MÜRSELÂT

«Vel'mürselât Sûresi» Urf Sûresi dahi denilir, Mekkîdir. İbn-i Mes'ud radıyallahü anhten sıhahta merviy olduğu üzere Minada bir garda nâzil olmuştur.

Âyetleri - Ellidir.

Kelimeleri - Yüz seksen birdir.

Harfleri - Sekiz yüz on altı.

Fasılası - (.......) harfleridir.

1

Kasem olsun o urf için gönderilenlere

(.......) vav, kasem içindir. Cevabı (.......) dir. Burada da Vessaffati, Vezzariyâtıda olduğu gibi bir takım kuvvetlere kasem olunmuştur: mürselât, asıfat, nâşirât, farikat, mülkıyat bu kasem olunanlar bu sıfatları zikredilmiş bulunduğu için ta'yinlerinde ihtilaf edilmiştir. Bunların hepsi bir cins veya kısım kısım muhtelif cinslerden olması muhtemildir. Melâike, rüzgârlar, Kur’ân âyetleri, Peygamberlerin bı'setleri, insanların kalblerine vârid olan dâıyeler. Bunlardan en zâhir olan hepsinin melekûtî kuvvetler olmak üzere Melâike olması ve hepsinin Allah tarafından gönderilmiş mürselât unvanında dahil bulunmasıdır. Ancak fiıllerine nazaran kısımlara, sınıflara ayrılabilir. Asıl murad da zatlarını anlatmak değil, âlemdeki inkılâbâti ifade eden fiıllerini anlatmaktır. (.......) ile zikr olunanlar da fiılleri arasında bir terettüb bulunduğuna (.......) ile zikredilende terettüb lâzım olmadığına tenbih vardır. Meselâ asf irsale müterettibdir. Fakat neşrin asfı ta'kıb etmesi lâzım değildir. Onunla müterafık da ayrı da olabilir. Ve aynî sınıfın fı'li olabileceği gibi ayrı bir sınıfın fı'li de olabilir. Lâkin fark, neşre, ilkai zikr ise hepsine müterettib demek olur. (.......) Hal veya mef'uli lehtir. Hal olduğuna göre at yelesi demek olan urften müstear olarak peyderpey tetabu' ve tevalî ma'nâsına gelir ki, ihsan etmek veya tanınmak ma'nâsına urften: «urf için, ya'ni tanınması lâzım gelen bir iyilik yapılmak, bir ma'ruf ihdas edilmek için» demek olur. Bunda lisanımızdaki idarei urfiyye ta'birini andıran bir ma'nâ vardır.

2

Derken büküp devirenlere

3

Ve neşrederek yayanlara

(.......) Yaymak, dağıtmak ma'nasına yâhud da nüşûr yapmak, ya'ni ölüleri diriltmek, harekete getirmek ma'nasınadır.

4

Derken seçip ayıranlara

5

Sonra bir ögüt bırakanlara

(.......) Zikir, din kitabı, öğüt, ya'ni va'z u nasîhat,

ıbret, hatırdan çıkarılmıyacak anıt ma'nalarına geldiğine göre zikir ilka edenler evvelemirde Peygamberlere vahiy getiren Melekler demek olursa da umumiyyetle insanlara öğüt telkîn eden, ıbret ve hatıra bırakan ilham Meleklerine, hâdiselere, kuvvetlere şamil olabilir. Keşşafta bu beş âyet vava nazaran iki kısma ayrılarak şöyle ma'na verilmiştir: Allah sübhânehu Melâikeden bir takımlarına kasem etmiştirki onları emirleriyle irsal eylemiştir de onlar emre imtisalde tehaffüf için rüzgârlar gibi güzergâhlarında önlerine geleni asf ile büküp devirip geçmişlerdir. Bir takımlarına da kasem etmiştirki onlar vahy ile inerlerken cevde kanatlarını neşretmişlerdir.

Yâhud arzda şeri'atler neşretmişlerdir.

Yâhud küfr-ü cehl ile ölü olan nefisleri diriltmek, nüşûre irdirmek için vahiy getirmişler hak ile bâtılı ayırmışlar, enbiyaya zikir ilka eylemişlerdir.

6

Gerek özriçin olsun gerek inzar

OZÜR, ma'zur kılınmak, ya'ni kabahati silmek ma'nâsına,

NÜZÜR de inzar etmek, korkutmak, sakındırmak ma'nâsına masdar olarak zikirden bedel yâhud mef'uldürler.

