İNŞİKAKİnşikak, yâhud (.......) Sûresi bilâ hılâf mekkîdir. Âyetleri - Bısri ve Şamîde yirmi üç, maadada yirmi beştir. Kelimeleri - Yüz yedi. Harfleri - Dört yüz kırk. Fasılası - (.......) harfleridir. 1Semâ inşikak ettiği (.......) Sema inşikak ettiği: yarıldığı veya parçalandığı - Semanın inşikakı, bu âlemin tebeddülü için fevkından gelen emri ilâhînin nüzul ve tehahhuk etmek üzere Semada zuhurudur. Bunun başlangıcı, infitar, nihayeti tayy: (.......) sonra da (.......) mebdei gibi iadedir. Bu suretle inşikak bir taraftan Dünya Semasının yıkımı diğer taraftan uhra Semasının kuruluşudur. İnşikakın başlangıcı Sûre-i Furkandaki (.......) âyeti mantukunca Semanın gamâm ile yarılışı ve Melâikenin peyderpey indirilişi ve bu suretle emri ilâhînin gelmeğe başlayışı diye tefsîr olunmuşturki Sûre-i Bakarede (.......) âyeti mucebince kazai emir, bunun tamamı demektir. Gamâm, bulut veya ak bulut demek olan gamamenin cem'idirki Şıhabın beyanına göre inşikak sırasında hâdis olup içinde suhufı a'mal ile Melâike inecek olan bir dabab, ya'ni bir sis denilmiştir. Sema bidayeten bir duhan olarak yaratıldığı gibi Semanın herhangi bir tarafında ecramın birinde biemrillah vakı' olacak bir infılaktan husule gelecek bir gamâm ile de Semada bir infıtar ve işkikak vukua gelmiş olur. Netekim Semanın infıtarı ile kevakibin intişarı beraber zikrolunmuştu. Kâdî haşiyesi Şihabda derki (.......) ile tefsîr olunması İbn-i Abbastan me'sûrdur. Bu olmasaydı burada onu terk etmek evlâ olurdu. Çünkü infi'al babından inşikakın ihtiyar olunmasında kemali kudrete ve sanki şakka ihtiyac yokmuş gibi inkıyada delâlet eden bir ma'na vardır. Zeccac (.......) medlûlünce Kıyamet hevliyle inşikak edecek demiş, bunun gamâm ile olmasına münafî olmayacağı da söylenmiştir. Hazret-i Alîden bir rivayette bu inşikakın Mecerreden olacağı da merviydir. Ba'zı âsarda «Mecerre, Semanın kapısıdır» ehli Hey'et derlerki «Mecerre» histe temeyyüz etmiyen birçok yıldızlardır (.......) Mecerrelerin seçilemiyen birçok yıldızlar mecmu'ası olduğunda eski ve yeni hey'etçilerin ittifakı var demektir. Yeni hey'etçilerin de kana'atleri budur. Ba'zı ifratçılar Mecerrelerin bir takım yıldızlar olduğunu yeni hey'etçiler yeni teleskoplarla keşf etmişlerdir zanniyle ileri geri birçok sözler söylüyorlarsa da bu yeni değildir. Şübhesizki bunların teşekkülünde câlibi dikkat bir hususiyyet vardır. Mecerreler bizim görebildiğimiz Semanın en yüksek bu'dunda bir mevkii mahsusta olduğundan oradan başlıyacak inşikakın mafevkten gelen bir inşikak demek olacağı da anlaşılır. Böyle bir infitar ile başlıyacak olan inşikak Semanın nihayet tayy ve kazai emre kadar gittikçe inkişaf eden bir takım safahatı vardırki bunlar (.......) âyetleriyle ifade olunmuştur. Burada bu inşikak safahatının mebdeinden müntehasına, ya'ni kazi emre kadar mecmuunun vaktına işaret olmak üzere (.......) her cümlede tekrar olunmayıp Semaya aid (.......) fiillerinin mecmuu bir (.......) arza aid olanlar da bir (.......) tahtinde cem olunarak iki (.......) ile zikredilmiştir. Ya'ni Sema yarıldığı 2Ve rabbını dinleyip haklandığı vakıt (.......) ve rabbını dinlediği