MÜZZEMMİL

Müzzemmil Sûresi Mekkîdir. Ancak hepsi bir def'ada nâzil olmayıb âhırındaki (.......) sonra nâzil olmuş olduğunda da ittifak vardır. Hazret-i Cabirin rivayetinde baş tarafı Müddessirden evvel nâzil olmuştur. Lâkin cumhûrun kavlince Müddessirin baş tarafı bundan önce fakat pek yakındır. Peygamber sallâllahü aleyhi ve sellem Hazretlerine Hıra mağarasında Melek gelib de söylediklerini söylemesi üzerine Hazret-i Peygamber Hadice radıyallahü anhanın nezdine döndüğü zaman «(.......) = beni örtün beni örtün» demişti.

Bunun üzerine (.......) arkasından da (.......) nâzil olmuştur. Bezzarın ve Evsatta Taberanînin ve Delâilde Ebû Nüaymin Cabir radıyallahü anhdan rivayetlerinde ise; Kureyş Darünnedvede toplanmış, şu adama bir isim takın da halk ona göre hareket etsin demişlerdi. Kimisi kâhin dedi, kâhin değildir dediler, kimi mecnun dedi. Mecnun değildir dediler, kimi sâhir dedi, sâhir değildir dediler, sevgiliyi sevgilisinden ayırır dediler, bu suretle müşrikler meclislerinden dağıldılar, bu Hazret-i Peygambere vâsıl olduğu, bunun üzerine siyabını örtünüp disârına büründü, derken Cibril gelip (.......) dedi (.......)

Âyetleri - Medenîde on sekiz, Bısrîde on dokuz. Maadasında yirmidir.

Kelimeleri - İki yüz elli sekiz.

Harfleri - Sekiz yüz seksen sekiz.

Fasılası - Yalnız (.......) harfidir.

Buradaki (.......) emrinin Sûre-i Cindeki (.......) kıyamında bilhassa münasebeti aşikârdır. Allahü teâlâ Resullerinden ıhtiyar buyurduğu ve İns ü Cinnin şerrinden muhafaza ederek zikrolunan hasaisa mazher kıldığı o mürtezâ Resuli tanıtmak ve gizlilikten zâhire çıkarmak üzere buyuruyor ki,

1

Ey o örtünen (Müzzemmil)!

(.......) Müzzemmil, tefe'ul babından ismi fâil, aslı mütezemmil, ta, zaya idgam olunmuştur. Örtüsüne bürünüp örtünen demektirki kendisi örtünmüş veya başkası tarafından örtülmüş olabilir. Bunun büyük bir vâkıa karşısında başını içine çekmek, gizlenmek, kaçınmak, rahata meyletmek gibi kinâye ma'naları da olabilir. Netekim Râgıb, istiare tarikıyle işe pek ehemmiyyet vermeyen, kısa davranan ma'nasına kinâye ve ta'rîz olmasını söylemiştir. Tezemmül masdarının sülâsîsi olan zeml maddesi bir çok ma'nalara gelir: meselâ zeml ve zemelan, atın, davarın neş'e ve cünbüşle bir nevi' yürüyüşü, yine zeml, terkiye redîf almak, zelm, yük yüklemek, zemîl ve ziml redîf ve arkadaş, zümle, çok yoldaş cemaati ma'nalarına geldiği cihetle tezemmül bunlardan herhangi bir tefe'ule muhtemil olabilir. Lâkin bilhassa ma'ruf ve mesmu' olan hâkikat ma'nası teleffüf bissiyab, esvabına bürünüp örtünmek olduğu beyan olunuyor. Bir de müzzemmil, yük yüklemek ma'nasına zemlden yükü yüklenen ma'nasına geldiği söylenmiştir.

(.......) hıtabı ilk evvel Hazret-i Peygamberi intibaha da'vettir. Ba'zıları işin ehemmiyyetine binâen bunun ne yatıyorsun? Neye gizleniyorsun? Neye zaıyf davranıyorsun? Kalk gibi bir nev'i ta'rız ve azarlama tarzında bir şiddet hıtabı olduğunu, ba'zıları da taltîf ma'nasiyle bir teşvık hıtabı olduğunu söylemişler ve böyle olması makamı nübüvvete daha lâyık olacağını mülâhaza eylemişlerdir.

Ebû Hayyanın zikrettiği vechile süheylî demiştir ki, Müzzemmil ismi aleyhissalâtü ves-selâmın ötedenberi tanına geldiği isimlerinden bir isim değildir. Ancak bu hıtab sırasında bulunduğu bir haletten müştaktır. Arab bir muhataba ıtab etmeksizin mülâtafa kasdettiği zaman ona bulunduğu halden müştak bir isim ile nida' eder. Netekim Hazret-i Ali Kerremallahü vecheh toprak üzerinde uyumuş ve böğrüne toprak yapışmış olduğu bir sırada Resuli Ekrem sallâllahü aleyhi ve sellem ona (.......) kalk ey toprak babası» diye hıtab buyurmakla ona mülâtafe ettiğini anlatmıştır. İşte (.......) hıtabında da böyle bir te'nis ve mülâtafe vardır (.......)

Bu beyanın en sağlam olarak ifade ettiği hâkikat Resulullah hakkında müzzemmil ismi evvelce ma'ruf olan bir ism olmayıp ancak bu hıtab lâhzasındaki halini gösteren bir vasf-ü taltîf olduğunu bildirmesidir. Lâkin mülâtafe ta'birinin zâhiri vechile bunun bir latîfe siyakında olması emrin ibtida vücub için olmasına münasib düşmez. Bir nedib ve istihbab mahiyyetinde telâkkî edilmesini iktıza eder.

Buna zâhib olanlar bulunmakla beraber bu telakkî ibtidâi risalet işinin ehemmiyyeti (.......) kavlinin ağırlığı karşısında hafîf görünür. Tarafı ilâhîden zatı Muhammedîyi makamı risalete yükseltmek üzere kıyam emrini vermek için gelen bu nidayi evveli emirde şiddetli bir tenbih telakkî etmek, lâtîfe gibi telaktî etmekten daha çok yüksek bir belâgatle risaletin şan-ü şerefine ihtiramı ifade eder.

Peygamberin bu nida esnasında bulunduğu tezemmül hali ne idi? Ve niçin idi? Bunda bir kaç vecih söylemişlerdir.

BİRİNCİSİ, Cumhûr bunun balâda beyan olunduğu üzere (.......) diyerek örtünmüş yatmış olması hali, bunun sebebi de Hıra mağarasında gördüğü Melekin ve aldığı vahyin şiddetinden duyduğu havf-ü heyecan olduğunu, ba'zî rivayette de Kureyşin darünnedvedeki sözlerinden te'essürü olduğunu söylemişlerdir. Bu hal içinde Peygambere te'nis ve taltîf tam zamanında yetişen bir ınayeti ilâhiyye olduğunda şübhe olmamakla beraber bunun daha yüksek bir intibaha da'vet siyakında şiddetli bir takviye olması herhalde daha kuvvetli bir ınayet ve imdad olur. Bu hal içinde Peygamberin örtündüğü ne idi? Ba'zıları bunun bir kadife: ya'ni saçaklı bir Acem keçesi olduğunu söylemişlerdir. Ba'zıları da Hazret-i Hadîcenin mırt ta'bir olunan büyük bir kisâsı, ihramı veya battaniyesi demişlerdir ki, ikisi arasında fark olmasa gerektir.