Ya'ni muhikk olanlara ozr için, mübtıl olanlara inzar için, ma'ziret ma'nasına azîrin veya inzar ma'nasına nezîrin yâhud âzir ve münzir ma'nasına azîr ve nezîrin cem'i de olabilirki üçüncüsünde hâl olurlar. Yine Keşşafta: yâhud: azâb rüzgârlarına kasem etmiştir: onları göndermiştir de büküp büküp devirmişlerdir. Ve rahmet rüzgârlarına kasem etmiştirki ölü erazîye hayat neşretmişlerdir de Allah’a şükredenlerle küfredenleri ayırd etmişlerdir (.......) gibi de bir zikir, bir intibah ilka eylemişlerdir. Ya Allah’ın ni'metini görüp şükretmek üzere tevbe ve istiğfar ile Allah’a i'tizar edeceklere ozr için veya onu tabi'ate hamledip Allah’a şükrürden gaflet edenlere inzar için. Ki, zikre sebeb olduklarından dolayı mülkıyâtı zikir addedilmişlerdir demek olur.

Bundan başka bu ma'nalar âyâtı Kur’ân veya Enbiyanın bi'setleri ve beşerin kalbine vârid olan havatır ve deva'î hakkında da mülâhaza olunmuştur. Maamafih bu âyetlerde yalnız sıfatler zikredilmiş olduğu için mevsuflarının ta'yinine kalkışmıyarak ve bu iyzahlar birer misâl gibi addolunarak bu yalnız asıf, neşir, fark, ilkaı zikir denebilen fi'illeri yapmak üzere urf için veya mütevaliyen gönderilen kuvvetler diye anlamak en sâlim ve en şumüllü ma'na olurki bu da Melâike ma'nasında zâhirdir.

7

Herhalde size va'dolunan muhakkak olacaktır

8

Hani o yıldızlar silindiği vakıt

9

Ve o Sema açıldığı vakıt

10

Ve o dağlar savurulduğu vakıt

11

Ve o ilçiler miykatlarına irdirildiği vakıt

(.......) Bu Resuller Peygamberlerde zâhirdir. (.......) Aslı «tevkîtden» (.......) tir.

Ya'ni Peygamberlerin intizar ede geldikleri ve ümmetlerine karşı şehadet edecekleri vakıt ve miyade irdirildikleri zaman ki, Kıyamettir.

12

Onlar hangi güne te'cil edildi?

13

Fasıl gününe

(.......) fasl günü, ayırt ve huküm günü

14

bildinmi nedir fasıl günü?

15

Vay haline o gün yalan diyenlerin

(.......) bu âyet bu Sûrenin terci' âyetidir. Bu terci'de mürselâtın sıra sıra tevalîsi manzaralarına da bir işaret vardır.

VEYL, leyl vezninde esasen şerrin hulûlü ma'nâsına olup ba'zan bir musîbetin hudûsü zamanında fecaati ifade için lisanımızdaki vay, yazık kelimeleri gibi tefeccü' makamında kullanılır. Bu ma'naca vay haline, yâhud yazık yazık! Demek gibi olurki biz bunları terahhüm makamında da te'essüf makamında da kullanırız. Bir de veyl uçuruma yuvarlanmak gibi berbadlık, helâk ve hasar ma'nasına azâb kelimesi, kahir veya beddu'a olarak kullanılır (.......), veyl ona, helâk oldu veya olsun demektir. Veyl Cehennemde bir vadînin veya kapının da ismidir. Veyl deresi,veylkapısı. Bu âyette o günkü fecaatin şiddetini beyan ile inzar ifade ettiği için biz bunu mealde vay haline diye terceme ile iktifa ettik «veyl o gün o tekzîb edenlere» denilse lâfzan daha uygun olursa da lisanımız i'tibariyle vay haline demek kolay geldi: Halbuki mırad fecaatin şiddetini anlatmaktır. Mükezzibîn, her âyette makablindeki mazmuna nazaran mülâhaza olunmak lâzım gelir. Meselâ birincide fasıl gününü, ikincide mücrimlere yapılacak azâbı, üçüncüde Allah’ın ılmini ve kudretini, dördüncüde beşerin ihtiyac ve mahdûdiyyetini ve kudreti ilâhiyyenin ihatasını ve ni'metini tekzid ma'nalariyle alâkadardır.

16

Helâk etmedikmi evvelkileri?

17

Sonra arkalarına takacağız geridekileri

18

Biz öyle yaparız mücrimleri

19

Vay haline o gün yalan diyenlerin

20

Yaratmadıkmı sizi bir hakîr sudan?