vakıt - burada (.......) üzün kelimesinden kulak vermek dinlemek ma'nasından olarak inkıyad ve itaatte mecazdır. Netekim lisanımızda da kulak vermek, dinlemek, söz dinlemek emir dinlemek, inkıyad ve İtaat etmek ma'nasına kullanıldığı gibi şâirin: «Benim anıldığım bir hayr işittiklerinde sağırdırlar, yanlarında bir şerr ile anıldığımda da kulak verir dinlerler» demek olan beytinde de (.......) o ma'nayadır. Ya'ni bidayeti hılkatte Sema dühan iken Allah ona ve Arza (.......) buyurduğu zaman (.......) diye tav'an ona inkıyad edip bütün tabi'atleriyle vücûde geldikleri gibi, inşikak emri verildiği zaman da Sema hiç mukavemet etmeksizin hemen inşikak edip rabbının irâde ve kudretinin te'sirine inkıyad eylediği ve binaenaleyh inşikaka müterettib, ahkâm husule geldiği vakıt (.......) ki, Sema ona «hakîk» lâyık kılınmıştır.» - Ya'ni Semanın hakikatine, tabi'atına yaraşan da odur. Çünkü ilk yaradılışında (.......) demiş, Allah’ın emrine itaat, tabi'atı olmak üzere vucüde getirilmiştir. Diğer bir ma'na ile o Semaya hak, vâcib kılınmıştır (.......) buyurulmuş olduğu için tav'an inkıyad etmese kerhen inkıyada mecbur olurdu. Onun için dinleyip tav'an ve tab'an inşikak etmese kerhen ve cebren şakk olunurdu. Biri liyaketten, biri vücubdan olan bu iki ma'naca (.......) de (.......) atıfa olmayıp cümle-i mu'terıza olarak (.......) nın medhulünden ayrı olmuş olur. Çünkü bu liyakat ve hak, Semaya yalnız inşikak zamanında değil, haddizatinde sabittir. Hak fi'li, şu şuna ehaktır, hakîktir, müstehıktır gibi liyakat ma'nasına kullanıldığı zaman (.......) gibi mechul sıgasiyle kullanılır. Lâkin her mechul okunanın o ma'nadan olması lâzım gelmez, vücub ve iycab ma'nasında (.......) veya (.......) ile sılalanır. (.......) gibi burada (.......) veya (.......) bu iki ma'nadan şöyle tefsîr olunmuştur. (.......) ya'ni Sema dinleyip inkıyad etmeğe imtina' etmemeğe şayan kılınmıştır demek olup ma'na, kudreti rabbaniyyeye her mümkinin mütave'ati vâcib ve hakk olduğunu i'lândır. Yâhud: (.......) ya'ni Allah, kendisine inkıyadı Sema üzerine vâcib kılmıştır. Binaenaleyh Semanın ona inkıyadı haktır, vacibdir. Yine bu ma'nalarda olarak (.......) hevlin şiddetinden dolayı ona inşikak vâcib olmuştur diye de tefsîr edilmiştir. Bu surette «vâv», âtıfe olup cümle (.......) nın medhulünde dahil olur. Bunun ücü de inşikakın tehakkukunu te'yid etmiş ve ona terettüb edecek umura tearruz etmemiş oluyor. Biz ise bundan daha başka bir ma'na anlıyoruz, şöyleki: (.......), yalnız inşikak emrini değil, onunla beraber Melâikenin nuzulü ve daha sair ahkâmı rabbaniyyenin icrası gibi inşikaka müterettib olan evâmiri ilâhiyyeye inkıyad ve itaat, ya'ni (.......) mazmunlarına işaret (.......) de «elhâkka» dan havâkkı umurun vaki olacağı Hâkkanın tehakkuku veya hakkın galebesi ve ihkakı ma'nalarından biriyle (.......) ya'ni Semaya hâkka vaki' olduğu veya Semâ haklandığı: emri hâkka mağlûb olup hak, ihkak edildiği vakıt demek olarak (.......) mazmunlarına işaret olmak daha müfid ve beliğ olacağı kana'atindeyiz - 3Ve Arz meddedildiği ve içindekini atıp boşaldığı (.......) ve arz medd olunduğu - dağları dereleri