BÜRÛC

Buruc Sûresi bilâ hilâf Mekkîdir.

Âyetleri - Yirmi ikidir.

Kelimeleri - Yüz dokuzdur.

Harfleri - Dört yüz elli sekizdir.

Fasılası - (.......) harfleridir.

Bu Sûre bilhassa yukarıda (.......) âyetleriyle işaret buyurulduğu üzere kâfirlerin mü'minlere karşı besledikleri gayza ve mü'minlerin onlardan gördükleri mihnete katlanarak Allah yolunda şehabet ile fevzi kabîre irdiklerine dair Dünya inkılâblarından bir inkılâb misâlini muhtevi olarak evvelki Sûre gibi mü'minlere va'di ve kâfirlere va'îdi ve Kur’ân’ın şanına tenbîhi tazammun eder. Kureyşin mü'minlere işkence etmeleri sebebiyle nâzil olduğu anlaşılıyor.

1

O Semai zatilbüruca

(.......) Vav, kasem için, Semai zatil'bürcu: büruclu, ya'ni bürclerle Müzeyyen Semâ.

BÜRUC, ma'lûm ki, bürcün cem'idir. Bürc, aslında: zâhir şey demek olup sonra her bakanın gözüne çarpacak vechile zâhir olan yüksek köşk «kasri âlî» ma'nasında hakîkat olmuştur. Şehir surlarının, kalelerin yüksek yerlerine de aynî vechile bürc denilmiştir.

Bunlara teşbih tarikıyle veya zuhûr ma'nasiyle Semadaki yıldızlara veya büyüklerine veya ba'zı yıldızların ictimaından müteşekkil suretlere de ıtlak olunmuş ve bâhusus ma'ruf olan «Hamel, Sevr, Cevza, Seratan, Esed, Sünbüle, Mîzan, Akreb, Kavs, Cedî Delv, Hud» on iki bürcde hâkikat olmuştur. Onun için Hey'et ve Nücum ıstılâhında bürc ta'biri altısı şimalî ve altısı cenubî olan bu on ikiye mahsûs olup diğerlerinde suret ta'biri kullanılmıştır.

Sûre-i Furkanda geçen (.......) âyetinin tefsirine bak. Semâda bu on iki burcun bulundukları sahaya «mıntakatül'büruc» tesmiye edilir. Burada İbn-i Cerîr gibi bir çokları bu on iki bürc tefsîr etmişler, bir takımları kasırlar, ya'ni köşkler, ba'zıları menazili Kamer olan nücum, ba'zıları büyük kevkebler, ba'zıları da Semânın kapıları demişlerdir. Sahib Keşşaf der ki, bu on iki bürcdür.

Bunlar teşbih üzere Semânın köşkleridir. Menâzili Kamer olan nücum da denilmiş. Kevakibin büyükleri zuhûrundan dolayı büruc tesmiye edildi de denilmiş, Semânın ebvabı da denilmiştir (.......) Bunun hasılı burcların birer köşk mefhumiyle tasvîrini tercih etmektir. Bu ma'nâ teşbih tarikıyle yıldızların hepsinde mülâhaza olunabilirse de yüksek yüksek bâriz teşekküller arz eden mecmualar kasd edilmesi daha zâhirdir. Bu miyanda on iki burc i'tibarî olmakla beraber en ma'ruf ma'nâsı olmak haysiyyetiyle daha mütebadir olur. Maamafih zikr olunan tefsirlerden her birinde bir fâidei mahsusa bulunduğu da derkârdır. Hangisine göre mülâhaza edilse Semâi zatil'büruc, Dünya Semayı en yüksek tabakasiyle ifade etmiş olur.

2

Ve o yevmi mev'uda

(.......) ve o yevmi mev'uda - ki, mü'minlere va'd, kâfirlere vaîd olan Kıyamet günü, ceza günüdür.

