A'LÂSebbih Sûresi dahi denilen Sûre-i A'lâ Cumhûra göre mekkîdir. Âlûsînin nakline göre İbn-i ğars bunda zekâti fitır ve Bayram namazına işaret bulunduğundan dolayı Medenî olduğunu da ba'zılarından rivayet etmiş, Celâli suyutî de bunu Buharînin ve İbn-i sa'dın ve İbn-i ebî şeybenin Bera İbn-i âzibden rivayet ettikleri şu hadîs ile reddeylemiştir: Bera İbn-i âzib radıyallahü anh demiştir ki, Peygamber sallâllahü aleyhi ve sellem Hazretlerinin Ashabından bize ilk gelen Mus'ab İbn-i umeyr ve İbn-i ümmi mektûm idi, geldiler bize Kur’ân okutmağa başladılar, sonra Ammar ve Bilâl ve Sa'd geldi, sonra yirmi kişi içinde Ömer İbn-i hattab radıyallahü anh geldi, sonra Hazret-i Peygamber sallâllahü aleyhi ve sellem geldi, ehli Medînenin aleyhissalâtü ves-selâm ile ferahlandıkları kadar bir şey ile ferahlandıklarını görmedim, hattâ çocukları ve sıbyanı görüyordum ki, bu işte: Resulullah geldi diyorlardı, ben (.......) yi onun gibi bir kaç Sûre içinde okuyuncaya kadar gelmemiştir (.......) Âlûsînin kaydine göre Bera' Ata', İbn-i Abbastan, Yezidi nahvî Ikrimeden ve hasen İbn-i ebilhasenden şöyle rivayet etmişlerdir: Kur’ân’dan Mekkede ilk nâzil olan (.......) sonra (.......), sonra müzzemmil, sonra müddessir, sonra tebbet, sonra (.......) sonra (.......) dir. İmam Ahmed ve Bezzar ve İbn-i Merduye Hazret-i Ali kerremallahü vechehudan tahric etmişlerdirki: Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem bu (.......) sûresini çok severdi demişti. Ebû ubeydin ebî temîmden tahric eylediği bir hadîste de: aleyhissalâtü vesselam buna (.......) namını vermişti, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî , İbn-i Mâce ve Hâkim ve Beyhekî Hazret-i Âişeden tahric eylemişlerdir: demiştir ki, Hazret-i Peygamber sallâllahü aleyhi ve sellem vitirde birinci rek'atte (.......), ikincide (.......) üçüncüde de (.......) okurdu. Tirmizîden maada yine bunların Übey İbn-i kâ'bdan rivayetlerinde mu'avvizeteyn yoktur. İbn-i ebî şeybe, imam Ahmed, Müslim, Ebû Davud, Tirmizî, Nesâî , İbn-i Mâce Nu'man İbn-i beşirden tahric eylemişlerdir: Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem, Iydeynde ve Cum'a günü (.......) ve (.......) okurdu ve eğer Cum'aya rast gelirse ikisini de okurdu. Taberanî Abdullah İbn-i hâristen tahric eylemiştir: Resulullahın kıldığı son namaz akşamdır: birinci rek'atte (.......) ikincide (.......) okudu, demiştir. Sûre-i Târikın ahirı, kâfirlerin keydine karşı emri ilâhî ile Resulullahın ileride galibiyyeti va'dını tazammun ediyordu. Bu Sûrede (.......) ile onu tasrih ve tehekkukunu te'yid etmek üzere evvel emirde rabbının a'lâ ismiyle te'minat vererek şükrân vazifesınin iyfası sıyakında onu tesbiha da'vet için (.......) diye başlıyacak ve bunun Bayram yapılmaga lâyık bir tebşir olduğuna işaretle beraber Âhıretin daha hayırlı ve daha bekalı olduğunu ve binaenaleyh hakîkî bayramın asıl o vakıt olacağını anlatacaktır. Âyetleri - Bilâ hilâf on dokuzdur. Fasılası - Yalnız (.......) harfidir. 