dekk ile tesviye edilip (.......) düzletildiği veya çekilip uzatılarak seası ziyadelendirilip genişletildiği 4Ve rabbını dinleyip haklandığı vakıt (.......) ve içinde ne varsa attığı - ölüleri kabirlerinden fırlattığı (.......) mısdakınca içindeki agırlıklarını, künuzünü ve meadinini döktüğü, Sa’îd İbn-i cübeyr gibi bir takımları künuzün ihracı Deccalin hurucu sırasında olduğuna binaen burada yalnız mevtâya kasr etmişler ise de Katâdeden merviy olan evvelkidir. (.......) Ve temamen boşaldığı - Âlûsînin nakl ettiği üzere Ebülkasimi Cîlî Dîbacda İbn-i Ömer radıyallahü anhten tahric etmiştirki Peygamber sallâllahü aleyhi vessellem şöyle buyurmuştur. «(.......)= ben, Arz kendisinden inşikak edeceklerin evveliyim, hemen kabrimde cülûs ederek otururum ve Arz benimle hareket etmeğe başlar, ne oluyorsun derim: rabbım bana içimdekini atıp boşalmamı, boşalıp da vaktiyle bende hiç bir şey yokken olduğum gibi olmamı emretti, Der, işte bu Allahü teâlânın (.......) kavlidir. Öyle boşaldığı 5Ey o insan! Sen cidden rabbına doğru çabalar da çabalar nihâyet ona mülâkî olursun (.......) ve rabbını dinleyip haklandığı vakıt - bunda da söz evvelki gibidir. (.......) nın tekrarı Semâya âid olanlarla Arza âid olanların bir nevi hususıyyetle istiklâline, ya'ni inşıkak-u hâkkanın iki safhasına işaret içindir. Bu (.......) lar bir taraftan yukarıki Sûrenin Âhirine bir taraftan da bundan sonrasına merbut gibi mulâhaza olunabilmek üzere, cevabı bir bakışa mahzuf bir bakışa da mezkûr denilebilecek bir üslûbdadır. Onun için ba'zıları bu (.......) ların şart ma'nâsından mücerred zarfiyye olup cevaba muhtac olmadığını söylemişlerdir ki, bu surette balâda zikr olunan tesvîb ve ceza ne vakıt? Suâli mukadderine karşı (.......) diye cevab olabilir. Ba'zıları şartıyye olup cevabı tehvil için hazf edilmiş olduğunu söylemişlerdir ki, o vakıt neler neler olacak şimdi beyana sığmaz demek olur. Ba'zıları Tekvîr ve İnfıtar Sûreleri karînesiyle o vakıt herkes ne yaptığını anlar demektir demişler. Ba'zıları da (.......) fiıllerinin ma'nâsında cevab münderictir demişler. Fakat en doğrusu cevab şu iki âyetten birinin mazmunundadır. 6O vakıt kitabı sağ eline verilen (.......) ey insan, haberin olsun ki, sen (.......) rabbına doğru çabalar da çabalarsın - KEDH, tırmalamak ve kendisine te'sir edecek vechile hayır veya şerr bir işe emek vererek cidd ü cehd ile çalışıp çabalamak ma'nalarına gelir ki, burada bununla tefsîr edilmiştir: ya'ni bütün hayatında ölüm ve mâba'dinde rabbının acı veya tatlı ireceğin emrine doğru didinir çabalarsın (.......) nihayet ona mulâkî olursun - işte Ahfeş, müberred gibi ba'zıları (.......) ların cevabı (.......) ma'nasına bu (.......) dir demişler. Ba'zıları da bu âyetin cevab Makamında olduğunu söylemişlerdir. Diğer ba'zıları da bunu şart ile ceza arasında cümle-i mu'teriza add edip (.......) ların asıl cevabı şu olduğunu söylemişlerdir ki, en yakışanı da budur. 