21

Kılıp da onu bir makarda temkin

(.......) karari mekîn, sağlam oturaklı karargâh, ya'ni rahim

22

Ma'lûm bir kadere değin

(.......) Allahü teâlâ ındinde ma'lûm olan bir kadere, ya'ni mukadder bir vakta değin - ki, o vilâdet vaktıdır.

23

Demek ki, ölçmüşüz, Demek ki, biz ne güzel kâdiriz

24

Vay haline o gün yalan diyenlerin

25

Ye kılmadıkmı Arzı bir tokat

(.......) kifat, zamm ve cemi' ma'nasına (.......) ten hısar gibi birbirine zamm ve cemi' ma'nasına ten hısar gibi birbirine zamm olunarak sıkışıp toplanılacak mahal, dernek yeri ve Ebû Ubeydenin kavlince via' ya'ni kab demektir. Biz buna mealde tokat dedik, bu tokat, sille ma'nasına tokat zann edilmesin, sürüden sapıp da ekinlere ve bağlara bağçelere dalan firari hayvanların bekçiler tarafından tutulup hapsolundukları mahalle dahi Anadolu Türkçesinde tokat ta'bir olunur. Netekim Tokat kasabasının ismi de bunu andırır. Buna Rumilide ba'zı yerlerde «kapı» ta'bir edildiğide mesmu'um olmuştur. Tevkıfhane ma'nasına kapı altı ta'biri de Anadoluda ma'ruf idi.

Yukarıda (.......), burada (.......) insanların gerek doğmadan evvel ve gerek doğduktan sonra her tavrında vatan ihtiyacına ve bu suretle gerek hayat ve gerek mematında kudreti ilâhiyye ile muhat ve her zaman kabzai kudretinde mevkuf ve mahbûs bulunduklarına tenbih, bununla beraber

26

Gerekse diriler için gerekse emvat

27

Ve oturdupda onda yumru yumru oturaklı dağlar, sunmadıkmı size bir su (tatlı) bir furat

(.......) her taraflarından Allah’ın ni'metleriyle beslenmekte olduklarını ıhtardır.

REVASİ, ağır basan oturaklı dağlar.

ŞAMİHAT, başını kaldırmış, mürtefi', yumru yüce.

28

Vay haline o gün yalan diyenlerin

29

Haydi boşanın o yalan dediğinize

(.......)

Ya'ni o mükezzibîne o fasıl günü böyle dinecek: Dünyada o ni'metler içinde mevkuf ve mahbûs bulunduğunuz Arzdan boşanın da orada iken yalan diye tekzîb edegeldiğiniz azâbı boylayın, def' olun diye tevbîh olunacak, o Arz onlardan boşaltılacak, inkâr ettikleri azâba sevk olunacaklardır ki, bu alel umum küffara hıtabdır. Mutlak tekzibin cezasıdır. Bâtıl i'tikadın cezası olmak üzere bilhassa bir kısmına da şöyle denecek:

30

Haydi boşanın bir üç çatallı gölgeye

(.......) haydin buradan boşanın (.......) üç çatallı bir gölgeye gidin -

Ya'ni Allah’ın birliğini tanıyan müvehhid mü'minlere mahsûs koyu gölgede Arşın gölgesinde mütena'im ve sayeban olmağa sizin hakkınız yoktur. Siz ona inanmıyordunuz, şirke, teslîse kail oluyordunuz. Şimdi müvehhid mü'minler Arşın gölgesinde, zilli zalîlde gölgelenirlerken siz i'tikad ettiğiniz üç çatallı bir gölgeye sığınınız. Atadan merviy olduğuna göre bu üç çatallı gölge Cehennem dumanının gölgesi diye tefsîr olunmuş, birçok müfessirler bu hatıbı da evvelkinin bir izahı gibi telâkkî ederek bunu ta'kıb etmişler. Ve demişlerdir ki, «duhani Cehennem» üç mevzi'den yükselecek, kâfirler onu ateşten korur zann ederek koşacaklar, en fena bir halde bulacaklardır. Bu surette bu zıl (.......) nın bir beyanı demek olur. Lâkin Ebû Hayyanın naklettiği vechile: İbn-i Abbas Hazretleri demiştir ki, bu hıtab, Salîbe tapanlara söylenecektir. Mü'minler Allah sayesinde Arşın gölgesinde korunacak, onlara ma'budünüz olan Salîbin gölgesine girin denecek, çünkü salîbin üç şu'besi vardır. ŞU'AB, bir cisimden ayrılan çatallardır (.......)