3

Ve şâhide ve meşhûda kasem olsun

(.......) ve şâhide ve meşhûde kasem olsun ki, - bu şâhid ve meşhûd, huzur ma'nasına şuhuddanda şehadetten de olabilir ve bundan dolayı burada bir çok vecihler söylenmiş ise de en zâhir olan ma'na o gün hazır olup da o Kıyameti gören veya onda şâhidlik edecek olanlarla görülecek ve şehadet edilecek olan hâilelerin ve vukuatın hepsine şâmil olmak üzere her hangi bir şâhid ve meşhûd olmasıdır. Binaenaleyh Allahü teâlâ bu Dünyanın en yüksek muhitiyle Kıyamet gününe ve onun bütün muhteveyâtına kasem eylemiştir. Bu kasemin cevabı (.......) yâhud (.......) olup aradakiler mu'terizadır. Çünkü (.......) de cevab alâmeti yoktur, zira mazîi müsbet kaseme cevab olunca (.......) gibi (.......) ve (.......) dahil olmak lâzımdır, ancak kelâm

uzandığı zaman (.......) gibi birisinin hazfi câiz ola bilirse de kutile de hiç biri yoktur» denilmiş isede ba'zıları burada da kasem uzamış olduğu için (.......) takdirinde olarak (.......) ın hazf edilmiş olması câiz olacağını söylemişler. Ve ma'na i'tibariyle de bunu yakın bulmuşlardır. Lâkin (.......) ve (.......) ikisinin de hazfi câyi nazar olduğundan asıl cevabın mahzuf olup kutile cümlesinin cevab makamına ikame edilmiş olması daha doğru olacağı da beyan olunmuştur. Sûrenin sevkı küffarın eziyyetlerine karşı mü'minlerin iymanda tesbîti ve mü'minlere eziyyet edenlerin âkıbet ashabı uhdud gibi mel'un ve makhûr olacaklarını anlattığından asıl cevabın mazmunu şu olur: mü'minler kâfirlerden görecekleri mihnet ve ezaya karşı iymanlarında sabr ü sebat etmelidirler. Çünkü mü'minlere eziyyet edenler âkıbet kahrolunacaklardır. Netekim

4

Tel'ıyn edildi sahibleri o uhdudun

(.......) katledildi ashabı uhdud - burada kutile, hâkikat ma'nasına olmak tecviz edilmiş ise de ma'nevî helâke de şamil olmak üzere tel'ın, ya'ni rahmeti ilâhiyyeden tard suretiyle kahr u tenkil ma'nasına tefsiri daha ma'ruftur.

UHDUD VE HADD, yerde olan uzun handak veya yarıga bir de kamçı ile döğülen kimselerin bedenlerinde yol yol kan oturarak moraran kamçı yerlerine denir. Burada bedeli iştimal suretiyle şöyle izah ediliyor:

5

O çıralı ateşin

(.......) o ateş ki, (.......) vekudlu - tutuşturacak odunu çırası çok, ya'ni o alevli ateşi müştemil olan uhdudun, o ateş handakının sahibleri ki, mü'minleri iymanlarından vaz geçirmek üzere içine atmak için böyle ateş handakları yaptıklarından dolayı Ashabı uhdud namını almışlar. Lâkin kalblerindeki îmanı bu suretle yakmağa çalışanlar muvaffak olamamış, bil'akis tel'în edilerek mağlûb ve makhûr ve

bednâm olmuşlardır. Bunların kimler ve nerelerde olduğuna ve Yemende, Necranda, Irakta, Şamda, Habeşte, Mecus veya Yehud veya ba'zı mülûk tarafından yapıldığına dair müteaddid rivayetler nakl edilmiş ise de Kur’ân’da ta'yinlerine kasd teallûk etmediğinden ancak vasıf ve fiılleriyle zikr olunmuşlardır.

Ebû Hayyan derki:

Müfessirîn, Ashabı uhdud hakkında ondan ziyade akval zikretmişlerdir. Her kavlin de bir uzun kıssası vardır. Biz onları bu kitabımıza yazmak istemedik. Hepsinin mazmunu şudur: kâfirlerden bir takım kimseler yerde handaklar açtılar ve onlara ateş yaktılar, mü'minleri ona arz ettiler, dîninden döneni bıraktılar, imanda ısrar edeni yaktılar, Ashabı uhdud mü'minleri yakanlardır (.......) Kaffal tefsirinde de demiştir ki, Ashabı uhdud kissasında muhtelif rivayetler zikr etmişlerdir. Maamafıh içlerinde sahih denecek derecede bir şey yoktur. Ancak şunda müttefiktirler ki, mü'minlerden bir kavım, kavmlarına yâhud üzerlerinde hâkim olan kâfir bir melîke muhalefet etmişler, o da onları uhduda attırmıştır. Ve zann ederim ki, demiş: bu vâkıa Kureyş ındinde meşhûr idi. Allahü teâlâ bunu Resulünün ashabına zikr ederek dînleri hakkında ma'ruz oldukları ezalara sabr-u tehammül lüzumuna tenbih buyurmuştur. Çünkü haberlerde meşhûr olduğu üzere Kureyş müşrikleri mü'minlere eziyyet ediyorlardı (.......) Bu babda Muhaddisînin en ziyade tercih eyledikleri rivayet, Müslim, Tirmizî, Nesâî ve daha ba'zılarının Suheybden Hazret-i Peygambere merfuan tahric ettikleridir ki, Tirmizî ona sâde «hasenün garîbün» demiştir. Sahih dememiştir. Onun için biz de yalnız Kur’ân’ın beyaniyle iktifa edelim: hangi kavımdan olursa olsun Ahsabı uhdud tel'ın edildiler

