KIYÂMET

Buna hem Sûre-i Kıyame, hem Lâuksimü Sûresi denilir. Hilâfsız, istisnasız Mekkîdir.

Âyetleri - Kırktır.

Kelimeleri - Yüz doksan dokuz.

Harfleri - Üçyüz elli iki.

Fasılası - (.......) harfleridir.

1

Yo... Kasem ederim o kalkım gününe (yevmi kıyameye)

(.......) kasemi nefiy değil, (.......) hayır vallahi, yok vallahi, değil vallahi gibi nefiyden sonra kasemdir. Netekim İmriül'kays şöyle demiştir:

Cumhur, bu gibi (.......) ların sıla, ya'ni mücerred te'kid için ilâve edilmiş, zâid olduğunu söyler. (Sûre-i Vakıada (.......) bak) fakat Zemahşerînin beyanına göre kasemden evvel gelen bu (.......) gibi kelâmın arasında olursa kasemi te'kid için ziyade edilmiş sıladır. Netekim (.......) de ılmi te'kid için ziyadedir. Lâkin bu Sûrede ve Sûre-i Beledde olduğu gibi kelâmın ibtidasında vâkı' olduğu zaman sıla değil, nefiydir. Çünkü sıla kelâmın esnasında olur. Bu nefyin vechi şudur: bir şey'e yemîn etmek, onu büyütmek, ı'zam etmektir.

Bunun başına harfi nefiy idhal etmekle sanki şöyle denilmiş gibi olur: «şu söyliyeceğim söz o kadar mühim ve büyüktür ki, bunun büyüklüğünü tanıtmak için kasem etmek bile etmemek gibidir, ya'ni ondan ziyade ta'zîme lâyıktır.» Bu ma'nâ ise kasemi takviye etmiş olacağından nefy ile te'kid edilmiş olur. Ba'zıları «kaseme hacet ve lüzum yok bu gayet kuvvetli ve belli» ma'nasiyle bu te'kidi ifade etmişler, ba'zıları da kasemden evvel geçmiş olan muhalif fikirleri redd için olduğunu söylemişlerdir. Bunu kasemden evvel muhatabanı zuhnini tahliye ma'nasiyle de izah edebilirizki şöyle demek olur:

Şimdi zihninden bütün muhalif fikirleri sil, söylenecek ve dinlenecek başka birşey yok ancak şu söyliyeceğim hâkikat vardır. Kasem ederimki ilh... Kasem, Ma’lûm ki, yemîn demektir. Biz meâlde bu «lâ» yı, bu ma'nalara temass edebilmek için yo... Diye ifade etmeği muvafık gördük. (.......) Yevmi Kıyame, ölülerin dirilip kalkması günü, kalkım günüki önü ölüm ve yıkım günüdür. Bununla kasemin cevabı ma'lûm olduğu için hezf edilmiştir. (.......) cevabı makamına ikame olunmuştur. Zira Kıyamet gününe kasem onun muhakkak olacağına kasemdir. Bu ise şöyle demek olur: «kalkım gününe kasem ederimki siz muhakkak ba'solunacak, öldükten sonra kaldırılacaksınız

2

Yine yo... Kasem ederim o pişman cana (nefsi levvameye)

(.......) bu da aynî mazmunda olarak nefsi levvamenin tehakkukuna kasemdir. Nefsi levvame, levm edici nefis demektir. Bu da ya başkasını levm eden pek kınâyan nefis yâhud yaptığı günahların fenalığını anlayıp da kendini kınayan, peşîman nefis demek olabilir.

İkincisi daha ma'ruf ve meşhurdur. Onun için nefisler: nefsi emmare, nefsi levvame, nefsi mutmeinne, nefsi mülheme, nefsi zekiyye, nefsi razıye, nefsi merdıyye diye yedi mertebeye kadar sayılırki her biri terbiye ve riyazat ile sülûkte bir mertebedir.

Ya'ni Kıyamet günü muhakkak olacak ve ona inanmak istemiyen emmara nefisler o gün kendisini çok levm edecek, Dünyada yaptıkları gafletlere, günahlara çok peşîman olacaklar, hattâ her nefis kendisini levm edecek, Dünyada yaptığı kusura peşîman olacak, daha iyi neye çalışmadım, daha güzel işler neye yapmadım diye peşîmanlık edecektir. Bu suretle nefsi levvameye kasem «o gün mütehakkık olan levmindeki acılığın ehemmiyyetine ve büyüklüğüne tenbih için demek olur.