Ya'ni Salîbin bir kolu, gövdesi demek olduğundan şu'beleri üçtür. Demek ki, (.......) bir üç çatallı gölge» Hıristiyanlığın teslîs akıdesinin, ekanîmi selâsesinin bir remzidir, Salîb onu temsîl eder. Hıristiyanlık bunu ve Âhıreti tekzîb etmiyor, fakat en büyük halâsı bundan bekliyerek buna i'tikad ediyor. Onun için Âhırette o fasıl günü müslimanlar îman etmiş oldukları halıs tevhid gölgesinde gölgelenirlerken bir üç diye ekanîmi selâse ile teslîse i'tikad edenlere haydin bir üç çatallı teslîs gölgesine gidin denecek, lâkin öyle bir üç çatallı gölge neye yarar? Gölgelendirirmi? Azâbdan korumak için bir faydası olabilirmi? Bunu bir üç çatallı ta'birinden de anlaşılacağı vechile beyan için Buyuruluyor ki,

31

Ne gölgelendirir ne alevden korur

(.......) o ne gölgelendirir ne de alevden korur - çünkü çatallıdır. Çatalların arasından alevler hücum eder. Onun için o bir şey'e yaramaz, ona sığınmağa gelmez

32

çünkü o, öyle şirareler atacaktırki her biri bir saray gibi

(.......) çünkü o - âlev saçan ateş veya o çatallar muhakkak (.......) öyle şirareler, kıvılcımlar atarki (.......) kasır gibi - lisanımızda köşk diye ma'ruf olan kasır burada «dari kebîri müşeyyed» diye tefsîr olunmuşturki maksad büyüklük teşbîhi olduğundan saray gibi demek olur.

Ya'ni her biri cesamette ve uzanışta saray gibi

33

Sanki sarı sarı hopalar gibi

(.......) sanki o şerer (.......) sarı sarı erkek deve sürüleri gibi - evvelki teşbîh cesamet i'tibariyle bu da renk, kesret ve hareket i'tibariyledir. İbil deve, nâka dişi deve, cemel erkek deve cimâle cemelin cem'i olarak erkek develer demektir. Ve ma'lûm ki, erkek deve daha iri ve daha kuvvetlidir. Bizim Anadoluda erkek deveye cemel yerinde hopa ta'bir edilir.

İrilik ve kuvvetlilik teşbîhlerinde de hopa gibi denilir. Biz de mealde «sarı sarı hopalar gibi» demekle bu ma'naları anlatmak istedik. İşte o Cehennem ateşi, alevi o çatallardan böyle hem her biri saray gibi büyük hem de hopa sürüleri gibi çok sarı sarı kıvılcımlar atacaktır. Düşünmeliki şirareleri böyle olan alevler ne kadar salgın olacaktır. Artık böyle bir üç çatallı gölgeye sığınmanın ne felâket olduğunu anlamalı

34

Vay haline o gün yalan diyenlerin

(.......) vay haline o gün yalan diyenlerin - ya'ni gerek o ateşe ve gerek o üç çatallı gölgenin ondan korumayıp böyle bir felâket olduğuna inanmayıp da ona sığınanların

35

Bugün nutukları tutulacağı gündür

Onlardan korunanlara gelince:

36

İzin de verilmezki i'tizar ederler

37

Vay haline o gün yalan diyenlerin

38

Bu işte o fasıl günü topladık sizi ve evvelkileri

39

Varsa bir fenniniz atlatın beni

40

Vay haline o gün yalan diyenlerin

41

Şübhesiz ki, (korunan) müttakîler gölgelerde kaynaklar

42

Ve canlarının istediğinden meyveler içindedirler

43

Yeyin, için âfiyet olsun işlediğiniz amellere mukabil

44

İşte biz muhsinleri böyle karşılarız

45

Vay halina o gün yalan diyenlerin

46

Yeyin, zevk edin biraz, çünkü mücrimlersiniz

47

Vay haline o gün yalan diyenlerin

48

Yerler, içerler de rükû' edin denildiği zaman onlara, rükû' etmezler

49

Vay haline o gün yalan diyenlerin

50

Artık bundan sonra hangi söze inanacaklar?

Vel'mürselâti Sûresi de burada hıtam buldu. Lâkin o fasıl günü bilfi'il gelmeden ona inanmıyanların arkası alınmış olmıyacağından bunu Nebe' Sûresi ta'kıb edecektir.

0 ﴿