İNSÂN

Sûre-i İnsan, Sûre-i Dehir, Sûre-i Ebrar, Sûre-i, Emşac, «Hel etâ» Sûresi dahi denilen bu Sûre-i celîle Mücahid ve Katâde rivayetlerinde medenî denilmiştir. Hasen ve İkrime dahi Medenî olduğunu ve ancak (.......) bir âyetinin Mekkî bulunduğunu söylemişler, lâkin çokları hepsi Mekkî demişlerdir. Zemahşerî, Razî, Beyzavî, Ebüssüud, nisaborî hep Mekkî olduğunu kaydetmişler, Ebû Hayyan da buna Cumhûr kavli demiştir. Âlûsî derki İbn-i âdilden Cumhûra göre alelitlak medenî olduğu menkuldur. Şi'a da Medenî olduğuna kail olmuşlardır.

Âyetleri - Bilâ hılâf otuz birdir.

Kelimeleri - İki yüz kırk.

Harfleri - Bin elli üç.

Fasılası - Yalnız (.......) harfidir.

Sûre-i Kıyame, Kıyamet ve ölüm ahvalini beyan ile başlamış, insanın mükellefiyyeti, hayatı ile gayesinin ebedî hayat olduğunu anlatmak üzere ölülerin ihyasına kudreti isbat ile hıtam bulmuştu. Bu Sûre de insanın mebde'i hılkati ve hikmeti tekâmüliyle sa'yi beşerin fevâidini göstermek üzere o hayatı, o hatime ve gayeyi tevzıyh edecektir.

1

Fil'hakîka geldi insan üzerine dehirden bir müddet o anılır bir şey olmadı

(.......) HEL, istifham harflerinde olmakla beraber ba'zan (.......) gibi (.......) ma'nasında nefiy, ba'zan da burada olduğu gibi (.......) ma'nasında isbat yerinde kullanılır.

Müfessirîn burada ve (.......) de (.......) ma'nasında olduğunu söylemişlerdir. Bunun iki vechi vardır.

BİRİSİ, hel aslında (.......) ma'nasına tahkîk veya takrib için olmaktırki hakikaten geldi yâhud yaklaştı geldi demek olur.

BİRİSİ de istifhamı takrîrî olmak suretiyle geldimi geldi «geldiya!» diye aynî ma'nayı ifade etmesidir. Bununla insan hılkatinin tekvin tarihinde te'ehhürü tahkık ve takrir olunmuşturki sonra da bunun hikmeti derece derece terbiye ve ıstıfa ile tekemmül ettirilerek mebde' ve gayeyi anlayacak ma'rifetullah ile sirri teklîfe kabil bir hale getirilerek kendi şuur ve gayretiyle ileri doğru daha yüksek bir hayata ıstıfa için Sûre-i Mülkün başında geçtiği üzere imtihan ve ibtilâ meydanına sevk olduğu anlatılacak, ve şükrünü bilmeyip bu vazîfeden kaçınmak için kâfirlik edenlerin felâketleriyle şükrünü bilip vazîfelerini yapan ebrarın temiz ruhları ve tarzı mesaiyleri ve anın semeresi olarak Âhırette irdikleri hayatın zevkleri tasvir oluncaktır. (.......) İnsan üzerine - burada insandan murad Âdem, veya Benî Âdem diyen kaviller varsa da zâhir olan Âdem ve Benî Âdem hepsine şamil olan cinsi insandır. Ve huküm, her ferdi hakkında sadıktır. (.......) Dehirden bir hîn -

EDDEHR, Sûre-i Câsiyede de geçtiği gibi Râgıbın beyanı vechile aslı ma'nasında âlemin vücudunun mebde'inden inkızasına kadar bütün müddeti, ya'ni zemanı küll demektir. Ve burada bu ma'nayadır. Gayrımuayyen uzun zamanlara da ıtlak olunur. Zaman ise bunun hılâfına olarak az müddete de çok müddete de denir.

Ya'ni zaman silsilelerinin yekûnuna da parçalarına da zaman denildiği halde asıl dehir vahid olan külle ve ba'zan da büyük kısımlarına denir. Meselâ bir saat, birgün, bir ay müddete zaman denir, dehir denilmez ve bundan dolayı Fıkıhta yemîn mes'elelerinde dehrin ma'rife ve nekire hallerindeki ma'nalarının ekallini ta'yin hususunda Ashabın ve müctehidînin ıhtilâfları olmuştur. İmamı a'zam nekire olan dehrin ekalli ma'nasını ta'yinde tevakkuf etmiş (.......) demiştir.

HÎN, zamandan, az veya çok mahdûd bir müddete denilir. Külle ıtlak edilmez, vakıt gibi cüz'e ıtlak edilir. Burada dehrin mebde'i olan hılkatı âlem ile insanın hılkatı hadleriyle mahdûddur. Nekire olması ise haddizatinde mahdud olmakla beraber insana nazaran mikdarının mechûl olduğuna işarettir.

Ya'ni şu muhakkak ki, insan cinsi âlemin hılkatinden hayli müddet sonra yaratılmıştır. Âlemin hılkatiyle başlıyan dehirden, insan cinsinin yaratılmasına kadar sizin için mechûl ve maamafih bu iki hadd ile mahdûd bir müddet cereyan etmiş, insana doğru gelmiştir. O haldeki (.......) o müddet zarfından insan anılır, bu nam ile tanınır bir şey olmamıştır. - Bu cümle insandan hal yâhud «hîn» in sıfatıdır. Ve nefiy kayde müteveccihtir. Hiç bir şey olmamış degil, mezkûr bir şey olmamıştır. Mezkûr, hem kesr ile zikirden hem de zamm ile zükürden olabilir. Aslı ma'na mücerred insan lâfzının söylenmesi değil, bununla kasd olunan mefhum ve medlûl olduğu için mazmumdan olmak daha ma'kuldür. Maamafih meksûr da bundan eamdır.

Ya'ni insan namiyle anılan, anlaşılan insanlık mahiyyetiyle düşünülen bir şey olmamış, bugün insan unvaniyle tesavvur olunup zikorulunan cins vücud bulmamıştı, ancak insan unvaniyle tanınmayan bir şey olmuştu. Bidayetinde ilk maddeleri olan anasır, meadin, sonra onlardan tavır tavır yaratılıp mütevassıt maddeleri olan nebatî hayvanî gıdalar (.......) sonra onlardan süzülen ve yakın maddesi olan nutfeye doğru peyderpey etvar ve meratib içinde gelen bir şey olmuş, lâkin insan diye mezkûr olan şey olmamıştı. Hâkikat insanın her ferdi gibi cinsi de kadîm değildir, hâdistir. Hem dehrin başlangıcından, âlemin hılkatinden çok sonra vücude gelmiştir. Niçin öyle olmuş da daha evvel olmamış?

1 ﴿