3

İnsan sanırmı ki, derleyemeyiz kemiklerini?

(.......) Kasemlerin cevabları makamındadır. Ah nes İbn-i Şureykın damadı Adiyy İbn-i Ebî rabî'a, Hazret-i Peygamberin komşusu idi ve bu ikisi hakkında Resulullah (.......) Allah’ım bana kötü komşumun hakkından gel» derdi. Adiyy birgün Resulullaha: Ya Muhammed bana o kıyamet gününden haber ver bakalım, o ne zaman ve nasıl olacak? Demişti, Resulullah da haber vermişti, onun üzerine Adiyy: ya Muhammed ben onu gözümle görsem yine tasdîk etmem ve sana inanmam, Allah o kemiklerimi toplayacak? Demişti. Ebû Cehil de: Muhammed, Allahü teâlânın bu kemikleri çürüyüp dağıldıktan sonra toplayıp yeni bir hılkatle iade edeceğinimi zu'mediyor? Demişti, bu Sûre bunların biri sebebiyle nâzil olduğu rivayet olunuyor. Bundan dolayıı (.......) ahde haml etmek istiyenler olmuş ise de sebeb-i nüzul tahsîs ve ta'yini iycab etmiyeceğinden zâhiri vechile cinse mahmul olması doğrudur. Bundan her insanın böyle zannetmesi de lâzım gelmez.

4

Evet derleriz kadir olarak tesviyeye bile parmaklarını

(.......) Harfi tasdîktir. Şu kadar ki, ne'am, lâ, evet, hayır gibi degil, nefyi isbat suretiyle tasdîk ve takrir eden bir harfi tasdîktir. Meselâ daha gelmedimi? Suâline karşı evet yâhud hayır denilse evel gelmedi hayır gelmedi denilmiş gibi olduğu halde «belâ» denildiği zaman «evet geldi» denilmiş olur. Onun için biz (.......) harfini fi'li zikretmeksizin sadece terceme edemiyoruz. Burada (.......) ye mukabil (.......) demektir. (.......) de mukadder (.......) nün fâ'ilinden hâldir. Meali: evet biz onun kemiklerini öyle cemeder; derler toprazki (.......) parmaklarını bile tesviyeye kadir olarak - ya'ni sade o iri kemikleri değil, bedenin en ince teşkilâtına varıncaya hepsini, hattâ gövdesinin, etrafının en ince uçları olan parmaklarını uçlarındaki inceliklere varıncıya kadar tamamiyle tesviye etmek şartiyle derleyip toplamağa kadiriz.

Parmakların uçlarının hılkatınde bu suretle inceliğe işaret edilmiş olması zâhirî ve basît bir şey değil, onların hılkatinde göründüğünden çok derin ve ehemmiyyetli incelikler bulunduğuna delâlet eder.

Evvelâ insan en mühim işlerini ellerile yapar, onun için el kudretim timsali oddolunur. Şu iş onun elindedir. Elinden gelir, eli dardır, eli geniştir, eli uzundur, eli kısadır, eli açıktır, eli sıkıdır. Gibi kudret mefhumuna tealluk eden ifadelerin ele nisbet edildiği kadar hiç bir uzve nisbet edildiği yoktur denilebilir. Sonra elin bütün kıymeti ise parmaklardadır. El ile yapılan bütün işler parmakla alâkadardır.

Onun için on parmağın diyeti iki el diyetine müsavîdir. Fülân işte onun parmağı var, denilmek de parmağın te'sir ve kudret nişânesi olduğunu anlatır. Parmakların bütün incelikleri de uçlarındadır. Parmaklarda ve parmak uçlarında öyle acîb bir san'at ve öyle ince bir hassasiyyet vardır ki, Teşrihın, Ilmi ensacın incelikleri bile onu ihataya kâfi gelmez. Lâmise kuvvesinin hemen hemen bütün incelikleri onlarda toplanmıştır. Kaba bir misal ile: karanlık bir gecede meselâ bir kilâr veya bir dükkânda gezinirken elinizdeki bir baston ile şuraya buraya dürttükçe şu taş, şu toprak, şu un çuvalı, şu pirinç veya bulgur çuvalı, şu kahve veya fasulye çuvalı, şu şeker, şu kömür çuvalı diye bir çok şeyler ayırabilirsiniz ki, bütün bunlar bastondan gelebilen türlü ihtizazatın tenevvüatını parmaklarınızın sinir uçlarıile aldığı ıhsâsât şebekesinin incelikleridir.