İKİNCİSİ: Katâde demiştir ki,, Hazret-i Peygamber salâti için elbisesine bürünmüş idi, Ferr'a ve İbn-i cerîr bunu ıhtiyar etmişler. Bu surette müzzemmil hıtabı mücerred teşvîk için olmuş olur. Gerçi burada (.......) emrinden evvel salât için bir emir bulunduğu ma'lûm değildir. Lâkin İbn-i cerîr, Hazret-i Peygamber geceleri namaz kılardı, işidenler de gelip iştirâk etmeğe başlamışlar, bir cemaat husule gelmişti, Resulullah onların toplanmasını pek muvafık görmeyip devam edememelerinden ve farz kılınmasından sakınmıştı «ey insanlar tâkat getirebileceğiniz amellere girişin, siz amelden usanmadıkça Allahü teâlâ sevabdan usanmaz, amellerin hayırlısı ise devamlı olanıdır» diye nasîhat etmişti, devam edenler devam ediyordu (.......) nâzil oldu, farz kılındı, diye Hazret-i Aişeden rivayet tahric etmiştir. Resulullahın Hıra ğârında Tehannüs ve teabbüd ettiği de sıhahta mervidir.

ÜÇÜNCÜSÜ, ıkrime, müzzemmil hıml ma'nasına zimlden büyük yük yüklenen mefhumiyle mecaz olup

(.......) ey nübüvvet yükünü yüklenen demek olduğunu söylemiştirki güzel bir ma'nadır. Bu üç kavle nazaran bu âyetin nüzulünden i'tibaren Peygambere müzzemmil ismiyle hıtabda şu mefhumlardan birisi mülâhaza edilmek lâzım gelir: (.......) diyen, ikincisi, ey namaz kılmak, ibadet etmek için giyinip hazırlanan, üçüncüsü, ey nübüvvet ve risalet yükünü yüklenen.

2

Kalk gice, meğer biraz

(.......) gece kıyam et - kalk, gece kıyam, maksada göre şumullü ma'nalar ifade eder. Burada kelâmın tertil, zikir, tebettül gibi siyakından anlaşıldığına göre ıbadet için kıyam olduğu anlaşılıyor, müfessirîn nemaza kalk demek olduğunu beyan ediyorlar. Ki, bunun iki vechi vardır. Birisi (.......) takdirinde olması, birisi de kıyam ta'birinin namaz ma'nâsına olmasıdır. Onun için kıyamı leyl gece namazında urfi şer'î olmuştur, gece kaim gündüz saim denilir. Gece kaim olmak, yatmazdan evvel de, uyuyup sonra kalkmak suretiyle de olabilir, ikincisine teheccüd denilir. Gece kalk demekten lisanımızda uykudan kalkmak anlaşılırsa da gece kaim ol, denilmek ikisine de muhtemildirki burada zâhir olan budur.

İslâmda beş vakıt namaz farz kılınmazdan evvel ibtida Peygambere bu emrile gece farz kılınmış olup Peygamber ve Ashabının Ramazanda olduğu gibi her gece uzun uzadı namaz kıldıkları, sonra bu Sûrenin âhırınde gelecek olan (.......) âyetiyle mıkdarı ta'dil ve tahfif olunduğu ve ba'zılarının kavlince bundan murad teheccüd olup ve beş vakıt namaz farz kılındıktan sonra teheccüdün vücubu ümmet hakkında nesh olunduğu Peygamber hakkında da (.......) emri carî olduğu beyan olunuyor. Ba'zılarının kavlince ise kıyamı leylin vücubu hiç nesh olunmamış, ancak tahfif olunmuştur. Diğer ba'zıları ise bu ilk kumilleyl emrinin farzıyyet için olmayıp nedib suretiyle bir teşri' olduğuna, nısıf veya daha az veya daha çok diye mıkdar hakkındaki tahyirin buna delâlet eylediğine ve binaenaleyh teheccüdün ne evvel ne sonra ne Peygambere ne de ümmete farz kılınmadığına zâhib olmuşlardır.

(.......) meğer biraz - birazı müstesna, ya'ni gecenin birazından maadasında kalk - Ne kadar?

3

: Yarısı, yâhud eksilt ondan biraz

(.......) gecenin nısfı, yarısı (.......) yâhud ondan biraz eksilt - yarısından az kalk, amma o eksiltmek yarının yarısından ya'ni gecenin dörtte birinden fazla olmasın, en aşağı dörtte biri kadar kalk. Çünkü rub'undan aşağı eksiltmek nısfın nısfından kalil değil, kesîr olmuş olur.

4

Yâhud artır ve Kur’ân oku, tertil ile yavaş yavaş güzel güzel

(.......)

Yâhud artır - yarısından ziyade kıl, ki, bu da üçte ikisi, nihayet dörtte üçü kadar olabilir. Burada nısıf, eksik ve ziyade, gecenin birazından maada olan kalkılacak kısmını yâhud istisna edilen kalkılmıyacak olan kalîli beyan olabilir. Gerek müstesna minh gerek müstesna hangi taraftan mülâhaza edilse netice aynî olur. Çünkü bir tarafı eksildikçe diğeri mütekabilen aynî nisbette artar, birisi arttıkça diğeri aynî nisbette eksilir. Şu kadar ki, naks ve ziyade muhataba nisbet edilmiş olduğundan kıyam gibi onun fi'li olmak lâzım gelir. Bu ise bunların kalkılmıyacak olan müstesna kalîli değil, kalkılacak olan gece müddetini beyan olduğunu iş'ar eder.

Bu karîne ile Ebüssüudün dediği gibi (.......) zamîrinin raci' olduğu müstesna minh leylden bedel olarak kıyam müddetini beyan olmak zâhirdir. (.......) fi'illeri de (.......) emrine mâ'tuftur. Bu suretle istisna edilen birinci kalilen de dolayısiyle mütekabilen beyan edilmiş olarak gecenin nısıf, sülüs veya rubu', veya sülüsane ve üç rub'a kadar müddetine şâmil olabilir. Bunun hepsi müstesnâ minh olan gecenin küllünden az olmakla beraber ba'zısında müstesna, mütebakîden az olsa da ba'zısında müsavî veya çok olmuş olur.

İstisnalarda çıkanın külle müsavî olmamak üzere kalandan az veya çok olması câizdir. Fakat istisnanın tabiatine nazaran çıkanın kalandan az olması zâhir ve kıyastır. Bunun aksi yapıldığı zaman bir nüktesi olmak lâzım gelir. Burada evvelâ kıyasa muvafık olmak üzere (.......) leylden istisna edilmiş, bununla beraber o kalîlin mütebakıye müsavî veya ondan çok olabileceği de anlatılmıştır: bunda başlıca üç nükte vardır.