7Kolay bir hisab ile muhasebe olunur (.......) o vakıt kitabına yemînı ile irdirilen - defteri a'mâli veya ı'lâmı sağ eliyle veya sağ eline verilen (Sûre-i Hâkkaya bak) 8Ve mesrur olarak ehline gider (.......) hemen bir hisabı yesîr ile muhasebe olunur geçer - HİSABI YESÎR, hiç münakaşa edilmeyen kolay bir hisab ki, Resulullah bunu arz ve sâde kitaba bakılıp geçiştirilmek ile tefsîr etmiştir. Buharî Ebû Müslim, Tirmizî ve Ebû Dâvud Hazret-i Aişeden rivayet etmişlerdir: Hazret-i Peygamber sallâllahü aleyhi ve sellem « (.......) = hisaba çekilen bir kimse başka değil, behemehal helâk olur» buyurdu. Ya Resulâllah, Allahü teâlâ beni sana feda kılsın (.......) buyurmuyor mu? Dedim, buyurdu ki, « (.......) = o arzdır arz olunurlar ve her kim hisabda münakaşa olunursa helâk olunursa helâk olur. Bir de İmam Ahmed ve Abd İbn-i Humeyd ve İbn-i Merduye ve Hâkim, sahih diye yine Hazret-i Aişeden rivayet etmişlerdir ki, Resulullahı dinledim namazının ba'zısında « (.......) = Allah’ım beni hisabı yesîr ile muhasebe et» diyordu, namazdan çıkınca ya Resulâllah dedim, hisabı yesîr nedir? Buyurdu ki, (.......) kitabına bakılıp da geçiştirilivermesi, ya'ni günahlarının afv olunuvermesidir.» 9Ve amma kitabı "arkasında" verilen helâk! Diye çağırır (.......) geçer ve mesrur olarak ehline döner-sevinerek (.......) der. Ehli, mü'minlerden olan yâranı ve müteallikatı ve Allahü teâlânın Cennette bilhassa anın için hazırladığı hur-u gılmândır. 10Ve Saıyre yaslanır (.......) ve amma kitabı zahrının verâsında, ya'ni sırtı arkasında verilen - El'hâkka Sûresinde (.......) mukabilinde (.......) burada (.......) denilmesi ikisinden de murad bir olduğuna delâlet eder. İkisinde de terslik, şeâmet, zorluk, hakaret ve tehlüke ma'nası vardır. Onun için (.......) diye tefsîr edilmiş, arkalarından sollarına verilir denilmiştir. Ba'zıları da sağ eli boynuna, sol eli arkasına bağlanıp kitabı arkasının gerisinden verilir demişlerdir. Soldan verilmesi şeâmet ve ma'kûsiyyetine, arkasından verilmesi de (.......) medlûlü üzere o kitabın hukmünce ve balleri sırtlarına yükletilmek ma'nasiyle cezalarının ağırlığına yâhud şimal, amellerinin solaklığıyle kesiblerinin tersliğine, verâe zahrihi de (.......) medlûlünce Dünyada kitabullahı arkalarına atıp zıddına gittikleri veya kendi işlerini kendileri görmeyip arkalarından bekledikleri cihetle Âhırette hukümleri tebliğ olunurken yüzlerine bakılmıyarak ümid ve intizarlarının hilâfına ve hatır-u hayallerine gelmez ve surette aleyhlerinde olarak arkalarından teblığ olunacağına da işaret olurki bu son ma'na gelecek olan (.......) ta'lîlinden de anlaşılır. Böyle kitabı arkasından verilen 11Çünkü o ehlinde mesrur idi (.......) artık helâk diye bağırır. - SÜBUR, helâk demektir. Ya'ni vâsüburâ: ey helâk! Nerdesin gel yetiş imdadıma helâk olayım da bu derdden kutrulayım diye feryad eder. 12Çünkü hiç inkılâb görmiyecek sanmıştı (.......) ve Seıyre yaslanır - Cehenneme girer. 