Bir taraftan silâh gibi bir çok şeylere mukavemet eden tırnakların sertliğile mütenasib adalelerinin dayanıklı teşkilâtı içinde böyle muhtelif zarafet ve incelikleri ihtiva eden ve büyük büyük çekiç ve külünk darbeleriyle, yazı, nakış, resim, tezhib, tahrir daramalır gibi en rakîk çizgileri çizen rakîk ve zarif kalemleri, fırçaları, iğneleri i'mal ve idareye âlet olan parmaklar ve uçları hemen hemen insanlardan sudur eden amellerin en mühim kısmının tecellî ettiği hılkat ünbubeleridir.

Ki, bunların tamam okunması bilinse bir insanın her şey'ini dinemezse de pek çok hususiyyetlerini ifade ettikleri anlaşılır. Şu halde parmaklarını bile tesviyeye kadir olarak denilmekte o insanın ellerinden çıkan iyi kötü bütün a'mâl ve asâr ile beraber denilmek gibi derin bir ma'na vardır. Bunları yaratan elbette yine derleyip toplamağa kadirdir. Evet Allahü teâlâ insanın bütün hususiyyetlerini bir hücrede toplayıp temassül ettirmeğe kadirdir. Nasıl ki, kuyruk sokumundan acüzüzzenebden bir zerre içinde bir insanın bütün hususiyyetlerini toplar. İnsanın o zannı esas i'tibariyle bu kudreti hiç hissetmediğinden değil

5

Fakat insan ister önünde fücur etmesini

(.......) fakat insan, ya'ni fâcir insan önünde fücur etmesini ister - şehvetlarinden, ma'siyetlerinden, lezzetlerinden ayrılmamasını, ileride onlara devam etmesini ve hattâ ilel'ebet fısk-u fücur ile rabbına karşı terbiyesizlik etmesini ister fücurda devamı salâha tercih eyler de istihza' tarzında çapgınlıkla

6

Sorar: ne zaman diye o Kıyamet günü

(.......) sorar ne zaman o Kıyamet günü diye - lâkin sonra o kıyametin başlangıcı başladımı gözü açılır, Dünyanın her taraftan başına yıkılmakta olduğunu görür, dehşetler içinde kalır, yaptıklarına peşîman olur, kendini levm zamanı gelir çatar, halbuki son peşîmanlık fayda vermez, hak yerini bulur. İşte o suâle karşı ölüm ve yıkım emârelerinin görünmege başladığı, Kıyamet başlangıcı anlatılarak Buyuruluyor ki,

7

Ne vakıt ki, o göz şimşek çakar

(.......) derken ne zamanki göz şimşek çakar -

BERKI BASAR, gözün şimşek çakması, nâgehan tepesinde çakan şimşekten ma'ruz olduğu dehşet ve şiddet halinden mecaz olarak ansızın başına gelen mühlik hadisenin şiddetli âlâm ve ıztırabiyle dehşet ve hayret içinde duyulan kesgin intibahı ifade ederki bu sırada hâkikat yıldırımının yaldırayışı içînde insanın gözünden bütün Dünya yerinden oynayıp silinmeğe başlar

8

Ve Ay tutulur

(.......) ve Ay tutulur. - Burada

HUSUFI KAMER, Kamerin Şemse istıkbali halinde aralarına Arz gölgesinin haylûleti demek olan ma'ruf Ay tutulmak ma'nasına da olabilirse de hafif kalır. Bu daha ziyade o güne mahsûs bir tecellî olmak üzere nıra Kamerin zâil olup o şimşek çakan göze görünmez olması veya puslu, hazîn bir manzara içinde kalması halini anlatır.

Ya'ni mehtabında zevk-u safa ettiği o mahi tabân söner, puslanır, kararır görünmez olur.