BİRİNCİSİ, evvel emirde istisnanın az olması kaidesine tenbih.

İKİNCİSİ, istisnanın şazz olarak müsavî veya çok alması da câiz ise de kıyam müddetinin nısfı geçmesi evlâ olacağına bir işaret,

ÜÇÜNCÜSÜ, uyku ve gaflet ile geçen müddet, kemmiyyet i'tibariyle nısfından çok olsa da kıymet ve keyfiyyet i'tibariyle az ve zikr-ü ibadet ile geçen müddet, diğerinden az da olsa çok demek olacağına işaret, ve işte bu üç nükteyi iş'ar için evvelâ (.......) istisna edilmiş, sonra da o kalîlin müsavî veya az veya çok olabileceği maamafih herne olsa az demek olacağı anlatılmak üzere âyet, bu uslûbı beyanda vârid olmuştur. Bu üç mıkdar beynindeki tahyir, halin icabına veya gecelerin uzayıp kısalması takdirlerine göre en muvafıkını ihtiyar için demek olur. Bunlar içinde rub'a kadar ekalli müteyekkan ve binaenaleyh farz, ziyadesi nedb ifade eder. O suretle kalk (.......)

Tertîl, bir şey'i güzel tensiyk ve tertib ile kusursuz olarak açık açık hakkını iyfa ederek tebyîn eylemektir. Aralarında çok değil, biraz açıklık bulunmakla beraber gayet güzel bir nizamda görünen parlak ön dişlere (.......) ta'bir ederler, sözü de öyle tane tane yavaş yavaş mühlet ile ve güzel te'lif ve beyan ile söylemeğe dahi tertîlikelâm derler. Kur’ân’ın tertîli de böyle her harfinin, edasının, nazmının, ma'nasının hakkını doyura doyura vererek okunmasıdır. Burada «rettil» den sonra (.......) masdariyle te'kid olunması da bu tertîlin en güzel mertebede olması matlûb bulunduğunu gösterir.

Bir söz haddi zatinde ne kadar güzel olursa olsun gereği gibi güzel okunmayınca güzelliği kalmaz. Güzel okumasını bilmiyenler güzel sözleri berbad ederler. Kelâmın tertil ile güzel söylenmesi ve okunması ise sâde ses güzelliğiyle gelişi güzel eze büze tegannî etmek, sazteli gibi sade ses üzerinde yürümek kabîlinden bir musikî işi değildir. Nazmın ma'nâ ile münasebeti ve lisan fesahat-ü belâgati hakkiyle gözetilerek ruhî ve ma'nevî bir mütabakatle yerine göre şiddet yerine göre yumuşaklık, yerine göre medd, yerine göre kasır, yerine göre gunne, yerine göre ızhar, yerine göre ıhfa, yerine göre ıklâb, yerine göre vasıl, yerine göre sekit veya vakıf ve hasılı bütün maksad, ma'nâyı duymak ve mümkin olduğu kadar duyurmak olmak üzere tecvid ile okumak işidir. Bunun için Kur’ân okumakta tertil ve tecvid lâzımdır. Tecvid de kaf çatlatmak derdiyle çatlatmaktaki ma'nâyı gayb etmek değildir. Ilmi kıraet ve Tecvid kitablarında Kur’ân kırâeti üç mertebe üzere tasnîf olunmuştur.

Tahkık, tedvir, hadr. Tahkık, meddi munfasılı dört veya beş elif mıktarı çekecek suretle gayet ağır bir ahenk ile okumaktır. Tedvir, iki veya üç elif mıktarı çekecek vechile orta okumaktır. Hadr de meddi tabiî gibi bir elif mıkdarı çekecek vechile seri' okumaktır. Bir elif, iki fetha mıktarı demek olduğuna göre bir harekenin belli olacak vechile okunuşundaki ilk ses müddeti ahengin sür'at ve ağırlığına göre her kıraetin meftahını teşkil eder.

Âsım, Hamze, Nafı'den verş kıraetleri tahkık, İbn-i Âmir, Kisaî kıraetleri tedvir, sairleri hadr tarzındadır. Lâkin bunların hiç birinde bir harf veya harekenin hakkı çiğnenecek vechile okunmak câiz olamıyacağı cihetle asıl ma'nâsiyle tertil hepsinde şarttır. Böyle hadr ve tedvir taksimine cevaz veren ise gelecek olan (.......) emridir. Görülüyor ki, burada tertili Kur’ân emri kıyamdan ilk maksad bu olduğunu gösterir. Bu ise Kur’ân’ın namazda ve namaz haricinde kıraet ve ta'lîm-ü tedrisi ile tebliğine şâmil olabilirse de kıyamda okunması urfen namazda okunmasıdır. Bir de bu âyet, bu sûre nâzil olduğu zaman Kur’ân’dan ba'zı şeyler nâzil olmuş bulunduğunu anlatır. Fakat henüz çok bir şey nâzil olmadığı cihetle her gece bu kadar uzun müddet kalkıp da Kur’ân tertil etmek bunun mücerred bellemek için değil, namaz ve ıbadetle tatbık için okumağa vesiyle olduğunu iş'ar eder. Bununla beraber bu kıyam ve tertilin maksud bizzat olmayıp ıhzârî bir mukaddime olduğu beyan olunmak üzere buyurulyor ki,

5

Çünkü biz senin üzerine ağır bir söz ilka edeceğiz

(.......) çünkü biz sana ağır bir söz ilka edeceğiz - tehammülü, icra ve iyfası çok zor olan büyük bir kelâmı üzerine indirip tatbık ve icrasını sana emredeceğiz ki, o söz, ağır teklifleri ve mes'uliyyetleri ihtiva eden ve def-u reddi kabil olmıyan Kur’ân ile risalet emri, ilkası da onun vahyidir. Resulullaha vahiy nâzil olurken o kadar ağır ve şiddetle gelirdi ki, derhal çehresi değişirdi. Netekim Hazret-i Aişe demişti ki, gayet soğuk bir günde vahiy inerken baktım, açılırken alnından ter fışkırıyordu.

Kezalik Hıccetül'veda'da Arafatta Gadbâ nam devesinin üzerinde iken vahiy gelince ağırlıktan deve çöke kalmıştı. Vahiy ve ilka böyle maddeten bile bir sıklet ve tazyık ile geldiği gibi ma'nâsındaki ahkâm ve ahlâkın icra ve tatbikatı da nice mücahedelere mütevakkıf ağırlıkları muhtevîdir. Kur’ân’ı okumak kolay olsa da onunla amel zordur. Sonra mîzanda ecr-ü sevabı da ağırdır. İşte ibtida gece kıyamı ve Kur’ân tertili ile emir, o cümleden olmak üzere gelecek olan ağır emirlerin icrasına kabiliyyet ve isti'dad kesb etmek üzere nefislerin terbiyesi ve mücadele kuvvetlerinin terakkı ve inkişafı için ıhzarî bir riyazattır. Bunun gündüz yapılmayıp da geceden başlamasının sebebi ve hikmeti

6

Çünkü gece neş'esi hem daha dokunaklı hem deyişce daha sağlamdır

(.......) çünkü gece nâşiesi; gece yetişen nefis, veya gece vukua gelen hâdise veya gece neş'esi ve neş'eti (.......)