13Hayır, çünkü rabbı onu gözetiyordu (.......) Çünkü o ehlinde mesrur idi - Dünyada, evinde, âilesi, kavmı içinde ferahlı, refahlı, keyfi yerinde zevk-u safasında idi, Âhıret ve akıbeti düşünmez, gam ve keder içinde ıztirab çekenlere acımaz, Dünyanın tehavvülâtını hısaba almaz idi 14İmdi kasem ederim o şefaka (.......) çünkü o zann etmiştiki (.......) asla dönmiyecek, inkılâb görmiyecek - sürûru, kedere çevrilmiyecek, ölmiyecek, hiç bir azâb ve mes'uliyyet çekmeyecek sanmıştı. HAVR, bir kemâlden sonra noksan ve zevale rücu' ve inkılâbdır. Netekim bir Hadîs-i şerifte (.......) kevrden sonra havrden Allah’a sığınırız» buyurulmuşturki sarık sarıldıktan sonra tersine çözülüp bozulması gibi arttıktan sonra noksana, kemâlden sonra zevâle salâhtan sonra fesâda, tarakkîden sonra tedenniye rucu' ve inkılâb demektir. Burada (.......) buyurulduğu üzere mevt ve ba's ile Allah’a rucu'dur. 15Ve geceye ve derlendiğine (.......) Hayır - Onun zannı gibi değil, keyfine kalmıyacak inkılâb görecek, rabbına rücu' edecektir. (.......) Çünkü rabbı ona basîr bulunuyor. - Bütün yaptıklarını görüp gözetip duruyor. Binaenaleyh onu kaçırmaz, behemehal çevirecek, hisabını görüp cezasını verecektir. 16Ve derlendiği zaman o Aya (.......) ilh (.......) geçen beyanat üzerine neticeyi tefri' ve takrirdir. (.......) Şefak, akşam güneş battıktan sonra ufukta görünen kırmızılığın ismidir. Ki, aslı tül gibi rikkat ve incelik ma'nasındandır. (.......) denilirki inceliğinden dolayı tuttunamayan şey demektir. Kalbin inceliği ma'nasına şefekat ve korku ma'nasına, işfak da hep rikkat ma'nasındandır. Lisanımızda şefak, fecr, ya'ni sabahın tanı ma'nasına da şayi' olmuş ise de bu âmıyâne bir ta'birdir. Arabcada ve ıstılâhı şeri'de ve hey'etçiler ıstılâhında şefak, fecre mukabil olarak gurubdan sonraki kırmızılıktırki akşam namazı vaktidir. İmamı a'zam Ebû hanîfe Hazretleri kırmızılıktan sonraki beyazlık olduğuna kail olmuşturki Ebû Hüreyre ve Ömer İbn-i Abdillaziz hazeratının da kavlidir. İmamı a'zamın cümhur kavline rucu'u da merviydir. Tafsîli Hidaye etrafındadır. O beyazlığın zevâliyle bilittifak yatsı namazı girmiş olur. Burada murad Dünya hayat ile mesrur olanlara karşı hergün bir akşama müncer olarak tehavvül etmekte bulunan âlemin inkılâbatındaki menazırın ıhtilâfını duyurmak olduğu için evvelâ akşamın kırmızı şefakına, sâniyen 17Ki, sizler binip binip gececeksiniz elbette tabakadan tabakaya (.......) geceye (.......) ve mâvesakına - VESAK, zamm ve cem'i', ya'ni derleyip toplamak, birikdirip yüklenmek ma'nasınadır. Netekim altmış sa'a bir deve yükü toplamak i'tibariyle vesak denilir. Gecenin mâvesakı da derleyip toplandığı muhteveyâtı demek olur. Vesaktan ifti'al olan «ittisak» da aslı «ivtisak» olup derli toplu düzgün ve muntazam olmak ma'nasınadır. Sâlisen 18O halde onlara ne var ki, îman eylemezler? (.......) ittisakı zamanında Kamere - ya'ni derlenip toplanarak muntazam bedr olduğu zaman Aya kasem edilip de Buyuruluyor ki, 19Ve karşılarında Kur’ân okunduğu vakıt secde etmezler? (.......) elbette ve elbette siz tabaktan tabaka bineceksiniz - şefakın, leylin ve muhteveyâtının, Kamerin tehavvülâtı gibi halden hâle veya tabakadan tabakaya, veya karından karna intibak, eden birbirinden üstün tehavvülat ve inkılâbata binecek, beyan olunduğu üzere sonunda rabbınıza gideceksiniz. Tabak kelimesi, esasen mutabekat ve mutabık mefhumiyle bir çok ma'nâlara gelir. Kamus sahibinin Besâirde beyanı vechile bu madde mütezayıf isimlerden olup aslında bir şey'i diğer bir şey'in