9

Ve Güneş ve Ay toplanır

(.......) Ve Şems-ü Kamer cem' olunur. Toplanır - Şimşek manzarasında olduğu gibi kursı Şems ile kursı Kamer, yerlerinden oynatılarak çalkanır çalkanır bir araya gelir. Şems ile Kamerin ictimaı ta'bir olunan mihak gecesi gibi Ay ve Güneş bir araya gelmiş ve fakat yalnız Ay değil, Güneş de deryayı ademe dalmış, görünmez olmuş bulunur.

10

Der o insan o gün: nereye kaçmalı? (eynel'mefer)

(.......) Der o insan o gün (.......)

EYNELMEFER - nereye kaçmalı. Meferr, firar ma'nasına mimli masdardır. O fâcir insan o vakıt dehşetten kaçacak yer arar ye'sinden, şaşkınlığından böyle der. Bu, ye's ifade eden bir istifhamı inkârîdir. (.......) Bu, ye'si tasrihtir. Maamafih şaşkınlıkla hakikî istifham da olabilir. u surette de (.......) tarafı ilâhîden o gün cevabı redd veya bugün beyandır şöyleki:

11

Hayır hayır, yok bir siper

(.......) hayır hayır yok bir kaçacak sığınacak yer -

VEZER, aslında ağırlık ma'nasından cebeli meni', sarp ve muhkem dağ demektir. Böyle dağlar firarîlerin sığındıkları yerler olduğu için gerek dağ, gerek kal'a, gerek silâh gerek insan ve saire mutlaka melce', sığınak, sığınacak yer veya er veya siper ma'nasında şâyi' olmuş turki şâirin:

Ömrüne kasem ederimki yiğite yetişecek ölümden ve ihtiyarlıktan sığınacak bir yer, bir penah yoktur. Demek ki, (.......) kavli o gün eynelmefer diyen insanın sözünü hikâye olmak muhtemil olduğu gibi o gün onu redd için yâhud bugün ıhtar için doğrudan doğru kelâmı ilâhîden olmak da muhtemildir. Şu da onu beyan zımnında istînaftır:

12

Rabbınadır ancak o gün karar

(.......) rabbınadır o gün ancak karar -

MÜSTEKARR, istıkrar ma'nasına mimli masdardır. Karargâh ma'nasına ismi mekân da olabilir.

Ya'ni o gün her kim olursa olsun kulların sığınma kararı ancak rabbın Allahü teâlâyadır. Ondan kaçmak istiyenler de o gün ondan başka sığınacak hiç bir penah bulamazlar. Son karar ona veya onun emrine varılmaktır, Diger bir ma'na ile, o gün insanların varacakları karargâhı Cennetmi Cehennemmi ta'yin etmek rabbına aiddir. Bu hıtab o gün kaçacak yer arıyan insana değil, seyyidi muhatabîn olan Resuli Ekreme, dolayısiyle de alelumum insanlara beyanı hakikattir.

13

Ayıtılır insan o gün, yaptıklarile mukaddem, müahhar

(.......) insan o gün ayıtılır; haber verilir - ya'ni kendine haber verilir, yâhud insanın ne olduğu, hakkı neden ibaret bulunduğu hayır veya şer anlatılır. (.......) Mukaddem ve muahhar yaptıklarıyla - evvel yaptığı ve sonra yaptığı amelleriyle yâhud yaptığı, Âhıret için takdim ettiği ve yapmayıp geri bıraktığı, iyi veya kötü, hasenat veya seyyiat bütün işleriyle anılır, anlatılır. Hisaba çekilir. İşte o vakıt tam gözü açılır. Maamafih insan olana bunları anlatmağa lüzum bile yoktur. Çünkü

14

Doğrusu insan kendine karşı bir basîrettir

(.......) doğrusu insan kendine karşı bir basîrettir. - Bu âyet çok şayanı dikkattir. Burada insanın tam hakikati ta'rif edilmiştir. İnsan ne yaptığını bilmiyecek bir bedenden ıbaret değil, kendine şu'uru olan kendini kendi vicdanında duyan bir basîret diye anlatılmıştırki nefsi natıkayı iş'ar eder. İnsanın hakikati, böyle kendine karşı bir basîret olduğu için insan olan kendinde olup biten, ya'ni ruhuna, şuuruna ilişmiş bulunan her şey'i duyar. Yaptığı bütün ef'al ve harekâtına kendi vicdanında kendisi şâhid bulunur,