VATI, lügatte basmak çiğnemek, yumuşatıp döşemek, hazırlamak, uydurmak, ya'ni uygun hale koymak ve uygunluk ma'nâlarına masdar, bir de tümseklikler arasında basık ve engin yere denir. Ebû Amir, ve İbn-i Âmir kıraetlerinde (.......) ın kesri (.......) nın fethi ve medd ile (.......) okunur. Müvatae' uygunluk, mutabekat demektir.

Ya'ni gece nâşiesi daha baskın daha samimî, yâhud kalb ve vicdana daha uygun. Gece sükûnet ve inkıta' hengâmı olduğu için uyanık olanların gözü gönlüne daha mutabık ve gündüzün mevani' ve meşagil içinde duyulamıyacak hadisâtı duymak için keşfi daha açık ve riyadan, agyarın müzahamesinden âzâde olarak gayei ihlâsa daha muvafık yâhud daha keskin daha dokunaklıdır. (.......) ve deyişce, söyleyiş ve anlayış cihetiyle daha sağlamdır - kelâm daha iyi söylenir ve duyulur, gürültüler kesilmiş bulunacağı cihetle kıraet ve tefekkür mütalea ve tezekkür,

söylenen ve dinlenen söz daha sağlam olur.

7

Çünkü sana gündüzün uzun bir yüzüş vardır

(.......) Çünki senin için gündüzün uzun bir yüzüş (bir sebahat) var - burada sebh; yüzmek iki vech ile tefsîr edilmiştir.

BİRİSİ: yer yüzünde hareket, meşgul edecek, kırâet ve ibâdete mani' işler vardır. Onların arasında geceki huzur ve neş'e olmaz demektir.

İKİNCİSİ de diğer havayicini ve mühim işlerini görecek müsaid bir zaman vardır demek olur.

ÜÇÜNCÜ bir ma'na da: bu kıyam ile me'mur olduğun gecenin bir gündüzü gelecektirki sen o zaman uzun bir nezahete ve temizliğe ireceksin mealinde istıkbal için bir tebşir olur. (.......) gibi. İşte enfüsî, âfakî bu sebeblerden dolayı ilerisi için hazırlanmak üzere gece kalk ve tertil ile Kur’ân oku

8

Hem rabbının ismini an ve masivâdan kesilerek ona çekil

(.......) ve rabbının ismini zikret - gece ve gündüz an. Ki, tesbih ve tehlil, tekbir, temcid, tevhid, namaz, Kur’ân okumak ılim ta'limi, Allah için nasîhat ve irşad gibi resulullahın gece ve gündüz bütün saatlarında meşgul olduğu şeyler bunda dahıldir. (.......) ve ona, ya'ni rabbına tebtil ile tebettül eyle - kendini her şeyden çekerek rabbına çekil, ihlâs ile onun emr-ü tâatine meşgul ol, içinde yüzdüğün Dünya meşagıl ve makasıdı, alâkası gönlünü asla işgal etmesin.

TEBETTÜL; lügatte katı' etmek, kesmek demektir. Netekim ıbadette Allah’a inkıtaından dolayı Hazret-i Meryeme Betûl denilmiştir. Erkeklere rağbeti olmıyan kadına da betûl denilir.

TEBTİL; iyice ve tamamiyle kesmek, tebettül çalışarak kesilip çekilmektir. Razî derki (.......) yâhud

(.......) buyurulmayıp (.......) buyurulması ince bir ma'nayı ifade eder. Şöyleki asıl maksud bizzat tebettüldür. Tebtil ise tesarruftur. Tesarruf ile meşgul olan Allah’a mütebettil olmaz. Zira Allah’ın gayriyle meşgul olan Allah’a inkıta' etmiş olmaz. Lâkin tebettül husule gelmek için de evvelâ tebtil lâzımdır. Netekim (.......) buyurulmuştur. Onun için,

EVVELÂ, maksud bizzat olan tebettülü sonra da onun şartı olan tebtîli zikreylemiştir (.......) Zikrin ve tebettülün rab ismine tealluk ettirilmesi de evvela mahlûk ve merbubdan kat'ı nazar edip Halık tealânın ahkâmı rububiyyetine, enfusî ve âfakî tedbir ve tesarrufu esrarını mülâhazaya dalmak,

SANİYEN, fi'ilden fâile, hukümden hâkime teslimi nefs eylemek ma'nasına işarettir. Ondan dolayı tavzîh ile buyuruluyor ki, o senin rabbın

9

O meşrik u mağribin rabbı, başka İlâh yok ancak o, o halde yalnız onu tut vekîl

(.......) bütün Maşrık ve Mağrıbın rabbıdır - rabbül'âlemîndir. Âlemde gerek parlıyan gerek sönen her şey'in her hususta rabbı, müdebbiri, mürebbisi, maliki odur. Parlatan o, söndüren de odur. Herkes gerek bilsin gerek bilmesin bütün cihan onun tahti rububiyyetindedir. (.......) ondan başka ilâh yoktur. - Kemali mahabbet ile sevilip gönül verilecek ve ibadet edilecek, emrine teslim olunacak ondan başka ma'bud yoktur. Ma'bud ancak odur. Şuurların kavrayabildiği ve kavrayamadığı bütün emellere muradlara hâkim ancak odur. Başkasından ummak biyhudedir, rububiyyet de onun, ülûhiyyet de onundur. (.......) onun için ancak onu vekîl tut - bütün işlerini onun görmesini iste, şuurî dileklerin hepsinde onun emr-ü hukmünce yürü, ona dayan, ne senin kendinin ne de başkalarının arzusuna göre yürüme, onun her hususta irade ve kudreti nafizdir. Halbuki onun hukmüne uymayan her fikr-ü emel bâtıldır. O senin bütün umurunu islâh ve tanzîme, ve sana husumet edecek olanların haklarından gelmeğe kâfidir.

İnsanların en mühim işleri esas i'tibariyle iki emre münhasırdır. Birisi Allah ile olan muameleleri keyfiyyeti, birisi de halk ile olan muameleleri keyfiyyetidir. Evvelki kısım daha mühimm olduğu için Sûrenin evvelinden buraya kadar ona müteallık olan esaslar beyan olunduktan sonra ikinci kısım için de Buyuruluyor ki, onu vekil tut

10

Ve ağyarın diyeceklerine sabret ve onları bir hecri cemîl ile terket ayrıl

(.......) ve agyarin diyeceklerine sabreyle (.......) ve onları bir hecri cemîl ile terk et - şimdilik hallerine bırak.

