söyledikleriyle istihza ederek «eğer Muhammedin dediği gibi bunlar Cennete girerlerse biz onlardan evvel gireriz» diyorlardı, bu nâzil oldu diye rivayet olunmuştur.

Sûre-i mearic, Hâkkanın (.......) undan istikbale aid görülecek şeyleri ve Allahü teâlânın tebdile kudretini beyan ederek böyle bir va'îd ile hıtam bulduğu gibi, bu kudreti mazîde görülmüş bir misal ile tevzîh ederek aynî da'vayı tenvir buyurmak üzere bunu Sûre-i Nuh ta'kıyb edecektir.

38

Onlardan her kişi na'îm Cennetine sokulacağını ümidmi ediyor?

39

Yağma yok, biz onları o bildikleri nesneden yarattık

40

Artık o maşrıklerin, mağriblerin Rabbı için yemîne ne hacet, şübhesizki biz elbette kadiriz

41

Onları kendilerinden hayırlısına tedbil edebiliriz ve bizim önümüze geçilmez

42

O halde bırak onları dalsınlar ve oynıya dursunlar tâ o va'd olundukları güne çatacakları deme kadar

43

O günkü kabirlerden hızlı hızlı çıkacaklar, sanki çantalariyle dikmelere (putlara) gidiyorlarmış gibi fırlıyacaklar

44

Gözleri düşgün, kendilerini bir zillet saracakda saracak, o işte onların va'dolunup durdukları gün

0 ﴿