15

Dökse de ortaya ma'ziretlerini

(.......) Ve her ne kadar ortaya ma'ziretlerini sayar dökerse de: yaptığı işler hakkında, hisab ve suâl hengâmında başkalarına karşı kendisini ma'zur göstermek için türlü ma'ziretler beyanına kalkarsa da ne yaptığını, ma'ziretlerinin doğru olup olmadığını kendi nefsinde, kendi ruh ve vicdanında bilir. - Şu halde insanın hakikati başkasına karşı görünen söylenen değil, onun kendi nefsinde kendi vicdanında duyduğu ne ise odur. Âhırette Allah yanında göreceği de ondan ıbarettir. İnsan söylediği bir sözün yalan olduğunu kendisi bilip dururken halka karşı kendisini doğru göstermek için ne kadar ma'ziret saysa dökse o kendi bilirki kendi nazarında yalancıdır.

Binaenaleyh halk nazarında doğru da sayılsa hak nazarında yalancıdır. Halka iyi görünmekle, şu, bu ma'ziretler saymakla kendi vicdanında bilip durduğu hakikati değiştiremiyeceği gibi hak nazarında hiç değiştiremez. O halde halk ne söylerse söylesin, kendisi ne kadar ma'ziret serd ederse etsin insan huzurı hakta haddizatindeki hakikatiyle karşılaşacak, kendisi kendi aleyhine şâhid olacaktır. Onun için insan kendini gözetmeli, haddizatinde iyi olmağa çalışmalı, kötü işler yapıp da şöyle böyle ma'ziretler saymağa kalkışmamalı, kendisini, keyfinin, temenniyatının sevkıne göre değil, hak göziyle ve vicdanının bütün samîmiyyetiyle dinleyip gözeterek hareket etmelidirki hakk ile nâ hakkı, hayır ile şerri iyi temyiz edebilsin. Kendi aleyhine şâhid olmasın. Bu münasebetle Peygamberin kendine aid olmak üzere Buyuruluyor ki,

16

Depretme ona dilini iyvedinden onu

(.......) ona dilini depretme (.......) onu iveceksin diye - ilh... Bu âyetteki (.......) zamirlerinin merci'i zâhir değildir. Hıtab, mutlak insana olsaydı ma'ziretlerini sayıp dökmeğe kalkışan insanın nefsindekine, ya'ni vicdanındaki ne raci' olabilirdi ve şöyle demek olurdu, ey insan, o gün hisab başında hakkın huzurunda vicdanındakini acele söyleyip de işin içinden çıkacağım diye telâş etme, sakın, dilini bile oynatma, zira onu, o bildiklerini derleyip toplıyan sen değilsin biziz, biz onu derler toplar sana okuruz, sen yalnız bizim okuduğumuzun ardınca gel, ki, o vakıt tam hakkı söylemiş, yanlışlığa düşmemiş olursun. Filvakı' bu âyetin revişinden bu ma'nâ da anlaşılmaz değildir. Lâkin hıtab bil'hassa Peygambere olmak ve sonra da Kur’ân denilmiş bulunmak ı'tibariyle bu (.......) zamirinin evvelâ, bu sırada Peygamberin kalbine nâzil olmakta bulunan Kur’âna raci' olması ıktiza eder.

Zira zamirin merciı ma'nen veya hukmen geçmiş olmak kâfi olduğu ve (.......) gibi bir çok yerlerde Kur’ân’ın ismi geçmeden makam karînesiyle ona zamir gönderile geldiği ma'lûm olmakla beraber burada siyakın buna bir delâleti mahsusası da vardır. Onun için tefsirler bu (.......) zamirlerinin Kur’âna raci' olduğunu beyan etmektedirler. Tirmizîde bunun sebeb-i nüzulünü Sa’îd İbn-i Cübery, İbn-i Abbastan şöyle rivayet eylemiştir: Kur’ân nâzil olurken Resulullah iyi bellemek için dilini dudaklarını depretirdi, bunun üzerine Allahü teâlâ (.......) yi indirdi (.......) Anlaşılıyor ki, Hazret-i Peygamber sallâllahü aleyhi vessellem bu Sûre nâzil olurken bilhassa bu noktada lisanını depretmiş, acele okumak istemişti, bu âyet de bunun üzerine nâzil olmuş ve iyi zabt etmek için evvel emirde hareketsiz dinlemek emr olunmuştur.