HECRİ CEMÎL, kalben ve fikren onlardan uzak durup fi'illerinde onlara uymamakla beraber kötülüklerine karşılık vermeğe kalkışmayıp müsameha ve idare ve güzel ahlâk ile husni muhalefet etmektir. Ki, bunun nazîri (.......) âyetleridir. Râzî derki: bir kısım müfessirler bu âyetin kıtal emrinden evvel nâzil olup sonra kıtal emriyle nesh olunduğuna kail olmuşlar. Diğer kısım ise bunun kabule daha ziyade da'î olan hususatta Allah’ın iznine tutunmak olduğunu ve bu gibilere nesıh vârid olmıyacağını söylemişlerdirki essahh olan budur (.......) Amma onlar o kötülüklerinde devam etsinler gitsinler mi? Diye kalbe bir ukde gelmemek ve bunun herhalde muvakkat olacağı anlatılmak için de Buyuruluyor ki,

11

Ve bırak da bana o tekzîb edici zevk-u refah sahiblerini, mühlet ver onlara biraz

(.......) ve bana bırak o ni'metler içinde zevk ederek yumuşak yaşamak isteyen refah sahibi münkirleri ve mühlet ver onlara biraz - Keşşafın beyanı vechile nunun fethiyle na'me, Fatihada da geçtiği üzere ni'metle tena'um tereffüh, kesriyle ni'me, in'am, zammiyle nu'me meserret ma'nasınadır. (.......) Refah sahibleri, zevkına düşkün kimseler demektirki Kureyşin sanadîdi böyle idiler. Lisanımızda da ma'lûmdurki sen onu bana bırak demek ben onun temamen hakkından gelirim demektir.

Ya'ni sen yorulma, merak etme, onları sırf benimle bırak ve acele etme onlara çok değil biraz mühlet ver ben onların temamen haklarından gelmeğe ve cezalarını vermeğe kâfiyim

12

Çünkü bizim yanımızda bukağılar var, ve bir cehîm var

(.......) çünkü bizim yanımızda - sende olmıyan ve başkalarının yanında bulunmıyan (.......) nice tomruklar - görülmedik ağır ağır bukagılar (.......) ve şiddetli salgın bir ateş var

13

Ve buğaza duran bir ta'am ve bir azâbi elîm var

(.......) ve bugaza duran bir taam - zakkum, gıslîn, darî' gibi ki, bugaza girdimi ne yutulur ne çıkarılabilir. (.......) Ve her acıdan elîm, dayanılmaz bir azâb vardır. - Rivayet olunuyorki, Hazret-i Peygamber sallâllahü aleyhi ve sellem bu âyeti okuyunca haykırmıştı. Ve Haseni Basrî bir gün oruçlu iken akşam iftar edeceği sıra kendisine bir yemek getirilmişti, tam o lâhzada bu âyet zihnine geliverdi, yemeği kaldırın dedi, ikinci akşam konuldu yine hatırına geldi, yine kaldırın dedi, üçüncü gece yine öyle, Sabiti benanîye ve Yezîdi dabbîye ve Yahyelbekkâye haber verildi onlar geldiler, nihayet biraz sevık şerbeti içmeyince bırakmadılar. Razî derki: bu dört mertebeyi ruhanî ukubete haml ile anlamak da mümkindir:

ENKÂL, nefsin cismanî alâkalar ve bedenî lezzetler kaydında bağlanıp kalmasıdır. Çünkü o Dünyada bunlara mahabbet ve rağbet melekesini kazanmış olduğu için bedenden sonra hasret ve kaygusu artar kesb âletleri harab olmuş kalmamış bulunduğu için o meleke onun halâs olup da ruh ve safa âlemine geçmesine mani' engeller, tomruklar halini alır. Sonra o ruhanî bağlantılardan ruhanî ateşler çıkar. Çünkü nefsin bedenî ahvale şiddetli meyli ile beraber onlara irmeğe imkân bulamaması - bir kimse aradığı birşey'i bulamadığı zaman gönlünün yanması gibi - şiddetli bir ruhanî yanışı iycab ederki işte o cahîmdir. Sonra da o mahrumiyyet gussalarını ve firak elemlerini yutmakla uğraşırki işte taamen zagussadır.

Daha sonra da o bu ahval sebebiyle nuri ilâhînin tecellisinden ve mukaddesler silkine dizilmekten mahrum kalırki bu da hepsinden şiddetli olan azâbı elîmdir. Razî bunları söyledikten sonra bilhassa şu ıhtarı da unutmayıp derki: sözüm yanlış anlaşılmasın ben âyetten murad yalnız bu ruhanî ma'nalardır demek istemiyorum. Diyorum ki, âyet hem cismanî dört mertebenin husulünü hem de ruhanî dört mertebenin husulünü ifade eder. Ve ikisine de hamli mümteni' olmaz. Her ne kadar lâfız, meratibi cismaniyyeye nazaran hakikat, meratibi ruhaniyyeye nazaran meşhur mecazi mütearef ise de (.......)

Ya'ni umuni mecaz ile hakikat ve mecazın cem'i veya işaret ve delâlet sahihtir. Buna karîne ise Sûrenin başından beri gelen beyenatın yalnız cismaniyyete münhasır olmaması ve elem-ü gussanın cismaniyyetten ziyade ruhaniyyet işi olmasıdır. Çünkü ruh ile alâkası olmıyan cemadın yanışında azâb tesavvur olunmaz. Onların ne vakıt olacağına gelince

14

O gün ki, yer ve dağlar sarsılacak, dağlar erimiş bir kum yığınına dönecektir

(.......) ya'ni o günkü Arz ve dağlar sarsılacak (.......) ve o sivrilip duran dağlar (.......) erimiş kum yığınına dönecek - Arz düpedüz olacak. Burada eriyen dağlar olacağı anlaşılıyor ki, bu inkılâbda hepsi sarsılmakla beraber bilhassa kodamanların yıkılacağına işaret vardır. (Sûre-i Hakkaya bak).

Buraya kadar hıtab Peygambere idi. Peygamberi bu suretle ıhzardan sonra ilk evvel sebeb-i nüzul olan Mekke müşrikleri dahil olmak üzere münkirlere hıtaben risaleti Muhammediyyeyi i'lân için buyuruluyor ki,

15

Haberiniz olsun biz size bir Resul gönderdik, üzerinizde şâhid, netekim gönderdiğimiz gibi Fir'avne bir Resul

(.......) haberiniz olsun biz size bir Resul gönderdik - Allah’ın emirlerini tebliğ eyliyecek. (.......) üzerinize şâhid - kendisine karşı yaptıklarınıza şâhid olarak küfürlerinize, tekziblerinize o Kıyamet günü aleyhinizde şehadet edecek (.......) Firavne bir Resul gönderdiğimiz gibi - o Mûsâ idi. Bu teşbihte üç ma'nâ vardır.

BİRİSİ, Sûre-i Bakarede ve Sûre-i Safta geçtiği üzere Tevratta Hazret-i Mûsâya hıtaben âhir zaman Peygamberi hakkında «senin gibi bir Resul» diye haber verilmiş olan Resulün bu Peygamber olduğunu beyandır.

İKİNCİSİ, o vakıt Mekke Cumhuriyyetini idare eden müşriklerin Firavin gibi zulüm ve istibdadlarına işarettir.