mıkdarınca fevkınde kılmak ma'nasınadır. Sonra o fevkınde olan şeyde ve bu münasebetle bir şey'e uygun olan şeyde, sonra derece ve menzilede ve ahval ve etvarda isti'mal olunmuştur. Bu suretle bir şey'in kapağına veya örtüsüne ve bir çiftin teki gibi mutabık ve uygununa ve tabak ve sini dediğimiz kablara ve tabakanın cam'i veya ismi cinsi olarak tabakat ve meratib ma'nâsına ve bâhusus bir terakkî mülâhazasiyle bir hâle mutabık olan diğer hale ve karın ve asır ma'nâsına ve yirmi seneye ve bel kemiklerinin arasında ki, yufkaca intıbak kemiklerine ve Cebeli zühreye ıtlak olunur. Ve yer yüzüne de tabakul'arz denilir. Burada en ziyade yekdiğerine mutabık halden hâle geçeceksiniz diye tefsîr edilmiştirki en şumüllü ma'nası budur. Bir takımları mutabekatı şiddeti hevilde mutabekat ile takyid eylemişler ise de bu zâhir değildir. Bir çokları tabakânın cem'i olarak tabakattan tabakata, ba'zıları karından karna, asırdan asra demişler, ba'zıları da yirmi seneden yirmi seneye tahavvülâta işaret olduğunu söylemişlerdir. Naîm İbn-i hammadin ve Ebû Nuaymin tâhric ettiklerine göre Mekhul demiştir ki, her yirmi senede evvel bulunmadığınız bir halde bulunursunuz. İbn-i münzirin ve İbn-i ebî hâtimin rivayetinde de her yirmi senede evvel üzerinde bulunmadığınız bir emr ihdas edersiniz. Ba'zıları da bir zamandaki cema'ati beşer manasına karndan karna (.......) ümmetten ümmete demişlerdir. Netekim Resulullahı amucası Hazret-i Abbas İbn-i Abdilmuttalib medh ederken şöyle demiştir. Sen doğduğun vakıt Arz aydınlandı ve nurunla ufuk parladı, bir sulbden bir rahime geçiyordun, bir âlem geçince bir tabak peyda oldu. Ya'ni yeni bir karn, geçenlerin hepsinden üstün birbirine uygun müterakkî bir cem'iyyet zuhur etti demektir. Bunların hepsin insanların gerek ferd ve gerek cem'iyyet i'tibariyle hayatta bir kararı olmayıp ölüm ve Âhırete doğru Allah’a rucu' edinceye kadar tehavvülden tehavvüle geçmeğe mahkûm olduklarını ifade ediyor. Bu suretle Dünyada hayatı beşer tavırdan tavra terakkî ve tedenniye giden mütemadî bir inkılâb demek olduğu ve bunun için beyan olunduğu üzere nihayet Allah’a varıp hisab vermek lâbüd bulunduğu anlatılmış oluyor. Rükûb, tehavvül ve telâkîden mecaz veya hakikati üzere olup hâl mecazen merkûbdur. Hâlin hâle mutabekati ikinci hâlin evvelkine bir hadde telâkîsi veya galebesidir. Yoksa bütün zat ve evsafta ittihad veya mümaselet değildir. Zira mutabekat zat ve mahiyyette değil, biri hayat biri memat gibi muhtelif ahvalin yekdiğerine bir hadde mutabekati olabilir. Bununla beraber ikisi de elem, ikisi de lezzet olmak gibi ayni cinsten iki hâlin zaman ve mekân veya derece farkıyle intıbakı da olabilir. Bu suretle rükûb ve tabakta bir yolculuk, ya yukarı veya aşağı giden bir inkılâb tasvir ve tehyici vardır Hâlin birisi Dünya birisi âhirettir. Dünya bir inkılâb âlemi bir geçid, Âhıret bir darül'karardır. Bu karar da ya sürûrda veya Seıyrdedir. Hıtab, umuma olduğuna göre bu ıhbarda inkılâbın terakkî veya tedennî olabilmesi i'tibariyle bir cihetten va'd, bir cihetten veîd vardır. Hıtab, Resulullaha ve mü'minîne olduğuna göre de bunda hem kat'î bir va'd hem de