Ya'ni Kur’ân kalbine, basîretine nâzil olurken sâde dinle, acele okumak için dilini oynatma

17

Çünkü bize aiddir onun cem'i ve Kur’ân’ı

(.......) çünkü bize aiddir onun cem'ı ve Kur’ân’ı - ya'ni tamamını toplayıp Kur’ân halinde tesbit ederek okutmak bizim teahhüd etmiş olduğumuz bir iştir. Onu sana indiren okutacaktır.

18

Biz okudukmu o vakıt ta'kıyb et o Kur’ân’ı

(.......) onun için biz onu okuduğumuzda - Cibril kırâetini bitirdiğinde (.......) o vakıt onun okuduğunu ta'kıyb et - ardınca peyderpey oku

19

Sonra bize aiddir yine onun beyanı

(.......) sonra beyanı da bize aiddir. Lüzûm ve ihtiyac hasıl oldukça vücuhi beyandan biriyle muradın beyan ve izahı da bize aiddir. Ilmi usulde tafsîl olunduğu üzere beyanın vücuhu beştir: beyanı takrir, beyanı tefsîr, beyanı tağyir, beyan tebdil, beyanı zarurettir. Bu suretle Kur’ân’ın bir çok âyetleri birbirlerini beyan ederler. Burada dikkate şayan olan noktalardan birisi de şudur ki, (.......) âyetlerinde Kur’ân, isim değil, kırâet ma'nâsına ruchan vezninde masdardır.

İkincisi makrüvv ma'nâsına da olabilir. bu münasebetle burada evvelce zikr ettiğimiz ma'nâya da bir nevi' işaret vardır. Nefsine basîret olan insan her hangi mühim bir hâdise karşısında vicdanının derinliğindeki hatıratı hakkı hakkıyle dinlemek ve kendi nefsine karşı şâhid olmak için acele etmemeli, nefsinin temayulâtını karıştırmıyarak samîmıyyet ve te'enni ile dinleyip ona göre hareket etmelidir.

Netekim «(.......) = kalbine danış müftîler sana fetva verseler bile» Hadîs-i şerifinde ve istihare hadîslerinde bu ma'nâ beyan edilmiş olduğu gibi (.......) Hadîsi kudsîsindede bu ma'nâ vardır. Enbiyanın vahyinden maada ilhamat umum için esbabı ılimden değil ise de amellerin hukmü niyyete bağlı ve niyyet umurı kalbiyyeden olduğu ve bunda şehadeti vicdanın ehemmiyyeti büyük olduğu gibi bil'hassa insan ef'al ve akvalinde kendi vicdanına sadık olabilmek için ruhundaki bütün ma'lumatı ve delâili gereği gibi dinlemek ve fücurunu, takvâsını, Allah’ın ilham ettiği gibi sezerek ona göre fi'liyyata girişmek dahi nüfusı mülhemenin şıarındandır. Çünkü huzurı hakka insan onunla çıkacaktır. Ve işte bu ma'naya işarettirki bu âyetleri bu Sûrede bir istitrad halinde bırakmıyarak evvelini âhirine temamen yapıştırmıştır.

20

Hayır hayır siz pişîni seviyorsunuz

(.......) bu da Peygambere hıtabdan sonra umuma hıtabdır. Burada (.......) aceleyi reddir. «Hakka» ma'nâsına olduğu da söylenmiştir. (.......) Pişîn - ya'ni Dünya, zira mukabilinde

21

Ve Âhıreti bırakıyorsunuz

(.......) burada kelâm temamen Âhırete intikal etmiş bulunuyor ki, Kıyametin, ba'sin fasıl günü olan hengâmına gelmiş bulunuyor.

22

Nice yüzler o gün ışılar parlar

(.......) nice yüzler o gün nedaretlidir. - Muvaffakıyyet

neş'esiyle sürur içinde ışılar parıldar. Çünkü

23

Rabbına nâzır

(.......) rabbına nâzırdır. - Onun cemaline bakmaktadır. Ehl-i Sünnet bu bakışı rü'yet ma'nasiyle anlayarak Âhırette mü'minlerin cemalullâhi rü'yetini isbat etmişlerdir. (.......) ye sarılan Mu'tezile de bu bakışı intizar ma'nasına haml eylemişlerdir. Halbuki gayeye irmiyen intizarın neticesi neş'e değil, inkisarı hayal ile elem olacağından burada sade intizar ma'nasının doğru olamıyacağını anlatır.