ÜÇÜNCÜSÜ de netice olan şu inzarı anlatmaktır.

16

Ki, Fir'avn o Resule ısyan etti de biz onu vehîm bir tutuşla tuttuk alıverdik

(.......) Ki, Firavin o resule ısyan etti (.......) de biz o Firavni vahîm bir tutuşla tuttuk alıverdik - Firavin öyle olunca

17

O halde siz nasıl korunursunuz küfredersiniz? O gün ki, çocukları ak saçlı kocalara çevirir

(.......) o halde siz nasıl korunabilirsiniz eğer küfrederseniz? (.......) o günkü yeni doğmuş çocukları ak saçlı kocalara çevirir - o kadar korkunç o kadar şiddetli acı bir gün, çünkü meseldir, gam ve keder saçlar ağartır. Maamafih bunda o günün gelmesine, yeni neslin ıhtiyarlık çağına girecekleri bir zaman kadar müddet bulunduğuna ve batından batna inkilâbata da bir işaret dahi olabilir.

18

Sema onunla çatlamış tır ve onun va'di fi'le çıkarılmıştır

(.......) o gün ki, Semâ onunla çatlıyacaktır. - O öyle dehşetli bir gün ki, yalnız dağlar erimek, çocuklar kocalmakla kalmıyacak o yüksek Semâ bile yarılıp ayrılacak emri ilâhî vârid olup yeni bir âlem kurulacak, böyle şey olur mu denilmesin (.......) Allah’ın va'di yapıla gelmiştir.

19

İşte bu bir tezkiredir, artık dileyen rabbına bir yol tutar

(.......) işte bu ıhtar, bu inzarları ihtiva eden bu âyetler (.......) bir tezkire - bir öğüd, ve nasîhati tazammum eden bir tebliğdir. (.......) Artık dileyen rabbına bir yol tutar - o günün şiddet ve dehşetinden korunmak ve rabbına selâmetle irmek için îman ve itaat ve husni amelle Allah’a tekarrüb etmeğe çalışır. (.......)

20

Filhakıka rabbın biliyor ki, sen muhakkak gece üçte ikisine yakın ve yarısı ve üçte biri kalkıyorsun beraberindekilerden de bir tâife, halbuki geceyi gündüzü Allah takdir eder, bildi ki, siz onu bundan öte başaramazsınız, onun için size lutf ile ircaı nazar buyurdu, bundan böyle Kur’ân’dan ne kolay gelirse okuyun, bildi ki, içinizden hastalar olacak, diğer bir takımları Allah’ın fazlından bir kâr aramak üzere Yer yüzünde yol tepecekler, diğer bir takımları da Allah yolunda çarpışacaklar, o halde ondan ne kolay gelirse okuyun ve namazı kılın ve zekâtı verin ve Allah’a karz-ı hasen takdim edin, kendilerinizin hisabına hayr olarak her nede takdim ederseniz onu Allah yanında daha hayırlı ve ecirce daha büyük bulacaksınız, hem de Allah’a istiğfar edin, şübhesiz ki, Allah gafurdur rahîmdir

(.......) Balâda geçtiği üzere bu âyetin sonradan nâzil olup Sûrenin evvelindeki kıyamı leyl emrini tahfif ve ta'dîl etmiş olduğunda ittifak vardır. Ancak yine Mekkedemi yoksa sonradan Medînedemi nâzil olduğunda ve tahfif ve neshîn keyfiyyetini ta'yinde ıhtilâf edilmiştir. Hazret-i Aişeden bu âyetin (.......) den sekiz ay sonra nâzil olup baştan farîza gibi yazılmış olan kıyamı leyli farza irca' ederek ziyadesini nesh etmiş ve tetavvua bırakmış olduğuna dair de ba'zı rivayet vardır. Lâkin İbn-i cerîrin kaydettiği bu rivayetin zâhirine nazaran bütün Sûrenin Medenî olması lâzım geliyor. Halbuki Sûrenin evveli Mekkî olmasında ıhtilaf görülmüyor, İbn-i Abbastan da: Müzzemmilin evvelindeki (.......) mü'minlere çok meşakkatli idi, şehri Ramazanda kıyamları gibi kaim oluyorlardı, sonra tahfif olundu. Allahü teâlâ merhamet buyurdu da ondan sonra (.......) ilâ kavlihî (.......) inzal buyurdu, elhamdülillâh genişletti de daraltmadı.

Evveli ile âhiri arasında bir sene kadar olmuştu (.......) Katadeden: (.......) nâzil oldu bir sene veya iki sene kıyam ettiler o derece ki, ayakları ve sakları şişerdi, nihayet (.......) nâzil oldu. Nâs istirahat etti. Hasenden: (.......) âyeti nâzil olunca müslimler bir sene kıyam ettiler, kimi takat getirdi kimi getirmedi, nihayet ruhsat nâzil oldu, elhamdülillâh farîzadan sonra tetavvu'. Abd İbn-i humeydin, Ya'kub, Ca'fer tarikıyle Sa’îdden rivayetinde ise Allahü teâlâ Peygamberine (.......) indirdiğinde Peygamber sallallahü aleyhi vesellem bu hâl üzere on sene kaldı gece Allah’ın emri vechile kalkardı, Ashabından bir tâifede onunla beraber kaim olurlardı, Allahü teâlâ on seneden sonra (.......) ilâ kavlihî (.......) indirdi, on seneden sonra tahfif buyurdu.

Bir takımları da bu (.......) âyetinin Medenî olduğuna kail olmuşlardır. Ebû Hayyan buna Cumhûr kavli demiş ise de öyle de görülmüyor. Deniliyorki buna Medenî diyenler, bu âyette (.......) emrinin bulunmasını nazarı i'tibara almışlar, zekât Medînede farz kılınmış olduğu için bu âyetin de Medenî olması lâzım gelir demişlerdir. Buna cevaben ise Medînede farz kılınan asıl zekât olmayıp Sûre-i Berâe âyeti mucebince masriflerin, nasîblerin ta'yini olduğunu söylemişlerdir. Çünkü Mekkî olan Sûrelerde de esas i'tibariyle zekâta dair âyetler bulunduğu inkâr olunamaz. Bizim kanaatimizce bu âyetin Medenî olduğunu andıran bir karîne daha vardır. (.......) fıkrasıdır.

Çünkü bunda fîsebîlillah kıtale izin ma'nası vardır. Halbuki kıtale izin, Medenî olduğunda ittifak vardır. Halbuki kıtale izin, Medenî olduğunda ittifak vardır. Gerçi bunda mukatele edin veya me'zunsunuz denilmiyor, mukatele edecekler veya edenler olacak diye haber veriliyor. İstıkbale aid olsa da filhal neshın esbabından sayılması ve sarahaten mevzuı bahs edilmesi ihzarî mahiyyette olsun bir izne delâlet etmekten de halî kalmıyor. Halbuki buradan başka Mekkî bir âyette kıtalden sarahaten bahsedilmemiş bulunmasına nazaran bunun Medenî olması bize zekât fıkrasından daha vâzıh görünüyor.