6

O vakıt ki, üzerine oturmuştular

(.......) o vakıt ki, o ateşin üzerine oturmuşlardı - ya'ni etrafına toplanmışlar karşısından seyrediyorlardı, bu vaz'iyyet kendi haklarında bil'ahare felâketi müstelzim olduğuna işaret için bilfiiıl ateşin üzerine oturmuşlar gibi tasvir olunmuştur

7

Mü'minlere yaptıklarına karşı şâhid de oluyorlardı

(.......) mü'minlere yaptıklarına karşı şâhid de oluyorlardı - öyle katı yürekli kâfirler idi ki, hem mü'minleri ateşe atıyorlar, hem de o feâat karşısında oturup seyr-ü temâşa etmekten zevk alıyorlardı.

Yâhud diğer bir ma'na ile mü'minlere yaptıkları kendi başlarına geçmiş, o azâbı kendileri de görmüşlerdi. Acaba o mü'minler ne yapmışlar, onları o derece intikama sevk edecek neler yapmışlar da kızmışlardı denirse

8

Onlardan kızdıkları da yalnız azîz, hamîd olan Allah’a îman etmeleri idi

(.......) onlardan, beğenmedikleri o mü'minlerden o derece kızdıkları şey de başka değil (.......) ancak Allah’a îman etmeleri idi - (.......) buyurulmayıp da muzari' ile (.......) buyurulması ileri doğru iymanda ısrarlarına işarettir.

Ya'ni o mü'minler kızılacak, kendilerinden intikam alınmağa kalkışılacak başka bir şey yapmıyorlar, ancak Allah’a inanıyorlar ve o îman ile gitmek istiyorlardı, o Allah’a ki, (.......) azîz - bütün ızzet onun, kimse onun ızzetine karşı gelemez (.......) hamîd - bütün hamd onun, kimse onun karşısında hamd-ü ta'zîme lâyık olamaz,

9

Ki, bütün Semavât ve Arz mülkü onundur ve Allah, her şey'e şâhiddir

(.......) o ki, (.......) bütün göklerin ve Yerin mülk ve saltanatı hep onun - hepsinde dilediği gibi tesarruf eder. İşte o mü'minler ancak o Allah’ın mülküne ızzet ve hamdine inandıkları ve bu iymanlarında devam etmek istedikleri için o uhdudcular onlara kızıyorlar ve yaptıklarını yapıyorlardı (.......) halbuki Allah her şey'e karşı şehîddir. - Hâzır nâzırdır.

Bu cümle yalnız son âyete değil, (.......) e kadar hepsine tezyil olarak mü'minlere va'd ve onlara işkence edenlere vaîddir. Çünkü her şey'e şâhid olan zül'celâl iki tarafın da fiıllerine şâhiddir. Ve ona göre cezalarını verir demek olur. Onun için bu cümlenin istıklâline tenbih olmak üzere (.......) diye zamir ile iktifa olunmayıp ismi celâl, ızhar olunmuştur. Bundan bu suretle icmalen anlaşılan vaîd ve va'd, şu âyetlerle tasrîh ve tafsîl olunuyor:

10

O kimseler ki, mü'minîn ve mü'minâta fitne yapmışlar, sonra da tevbe etmemişlerdir muhakkak artık onlara Cehennem azâbı var ve onlara yangın azâbı vardır

(.......) bu hem şehadeti ilâhiyyenin hukmünü tafsîl, hem Ashabı uhdudun tel'în olunmasının daha umumî bir kübrâ ile ta'lîli, hem de kasemin cevabını tefsîr makamındadır.