24

Nice yüzler de o gün ekşir pusarır

(.......) Nice yüzler de o gün pusarır - eleminden ekşir, kararır, pursarır -

25

Anlar ki, kendilerine bel kıran yapılır

(.......) burada zann cezmen ve yakînen anlamak ma'nasınadır.

Ya'ni anlarki (.......) kendilerine fâkıre yapılacaktır.-

FÂKIRE, büyük mûsibet dahiyei azîme demektirki amudifikarîye isabet eden, ya'ni belleri kırıp hurdühaş eyliyen şiddet ma'nasına gelir. Ba'zıları devenin burnunu dağlamak ma'nasına fakrden geldiğini söylemişlerdir. Birisi şiddetini, birisi de azâbın acılığını ifade eder. Lisanımızda filân iş fülânın belini kırdı ta'biri kullanılmak i'tibariyle biz buna mealde «bel kıran» demeyi muvafık bulduk. İşte Âhıreti birakıp, sonunu düşünmeyip de yalnız pîşine, Dünyaya mahabbet etmenin neticesi budur, bu beller kıran fâkıredir. Buraya kadar Kıyametin kısmen Dünyaya tealluk eden yıkım manzarasındaki dehşet sonra da Âhırete tealluk eden biri tecellii cemâle, bir tecellii celâle aid olan iki akıbet beyan olunduktan sonra hayatı Dünyanın sonu ve Âhıretin ilk kapısı ve ferdin Kıyameti demek olan ölüm ve sekeratı mevt hali tasvir olunarak Âhıreti bırakıp da Dünyaya mahabbet edenlerin belini kıran fâkıre Âhırete de kalmayıp

Dünyadan başladığı anlatılmak üzere Buyuruluyor ki,

26

Hayır hayır ne zaman ki, o can köprücüklere dayanır

(.......) ye nâzır olup âcileye mahabbetle Âhıreti terkten tahzir ve mevt halini tasvirdir. (.......) zamiri, Dünyaya mahabbet eden nefse yâhud o karîne ile ruha raci'dir. (.......) Terkuvenin cem'idirki boyunun dibinden kollara doğru olan köprücük kemiklerine denir.

27

Ve denilir: kim var bir okuyacak?

(.......) Rak, rakî, ya'ni rukye, irvâsâ yapan, naçarlık hallerinde son bir tedbir olmak üzere muraceat edilen okuyucu, bir nefes edici veya kavlî, fi'lî bir irvâsâcı demektirki ölüm halinde çağırılan cismanî veya ruhanî tabîbden, hekimden ve okuyucudan eamm olabilirse de daha ziyade ruhanî olan okuyucu da zâhirdir. İnanan da inanmıyan da son bir tesellî olmak üzere ona muraceat eder. Burada (.......) bir sekte ile okunur, ki, bunda lâfzî ve ma'nevî iki nükte vardır.

BİRİSİ, sekte yapılmadığı takdirde «nun», «ra» da idgamı bilâgunni yapılmak lâzım gelip (.......) «merrak» gibi okunmuş, ya'ni çorbacı denilmiş gibi olacağından sekte ile bu iltibâs kat' edilmiş olur.

İKİNCİSİ de bu lâhza nefesin kesildiği bir sekte lâhzası olduğuna bir tenbih olur. O râkî çağırılır çağırılmaz, bulunur bulunmaz o cihet başka fakat o lâhzada bu söylenir

28

Ve sezer o dem temamelfirak

(.......) ve sezer, anlar - o can çekiştiren, nefesi tıkanan muhtazar o demde anlarki (.......) o - başına gelen emrihak (.......) tam firaktır. - Sevgilisinden sevgili Dünyasından ve ni'metlerinden ve bütün a'zalarının yek diğerinden elveda', elfırak diye diye hicranlar içinde ayrıldığı

tam ayrılıktır. O dem o bunu anlamış

29

Ve dolaşır el ayak: bacağa bacak

(.......) ve sak saka dolaşmıştır. - Ölüm acısiyle el ayak karışmış, bacak bacağa dolaşmıştır.

30

Rabbınadır o gün yalnız mesak

(.......)

MESAK da sevk ma'nasına mimli masdardır.