Müfessirîn ise bundan bahsetmemiş yalnız zekât emri dolayısiyle ihtilâf nakleylemişlerdir. Bütün bunları mülâhazadan sonra şu kanaat hasıl oluyorki bu âyetin hepsi değilse bile lâekal bir iki cümlesi Medenî olmak geriktir. Maamafih herhangisı olursa olsun bu âyet Sûrenin başındaki gece kıyamı emrinin şiddetini, mikdarını tahfif etmiş, beş vakıt namaz farz kılındıktan sonra akşam, yatsı gece kıyamı cümlesinden kalarak teheccüdün vucubu nedbe tehavvül eylemiştir.

Buyuruluyor ki, filhakika rabbın biliyorki (.......) sen muhakkak, gecenin sülüsanına yakın ve nısfı ve sülüsü kaim oluyorsun - Demek ki, a'zamî kıyam müddeti sülüsandan biraz eksik (.......) vasatîsi, nısfı asgarîsi, (.......) sülüs oluyordu. Bu kıraette (.......) mensub olarak (.......) üzerine ma'tuftur.

EDNÂ, yakın veya ekall demektir. Nafi', Ebû amr, İbn-i Âmir, Ebû Ca'fer, Ya'kub kırâtlerinde ise (.......) üzerine atf ile mecrur okunur. Buna göre ma'na: sen gecenin sülüsanından ve nısfından ve sülüsünden az kalkıyorsun demek olur. Bu surette a'zamîsi sülüsandan, nısıf veya biraz fazla, vasatîsi nısıftan az sülüs, asgarîsi de sülüsden az, rubu' miktarıdır. Şu halde on iki saatlik bir gecede ekalli üç veya dört saat, ortası dört veya beş saat, en fazlası da altı veya yedi saat kalkılıyormuş demek olur. (.......) Sen de kalkıyorsun seninle beraber olanlardan bir tâife de - ya'ni Ashabından bir cemaat da kalkıyor, Demek ki, hepsi değil, Demek ki, hepsine farz değildi veya hepsi dayanamıyordu - (.......) geceyi de günzüdü de Allah takdir eder. - İkisinin de hakikî mikdarını ancak o biçer ve o bilir ve o bütün zamanı bilir. - (.......) İlmi ezelîsiyle bilmiştirki (.......) siz onu, o gecenin takdirini ihsa edemezsiniz. - Bunda iki ma'na vardır. Birisi her gecenin saatlerini bütün küsûratiyle alesseviyye ve temamen sayacak vechile takdir edemezsiniz.

Çünkü gece ve gündüz ihtilâf eder. Kesirler takdiri beşerin fevkında namütenahîye gider, uyku halinde ise temyiz bulunmaz. Bundan dolayı bu emri temamen yerine getirmek hepinizin yapabileceği bir iş olmamakla beraber sen ve ba'zı Ashabın gibi yapacak olanlarınız da ihtiyat olmak için fazlasını tutarak zahmetler, meşakkatler çekersiniz. İhsa, zamirin takdire ircaiyle Keşşafın ve bir çoklarının ihtiyar ettiği bu ma'na haddizatinde doğru olmakla beraber bu yalnız istikbale aid değil, emrin bidayetinde de böyle olduğu cihetle bu ılme nazaran ibtidai emrin pek yerinde olmamış olması gibi yanlış bir düşünce hatıra getirebilir. Bunun için (.......) zamirini Taberanînin rivayeti vechile kıyama irca' ederek tekdir ve ihsayı şu ma'nâ ile anlamak daha sade ve pürüzsüzdür. Daha ileride hepiniz bu kıyamı tamamiyle başarmazsınız, başa çıkaramazsınız.

Geceyi gündüzü, zamanların hal ve istıkbalde bütün tehavvülâtını takdir eden ve bilen Allah sizin bu gece kıyamını ileriye doğru hepinizin tamiyle iyfaya takat getiremiyeceğinizi, başaramıyacağınızı ezelden bilmiş ve o suretle kıyam emrini verirken de bunu bilerek haddizatinde muvakkat olmak üzere ibtidaen Sûrenin başında işaret edildiği vechile ilerisi için bir hazırlık mahiyyetinde olarak vermiş, şimdiye kadar o ihzar yapılmış, bundan sonra ise işin genişlemesi ve ta'mimi maksud ve hepinizin o zor kıyamı hakkıyla yapamıyacağı da ındiilâhîde ma'lûm bulunmuş olduğundan onun ta'dil ve tahfifi zamanı gelmiştir. (.......) Onun için Allah sizlere ılm-ü lûtfiyle yeniden nazar buyurdu - tevbe ve salâh ile müraceat edenlere tevbelerinin kabuliyle tekrar nazar ve merhamet buyurduğu gibi sizlere de yeniden lûtuf ve merhametiyle nazar buyurdu. O ağır kıyamın ağırlığını nesh edip kolaylaştırarak yeniden şu emri verdi (.......) bundan böyle Kur’ân’dan kolay geleni okuyun - gece kıyamından, kırâetten büsbütün vaz geçin değil, aslı kıyam emri nesh olunmuyor yine kalkın, fakat nısfı veya daha azı veya daha çoğu mıkdarlariyle ve uzun uzadıya tertil kaydiyle mukayyed olmıyarak Kur’ân ve kırâet denile bilmek şartiyle ne mıkdar kolayınıza gelirse o kadar okuyun, o kadar kıyam edin. Burada zikri lâzım üç mes'ele vardır:

BİRİNCİSİ, kırâet, bunda iki kavil vardır.

Müfessirînden bir çokları demişlerdir ki, (.......) emrine tam tekabül edebilmek için burada kırâetten murad namazdır. Kırâet namazın erkânından olduğu için cüz zikrolunup kül murad olunmuştur. Netekim kıyam, rüku', sücud her biriyle de böyle namazdan ta'bir olunur. Buna göre ma'na gece namazından kolayınıza geldiği kadar kılın, demektir.

Namaz ma'nası murad olunmak hasebiyledirki evvelki zor olan kıyamı leyl neshedilmiş, onun yerine kolayı emr olunmuş olur. Buna akşam ve yatsı namazları diyenler olmuş, teheccüdün vücubu nesholunup tetavvu' ve ıhtiyara bırakıldığını söyliyenler olmuştur. Fil'vaki' bu kırâette namaz veya kıyam kaydi gözetilmediği surette (.......) emrindeki zorluğun Kur’ân’dan kolay geleni okumakla tahfif veya nesh olunması lâzım gelmez. Olsa olsa bu emir yalnız (.......) emrine tekabül etmiş olur.