İslâmın emri ilâhîye intibak ile Allah’a rücu' için daima Âhırete doğru tealî ruhunu telkîn eden ve zaferden zafere götürecek olan yüksek bir terakkî umdesi vardır ki, Allahdan başka hiç bir gayede tevekkufu tecviz ettirmez ve dîn ruhunun camid ve kör körüne bir görenekle mazîye veya hâle saplanıp kalmaktan ıbaret bir atalet hissi değil, nizamsız, intibaksız, gayesiz giden ve hiç bir yekûn ifade etmiyerek her adımında ibtidaî kalan perişan bir teceddüd ve inkılâb hevesi de değil, mebde'den meada, kademe kademe bir intibak nizamı içinde Allah için daima ileri gitmek ve likaullaha irmek istiyen bir terakkî aşk ve îmanı ile hareket olduğunu anlatır. Onun için bir Hadîs-i şerifte « (.......) = iki günü müsavî olan aldanmıştır.» Diye vârid olmuştur. Bunda insanı bütün inkılâbâtın fevkına çıkaracak bir terakkî düsturu, bir i'tilâ vad-ü tebşiri bulunduğuna bilhassa Kamerin ittisakına kasem edilmesiyle de işaret edilmiş demektir. Bundan dolayı (.......) nın fethiyle müfred olarak (.......) kıraatine göre hıtab evvel emirde Peygambere aid olarak Resulullahın leylei israda olduğu vechile Semâdan Semâya, dereceden dereceye, rütbeden rütbeye kurbi ilâhîye mı'racı vuku' bulacağını va'd-ü tebşir olduğu dahi İbn-i Abbas ve İbn-i Mes'uddan rivayet edilmiştir. (.......) kaseminin de buna bir münasebeti mahsusası vardır. Buharîde Mücahidden İbn-i Abbas, (.......) hâlen ba'de hâlin» dedi. «Haza nebiyyüküm sallâllahü aleyhi ve sellem» dedi diye rivayet de bunu gösterir. Şu halde (.......) nın zammiyle cem'i' olarak (.......) kıraati de Peygamberle beraber ona ittiba' eden müslimîne hıtab olarak onların da Peygambere ittibaı nisbetinde halden hâle tabakadan tabakaya kurbi hakka yükselecekleri haber verilmiş ve hılâfına gidenlerin o inkılâbat içinde mağlûb ve makhûr olacakları anlatılmış olur. Hasılı bu âyette halden hâle veya tabakadan tabakaya terakkî her yüz senede veya her yirmi senede br tehavvül ve teceddüd ile mutabakat mefhumlarına alâkadar tabak ve rükûb mazmunlarında hayatın seyri terakkî veya tedennîsinde kanun olan mühim hakîkatler vardır. Hayat, muhîte mutabakat diye mülâhaza edildiğine göre de en yüksek hayat, en yüksek muhîte mutabakat demek olur. En yüksek muhît ise (.......) olan Allahü teâlâdır. Binaenaleyh en yüksek hayat her hal-ü kârda Allahü teâlânın emrine intıbak ederek onun likasına yükselmekle olur. O yükseliştir ki, (.......) buyurulan hayati âhire saadetinin aksasıdır. Netekim evvelki Sûrede mukarrebînin o Tesnîm men'baından içecekleri beyan olunmuştu. Ona yükselmek için de ondan beride hiç bir gaye ve maksadda durup kalmamak, her tehavvül ve inkılâb hatvesinde ancak onun emrini nazari i'tibare alarak yürümek ve lüzumunda onun yoluna can vermekten çekinmemek iycab eder. Çünkü her ne yapılsa bir inkılâb âlemi olan Dünyanın hiç bir şey'inde bekaya ihtimal yoktur. Onun Semâsı da Arzı da haklanacak, bâkı ancak zül'celâl vel'ikram olan rabbın vechi kalacaktır. Allah’a tav'an gitmek istemiyen nasıl olsa kerhen gidecek ve o Kıyametin şiddet ve hevli içinde onun ikramından mahrum, celâline mahkûm olacaktır. 