Ya'ni o gün kişi yakalanır, başka birine değil, ancak rabbına sevk edilir. Hisabı görülmek, cezası verilmek üzere cebren ve kahren onun huzuruna götürülür. İşte Dünyanın sonu. Bu Âhıreti bırakıp da pîşin Dünyayı sevenlerin halâs ve visal neş'esiyle gülümsedikleri bu lâhza Dünya mahabbetine sargın ruhlar için böyle elîm bir firak, nihayetsiz bir hicran, ebedî bir sürgündür. Evet o gün o can her şeyden ayrılıp yalnız rabbına sevk edilecektir, ya Muhammed!

31

Fakat o ne sadaka verdi ne namaz kıldı

(.......) Bunu ekser müfessirîn îman ma'nasına tasdîkten olmak üzere tefsîr etmişlerdirki zâhiri de budur. Lâkin Ebû Hayyanın dediği gibi ba'zıları da sadakadan olarak, sadaka vermedi diye tefsîr etmişlerdirki bunda ziyade bir ma'na var. Evvelkinde (.......) mücerred te'kit gibi kalmış olacağından bu ma'na daha faydalıdır. Ve evvelki Sûredeki (.......) mazmununa da mutabıktır. Çünkü tasdîk, tesadduk ma'nasına da gelir. İkisinde de bunun «fa» ile yukarıya rabtı şu mazmunu ifade yler: fakat o Dünya zevk ve mahabbetine dalıp da nihayet böyle rabbına sevk olunacak olan ve ne zaman o Kıyamet günü diyen o fâcir can, ne yüzle rabbına varacak?

Çünkü o Dünyada ilerisini ne tasdîk etti, ne Allah için bir amel işledi, ne sadaka verdi, ne namaz kıldı, ve lâkin Allah’ı, Peygamberi Kur’ân’ı, Âhıreti inkâr etti yalan dedi ve hakka karşı arkasını döndü tâatta bulunmadı. Sonra da bununla iftihar ederek gerneşe gerneşe, kurula kurula ehline, evine veya iline keyif çatmaya gitti. Şimdi bu adam sonunda Dünyadan uzak bir hicran ile varacağı rabbına ne yüzle varacak? Şübhe yok ki,, bu adam o gün gülecek yüzlerden değil. Kendilerine fâkıre yapılacak, belleri kırılacak, belâsını bulacak pusarık; kara yüzlülerdendir. Bu âyetlerin iycaz içinde bu ma'nalara daha revnaklı delâletleri vardır. Onun için o gibilere şöyle buyuruluyor:

32

Ve lâkin yalan dedi ve döndü

33

Sonra da gerneşe gerneşe ehline gitti

34

Gerektir sana o belâ gerek

35

Evet, gerektir sana o belâ gerek

(.......) Arabcada (.......) ta'biri Türkçemizde «gerekti sana bu belâ oh olsun» demek gibi bir duâ ve teşeffî makamında kullanılır. Ma'lûmumuz olan (.......) dan (.......) evlâ ve elyaktır sana o veyl ü helâk» ma'nasınadır. Ba'zıları da bu (.......) nın (.......) kelimesinden maklûb olarak en büyük veyl başına olsun demek olduğunu söylemişlerdir. Bu âyetin Ebû cehil hakkında nâzil olduğu rivayeti geçmişti. Maamafih mazmunun emsaline de şumulü zâhir olduğunda şübhe yoktur.

36

Sanır mı insan muhmel bırakıla

(.......)

SÜDÂ, mühmel, teklifsiz, başı boş, kendi keyfine bırakılmış ilişiksiz demektir.

37

Değilmiydi bir nutfe dökülen menîden?

(.......) Mezkûr zannın butlânını isbat ile hatimeye ihzardır. (.......)

Bu Sûre okunduğu zaman Âhirinde (.......) denilmesi, Velmürselâtü âhirinde (.......) denilmesi «Vettîni vezzeytuni» nin âhirinde (.......) denilmesi Resulullahdan Ebû Hüreyre hadîsiyle, Ahmed, Ebû Davud, Hâkim, Beyhekî gibi muhaddisîn ve müfessirîn tarafından rivayet edilmiştir.

38

Sonra bir aleka, oldu derken biçimine koydu, derken tesviye etti de

39

Yapdı ondan da iki eşi: erkek ve dişi

40

O, ölüleri diriltmeye kadir değil mi?

0 ﴿