Ya'ni haberiniz olsun: o kimseler ki, (.......) mü'minîn ve mü'minâta fitne yapmışlar - iymanlarından çevirmek için onlara belâ olmuş, mihnet ve ezâ etmişler. (.......) sonra da tevbe etmemişlerdir. (.......) ondan dolayı onlara muhakkak (.......) Cehennem azâbı vardır. - Bu küfürlerinin azâbıdır. (.......) ve onlara yangın azâbı vardır. - Bu da gittikçe tevessu' etmesi i'tibariyle bir yangına benziyen fitnelerinden dolayı kendilerini saracak olan diğer bir ateş azâbıdır. Bunun Âhırette veya Dünyada olması hakkında iki kavil vardır. Buna mukabil

11

O kimseler ki, îman etmişler ve salih ameller işlemişlerdir, muhakkak onlara altından ırmaklar akar Cennetler var, işte o büyük kurtuluş dur

(.......) dir. - fevzi kebîr, büyük kurtuluş, büyük Muraddır. Razî der ki, Ashabı uhdûd kıssası ve bâhusus bu âyet şuna delâlet eder: azîm ihlâk ile küfre ikrah olunan mükrehe evlâ olan korkutulduğu şey'e karşı sabr etmektir. Ve o halde (.......) diye kelimei küfrü ızhar, ruhsat gibidir. Kezzab müseylime Hazret-i Peygamberin ashabından iki zatı tutmuştu, birine benim Allah’ın Resulü olduğuma şehadet eder misin? Dedi, evet dedi, bunu bıraktı, diğerine de öyle söyledi, o hayır sen kezzabsın dedi, bunu katl etti, aleyhissalâtü ves-selâm da buyurdu ki, Bırakılan ruhsatı aldı, onun için (.......) beis yok, katl olunan ise fadlı aldı (.......) işte ona mübarek olsun. Sûre-i Kehifte (.......) bak. Bu va'd-ü vaîdi daha ziyade te'yid ve takviye için buyuruluyor ki,

12

Hakîkat rabbının tutuşu şediddir

(.......) şübhesiz rabbının batışı çok şiddetlidir. - Ya Muhammed.

BATŞ, unf-u savlet ile sert bir surette tutuştur. Böyle iken bir de şiddet ile tavsîfi o şiddetin fevkallâde olan fezaatini tefhim içindir. Murad, Allahü teâlânın cebâbire ve zalemeyi müâheze ve ta'zibde kudretinin şiddetini beyandır. Ki, bu va'îdi te'yiddir.

13

Çünkü o hem mübdî hem muîddir

(.......) Zira ancak odur ki, hem mübdi hem mu'îddir. Hem bed'î hem iadeyi yapar. Onun için onun batşı mahlûkattan hiç birinin batşına benzemez gayet şiddetlidir. Çünkü mahlûkatın batşı ne mebdee ne de meada nafiz ve hâkim olmaz. Binaenaleyh Allah’ın azâbı kulların azâbi ile kıyas kabul etmez. İbn-i Zeyd ve Dahhâk demişlerdir ki, hılkati ta meb'deinden inşa eder, sonra da Kıyamet günü haşr ile iade eyler. İbn-i Abbastan mervî olan diğer bir ma'nâ ile her bed'olunanı o ibdâ eder, her iade olunanı o iade eyler. Başka birinin dahli olmaz. Onun için onun batşı gayet şiddetlidir. Yine İbn-i Abbastan şöyle bir ma'nâ mervîdir: küffara azâb etmeğe başlar, sonra da iade eyler. Cehennem ateşi onları yer, nihayet kömür olurlar, sonra da onları yeni bir hılkat ile iade eder. Bu ma'nâ (.......) mazmunu olmak gerektir. Diğer bir ma'nâ ile: O müâhaze ve azâbını mebde'de, ya'ni Dünyada yaptığı gibi Meâdda

ya'ni Âhırette de yapar. Ashabı uhdûd gibi cebabire ve zalemenin batş-u ta'zîbi (.......) mantukunca yalnız Dünyada kalır. Ölüm ile ondan kurtulunur. Fakat ölmekle Allahdan kurtulunmaz. Onun batşı Dünyadan Âhırette, şiddetten şiddete ebediyyen devam edip gidebilir.