Halbuki bu âyetin siyaki tahfif içindir. Teyessür de buna delâlet eder demek olur. Mecaza daî ve karîne bu demek olur. Ancak bu surette Kur’ân ismi de (.......) gibi kırâet ma'nasına masdar olarak salâttan mecaz olmak ve kırâetin kolaylığı da bil'ıbare değil, erkânından bulunduğu namazın kolaylığı dolayısiyle mülâhaza edilmek ıktiza eder. Bunlar ise zâhirin pek hılâfınadır. Bunun için hem Kur’ân ve kırâetin hakıkat ma'nâsı muhafaza edilmek hem de namaz ma'nası gözetilmek için (.......) de (.......) takdirinde namaza kalkmak ma'nâsiyle mevzuı bahs olan kıyamı (.......) ların terettübü karînesiyle burada da kıraete kayd olarak mülâhaza etmek kâfidir ki, ma'nâ «(.......) = ya'ni namazda Kur’ân’dan kolayınıza geleni okuyun» o kadar kâfidir demek olur. Ve tahfif fahvâyi kelâmadan anlaşılmış olur. Diğer bir kısım müfessirîn ise (.......) gece namazla değil, aynen Kur’ân kırâetiyle emirdir. Binaenaleyh her gece lâekall elli âyet okumalı demişlerdir.

İKİNCİSİ, emrin zâhiri yine vücub içindir.

Ya'ni gece kıyam ve kırâet yine farz, ancak evvelki gibi ıhsa edilemiyecek vechile çok olmak şart değil, kolayına geldiği kadar demektir. Bu surette bunun da neshı ikinci (.......) emirleriyle vakı' olmuş olur. Murad yalnız kırâeti Kur’ân olduğuna göre de her gece biraz Kur’ân okumak bu vechile farz olmuş olur. Ki, bu namazda da namaz haricinde de olabilir. Lâkin bir kısım müfessirîn (.......) kolaya gelen ta'birinden ıhtiyara tefvız ma'nâsı anlaşılacağına mebniy bu emrin nedib veya ibaha için olduğuna kail olmuşlardır ki, Ebû Hayyan buna Cumhur kavli demiştir.

ÜÇÜNCÜSÜ (.......) Kur’ân’dan kolay gelen ne kadar olabilir? Bu alel'ıtlak mülâhaza edildiği surette takat dahilinde olarak yormayacak, zahmet vermiyecek kadar demek olacağından bu ise eşhasın ve halin ıhtilâfına göre fark edebileceğinden zâhirine nazaran ta'yin olunamaz. Bununla beraber mutlak kırâet ma'nâsına haml edenler usuli âdete ve eslâfın ı'tiyadına nazaran lâekall elli âyet olmalıdır demişlerdir. Lâkin her farzda esas olarak sâbit mıkdar ta'yini zarurî olmak hasebiyle namazda rükn olan farz kırâetin ednâ mertebesi olmak üzere İmamı a'zam Ebû Hanîfeden bu hususta üç rivayet vardır.

- 1: Lâekal kısa bir âyet olmalıdır.

- 2, Kur’ân ismi ıtlak olunacak ve bir insan hıtabına benzemiyecek kadar olmalıdır.

- 3, Lâekal üç kısa âyet veya bir uzun âyet olmalıdır. Çünkü en kısa sûre, üç kısa âyettir. Bu rivayet imameynin de kavlidir, müftabih olan da budur. İmam Mâlik ve Şafiî lâekal fâtiha okumak farzdır. Zira (.......) Fâtihasız namaz yoktur» Hadîs-i şerifi bunu ifade eder demişlerdir. İmamı a'zam vâcib ile farzı fark ederek bu hadîs ile namazda Fâtihanın vücubu sâbit ise de (.......) ile sâbit olan farzıyyet mutlak olduğuna ve binaenaleyh kasden Fâtiha terk edildiği surette namazın iadesi lâzım gelirse de sehven terk edildiği ve secdei sehiv de yapılmadığı surette vakıt geçmiş ise o namazın iadesi vâcib olmayıp müstehabb olacağına kail olmuştur. Burada bir de şundan gaflet etmemek lâzım gelir ki, (.......) de (.......) bil'ittifak beyaniyyedir. Binaenaleyh (.......) Kur’ân’dan bir cüz'e mahmul, ya'ni bir Sûre veya bir yâhud bir kaç âyet gibi yine Kur’ân ıtlakı sahih olan bir cüz'u demektir.

Şimdi bu teyessürün ve neshın istıkbale müteallık olmak üzere hikmeti beyan olunarak Buyuruluyor ki, (.......) Allah ılmi ezelîsinde bildiki sizin içinizden hastalar olacak (.......) diğer bir takımları da olacak (.......) Allah’ın fadlından talebde bulunmak üzere yer yüzünde yol tepecekler - ticaret için şuraya buraya sefer edecekler (.......) diğer bir takımları da olacak Allah yolunda çarpışacaklar - mücahede edecekler. Bunlar için ise balâda zikrolunan - kıyamı leyl müteazzir olacak, o emri yerine getiremiyecekler. Burada Allah’ın fadlından kesb-ü ticaret için sefer edenlerle fîsebîlillah çarpışacak mücahidlerin yanyana zikredilmiş olmalarında bunların ikisinin de ecirde birbirlerine yakın olduklarına işaret vardır. Beyhekî Şuabı iymanda ve daha diğerleri Hazret-i Ömer radıyallahü anhten rivayet etmişlerdirki: bana ölümün geleceği haller içinde fîsebîlillâh cihaddan sonra en sevgili hal, ben bir dağın iki şu'besi arasında Allah’ın fadlından talebde bulunduğum bir sırada ölümün bana gelmesidir, demiş ve bu (.......) âyetini okumuştur.

İbn-i merduyenin İbn-i Mes'uddan rivayet ettiği bir hadîste de Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem: her kim müsliman beldelerinden birine bir taam celbeder de onu gününün fiatiyle satarsa herhalde Allah yanında onun için bir menzile olur, buyurmuştur. Sonra bunu okumuştur. (.......) Hasılı bunlar ve bunlar gibi gözetilmeleri ve çalışmaları lâzım gelen bir takım ma'ziret ashabı skıyamı leyli başaramıyacaklarını Allah bildiği cihetle (.......) bundan böyle ondan, ya'ni Kur’ân’dan kolay geleni okuyun - (.......) ve sade farz olan vakıt namazını kılın ve zekâtı verin. (.......) ve Allah’a karz-ı hasen takdim edin - ileride sevabını almak üzere husni niyyet ve ihlâs ile ödünç verir gibi hayır yolunda infikatta bulunun (Sûre-i Bakarede ve Sûre-i Hadîd de ve Sûre-i Tegabünde ve emsalinde geçen nazîrlerine bak). (.......) Ve çünkü nefisleriniz için herne hayır takdim ederseniz Allah yanında onu hayır ve ecri daha büyük olarak bulacaksınız (.......) hem de Allah’a istiğfar ederek bütün ahvalinizde mağfiretini isteyin (.......) çünkü Allah gafurdur. - İsteyenleri mağfiret ve rahmetiyle begâm eder.

(.......) "Allah'ım! Peygamberlerin efendisi olan Resulüne (sallâllahü aleyhi ve sellem) indirdiğin Kur'ân hürmetine bizlere ve iman ile bizleri geçmiş olan kardeşlerimize mağfiret buyur, merhamet et. Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın. Amin.!

0 ﴿