20Hattâ o küfr edenler tekzîb ederler (.......) O halde o insanlara ne var ki, îman etmezler? - Hakîkat böyle iken, ya'ni beyan olunduğu üzere bu Dünyada inkılâb muhakkak, tabaktan tabaka tehavvülât ile Âhırete gitmek ve huzurı hakta hisab vermek zarurî olduğu ve îman edenlere o güzel akıbet mev'ud bulunduğu halde nelerine güvenirler de Allah’a ve Resulüne ve Âhırete îman etmezler! Îman edip de o güzel akıbete irmek için güzel amellere çalışmazlar? Îman etmemekle ne kazanırlar? Allah’a gitmekten kaçınmakla bulundukları halde kalacaklarını ve inkılâb görmiyeceklerini mi zann ederler? 21Halbu ki, Allah içlerindekini biliyor «SECDE AYETİDİR» (.......) Ki, karşılarında Kur’ân okunduğu vakıt secde etmezler - boyun eğmezler, hakîkati teslim etmezler, emr-ü nehyine itaat ve inkıyad eylemezler, secde etmeleri lâzım gelirken secde etmezler. aleyhissalâtü vesselam bir gün (.......) okumuş da secde etmiş, beraberinde bulunan mü'minler de secde etmişlerdi, Kureyş de başları ucunde el çırpmış ve ıslık, çalmışlardı, bu âyet nâzil oldu diye rivayet edilmiştir. İmamı a'zam Ebû Hanîfe Hazretleri bununla burada secdei tilâvetin vücubuna istidlâl eylemiştir. Şafiî de sünnet demiştir. İbn-i Abbas radıyallahü anhümadan mufassalda secde yoktur diye rivayet edilmiş ise de Ebû Hüreyre radıyallahü anh burada secde etmiş ve Peygamber sallâllahü aleyhi ve sellem Hazretlerinin bunda secde ettiğini gördükten sonra secde ettim vallahi demiştir, Enes radıyallahü anh de demiştir ki, Ebû Bekrin, Ömerin, Osmanın, Alînin radıyallahü anhüm arkalarında namaz kıldım, hepsi de secde ettiler (.......) Ya'ni namazda bu Sûreyi okudular, burada bilhassa secdei tilâvet yaptılar. Maamafih Sûrenin âhirine kadar okunup da rükû'a gidilecek olursa namazın rükû' ve sücudiyle secdei tilâvet sakıt olur. Vâcib değildir diye Hasenden varid olan rivayetin mahmili de bu olmak gerektir. 22Onun için onlara elîm bir azâb müjdele (.......) hattâ küfredenler tekzîb bile ediyorlar - Kur’âna ve Âhırete yalan diyorlar - 23Ancak îman edip Salih ameller yapanlar başka onlara tükenmez bir ecir var (.......) Halbuki Âllah içlerinde ne saklıyorlar biliyor. - YU'UN, kab ma'nasına vi'adan if'aldir. Mazîsi (.......) gibi ev'âdırki kaba doldurup saklamak ma'nasındandır. Ya'ni tekzîb ederlerken gönüllerinde ne gibi muzmer fikirler, bozuk akîdeler, fena maksadlar besliyorlar, tasdîk etmeleri iycab ederken neden dolayı tekzîbe gidiyorlar, tekzîb ile neler kazanmak, kablarına neler doldurmak, mü'minlere neler yapmak, defterlerine neler yazdırmak istiyorlar, hepsini Allah tamamiyle biliyor. 24Onun için onlara elem verici bir azabı müjdele. (.......) Onun için kâfirler elîm bir azâb ile müjdele - de onunla sevinsinler! 25Ancak iman edip iyi ameller işleyenler başkadır. Onlara tükenmez bir ecir vardır. (.......) Ancak îman edip salih ameller yapanlar müstesna - alel'umum mü'minlerin kâfirlerden istisnası istisnai münkati' olursa da kâfirler içinde îman edenlere nazaran muttasıldir. (.......) onlar için - ya'ni îman edip de salih ameller yapanlar için (.......) menn olunmaz, ya'ni kendi kesibleri olmak i'tibariyle minnetsiz, yâhud kesilmez ebedî bir ecir vardır. |
﴾ 0 ﴿