14

Onunla beraber gafurdur, çok sevgili (vedud) dur

(.......) onunla beraber gafurdur, o - bu da va'di te'yid ve vaîddeki (.......) kaydinin de fâidesine işarettir. (.......) Veduddur. - Çok sevgili veya çok sevimlidir. Mahabbet; sevgi ma'nasına vüdd den vedûd, fe'ul bima'nâ fâil, ya'ni çok muhibb veya bima'na mef'ul, ya'ni çok mahbub ma'nalarına gelebilir. Ve ikisiyle de tefsîr edilmiştir. «Gafur» a münasib olan evvelkisidir.

Ya'ni ihsanı çok

15

Arşın sahibi, şanlı (mecîd) dir

(.......) Arşın sahibi - maliki, yâhud bütün kâinat mülk ve saltanatının sahibi (.......) meciddir. - Zat ve sıfâtında büyük, azîmüşşandır. Çünkü vacibülvücud, bütün sıfât ve esma'ı kemaliyyeyi cami'dir.

16

Dilediğini yapar (fa'alün limâ yürîd) dir

(.......) dir. - Her ne murad ederse dilediği gibi yapar da yapar. - İradesi hiç şaşmaz. Onun için va'd ü vaîdini yerine getireceğinde de aslâ şübhe yoktur. Helâk etmek murad ettiklerini muhakkak ihlâk eder, fevze irdirmek murad ettiklerini de muhakka irdirir.

17

geldi ya, sana kıssası o orduların (o cünudun)

(.......) istifham takrir içindirki Allah’ın fa'alün limâyürîd olduğunu ve batşının şiddetini misal ile takrir ve düşmanlarına karşı Resulullaha va'di nüsretle tesliyedir. Cünuddan murad Peygambere karşı toplanmış olan ordular, cemaatlerdir.

Ya'ni

18

Fir'avnin ve Semûdün

(.......) Fir'avn ve Semûd - Kavmı gibilerki bunların kıssaları, Allah’a ve Resullerine karşı küfr-ü tugyanları ve Allah’ın onları

ordularına ve kuvvetlerine rağmen nasıl tutuverip de helâk ve ta'zib eylediği Kur’ân’ın müteaddid yerlerinde anlatılmıştır. İymanı olanlar bunlardan ıbret alırlar.

19

Fakat o küfredenler hâlâ bir tekzibe

(.......) Fakat küfredenler bir tekzîb içinde müstağraktırlar. - Bu (.......) mu'asır kâfirlerin halini beyana intikal içindir.

Ya'ni bunlar anlatıldığı halde kâfirler hâlâ Allahü teâlânın kuvvet ve kudretine ve Kur’ân’ın va'd-ü va'îd ile beyanatının hakkıyyetine inanmıyorlar, o büyük fevze irmek istemiyorlar da bunlar yalandır, asılsızdır diye bir tekzîb sevdası içine dalmışlar, akıbetlerinin fenalığını düşünmiyorlar.

20

Halbuki Allah arkalarından kuşatmış

(.......) halbuki Allah arkalarından kuşatmış - kitablarını arkalarından verecek, onun ılm-ü kudretinden çıkıp kurtulmalarına imkân yok.

21

Fakat o şanlı bir Kur’ândır

(.......) evvelki «bel» e nâzır olarak onların küfür ve tekziblerini redd için Kur’ân’ın şanını beyana intikaldır.

Ya'ni kâfirler tekzîb ediyorlar ammâ (.......) o - hadîs, ya'ni bunları anlatan bu kitab (.......) yüksek şanlı bir Kur’ândır. - Kitablar içinde şeref-ü şanı en yüksek: üslûbu hepsinden âlî, mazmunu kizb-ü töhmetten ârî, binaenaleyh îman ile okunup amel edilmesi lâzım gelen bir kitabdır.

22

Bir Levh-ı Mahfuzda

(.......) Ki, bir Levh-ı Mahfuzdadır. - Allah’ın hıfziyle tahriften, yanlışlıktan masun bir Levhte sâbit ve mahfuzdur. Bu levh lisani şeri'de meşhûr olan levhı mahfuzdur ki, Sûre-i Yasinde (.......) buyurulduğu üzere bütün eşyanın yazıldığı sahifei vücuddur. Onun da aslı ümmül'kitab olan ılmullahdır

0 ﴿