1Tesbih et rabının a'lâ ismine (.......) rabbının a'lâ ismini tesbih ile tenzih et - ya'ni seni yetiştiren ve kâfirlerin keydini başlarına geçirecek olan rabbın zatinde her şeyden üstün, hepsinden yüksek a'lâ olduğu gibi onun sıfat ve esması da bütün sıfatların, müsemmâsını tanıtan isimlerin en yükseği en a'lâsıdır. Onun esmâi hüsnâsından birisi de el'a'lâ ismi şerifidır. Onun için sen onun bütün isimlerini ona lâyık olmıyacak eksikliklerden tenzih ve takdis ederek ona tesbih et. Binaen'aleyh onun zaten ve sıfaten kendisine mahsus olan Allah, Errahman, Hallak, Rezzak, âlimülgayb, ekber, a'lâ gibi isimleri başkasına ıtlak câiz olmıyacağı gibi ef'al ve sıfatını anlatmak için vârid olan isimleride sâde lügatte mevzu' olan ve eşyaya iştiraki bulunan ma'nalarla değil, onun şani ulviyyetine lâyık olmıyacak noksan şâibelerinden tecrîd ve tenzih ederek (.......) olan zati kibriyasına yaraşan şer'î bir ma'nâ ile mülâhaza etmek ve ibtizal ve istihfafı iş'ar edecek mahal ve ahvalden sıyanet eyleyip saygı ve ta'zîm ile zikr eylemek lâzım gelir. Bundan dolayı keyd, mekir, intikam gibi ef'ali ilâhiyye hakkında vârid olan isimler dahi şanı ilâhîde noksan şâibelerinden tenzih olunarak yüksek bir ma'nâda mülâhaza edilmelidir. Şübhe yok ki, evvelki Sûrenin âhirinde (.......) buyurulması akıbinde burada böyle ismi rabbın a'lâ olduğunun ıhtarı onun keyd-ü imhalinde ulüvv ve galebesiyle Peygambere olan va'dın tehakkuk ve incazına bir te'minattır. Ve böyle rabbının a'lâ ismine tesbih ile emir ona karşı vazifei şükrâna da'vettir. Şundan da gaflet etmemek lâzım gelir ki, ismi tenzih eblâğ bir surette müsemmâyı tenzihtir. Çünkü müsemmânın ulviyyeti ve kudsiyyeti ismin uluviyyet ve nezahetiyle ifade olunur. Bundan dolayı burada ba'zıları besmelede geçtiği üzere (.......) mısraında olduğu gibi isim lâfzı «muhkam» dır demiş, ba'zıları da isimden murad müsemmâdır. Ba'zıları da isim müsemmânın aynidir demiş iseler de hepsinin muradı ismin tenzihinden müsemmânın tenzihi lâzım geleceğini ve asıl maksad sade lâfzı değil, sıfat ve esmâsiyle müsemmânın zatini tenzîhe raci' olduğunu anlatmak diye telâkkî olunmak gerektir. Netekim sahib Keşşaf da (.......) demekle bunu anlatmak istemiştir. İmam Ahmed ve Ebû Davud ve İbn-i Mâce ve daha diğerleri ukbe-İbn-i - âmiri - cühenî den rivayet etmişlerdir. Demiştir ki, (.......) nâzil olduğunda Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem bize buyurdu ki, « (.......) = onu rükuunuzda yapın» sonra (.......) nâzil olunca da onu sücudunuzda yapın (.......)» buyurdu. Ve ma'lûmdurki rüku'da (.......) secdede (.......) denilir. Yine imam Ahmed ve Ebû Dâvud ve Taberanî ve Sünende beyheki İbn-i Abbastan rivayet etmişlerdirki, Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem (.......) yı okuduğu zaman (.......) derdi. Görülüyor ki, bunlar sade ismi tenzih değil, müsemmayı tenzihtir. Maamafih (.......) diye büyük, yüksek münezzeh isimleriyle tenzihtir. Buna nazaran (.......) denildiği gibi burada da (.......) denilmek zâhir olurdu. İsme mukham diyenlerin muradı budur. Lâkin söylediğimiz vechile rabbın kendisini tenzih maksud olduğu gibi isminin tenzihi de maksud olduğuna tenbih için (.......) buyurulmuştur. (.......) rabbın da, ismin de vasfı olabilir, ihtirazî değil, kâşifedir. Zira başka rabb yoktur, gerçi esma çoktur ve beyinlerinde meratib vardır. Meselâ ismi zat olan Allah ismi celîli hepsinden üstün câmi'dir. İsmi a'zam ta'biri de vardır. Bu i'tibar ile azîmi, a'zam ta'biri de vardır. Lâkin esmai ilâhiyyenin hepsi esmai hüsnâ olduğu için diğer isimlere nazaran cümlesi a'lâdır, tenzihi lâzımdır. Bilhassa a'lâ ismi veya vasfı da bu ma'nayı nâtık olmak i'tibariyle bir sıfatı kâşife demektir. Bu haysiyyetle ela'lâ rabba nazaran vasıf, isme nazaran atfı beyan müfadını ifade etmektedir. iki takdirde de ulûvden murad mekânî yükseklik değil, kudret ve âsarda kuvvet ve ahkâmda ekmeliyyet ma'nasına üstünlüktür. Tesbih, kavlî ve fi'lî olur ve yukarılarda da geçtiği üzere namaz ve bahusus nafile namaz ma'nalarına da müte'aref olmuştur. Tesbihi kavlî lisanen yapılan tenzih ve takdistir ki, (.......) demek bunun alemi olmuştur. Ibad tarafından tesbihi fi'lî kalben tevhid ve tenzihe i'tikad, fi'len de onu ifade eden ef'al ile ibadettirki namaz, mâlen bedenen cihad, bilfiıl emir bilma'ruf ve nehiy anilmünker o cümledendir. (.......) da namaz ma'nasına olduğu geçmişti. İsme izafetle namaz ma'nasına olduğu zaman (.......) gibi (.......) ile sılalanmak lâzım gelir. Çünkü namaz isme kılınmaz ism ile kılınır. Burada da Bahirde İbn-i Abbastan (.......) ma'nasına tefsîr edilmiş olduğu ve harfi cerrin hazf olunmuş bulunduğu dahi nakledilmiştir. Lâkin hılâfı zâhirdir. Âlûsînin nakline göre Isamuddin demiştir ki, ism ile murad, eser olmak da baîd değildir. Rabbı a'lânın asârını noksandan tenzih et demek olur. Çünkü Allah sübhânehu ve tealânın eseri de ona delâlet etmek, i'tibariyle ismi gibidir, bu suretle mahlûkatı Allahü teâlânın mahlûku olmak haysiyyetiyle ve (.......) kavline münafi olacak vechile ayıblamaktan men olmuş olur (.......) Âlûsînin dediği gibi maba'dindeki sıfatlarda bunu andıracak bir vecih bulunmakla beraber ismin ma'ruf olan ma'nasını mani' bir karîne olmadığı halde zaruretsiz bir te'vil gibi görünür. Bundan her şey'i haddizatinda tenzih gibi bir şirk ma'nası tevehhüm etmemelidir. Çünkü maksad mahlûkatın kendilerine nazaran bizzat kendilerini tenzih değil tasrih olunduğu üzere Allahü teâlânın mahlûku olmaları ve ona delâlet eylemeleri hasiyyetiyle ayıbdan, eksiklikten tenzih olduğu ifade olunmuşturki bu da Allahü teâlânın sıfatı olan halk fi'lini ve delâlet eylediği sıfâtı tenzihe ve (.......) mazmununa raci'dir. Âlemden halık ve sâni'a, sıfâtı fi'liyyesinden sıfatı zatiyye ve maneviyyesine istidlâl ederken zihnimizde husule gelen halık, rabb, kadir, âlim ve saire gibi mefhumlarla suveri zihniyyemiz dahi onun asarı olmak i'tibariyle bunda dahil olur ki, esmâiilâhiyye dediğimiz de akl-ü nakilden edindiğimiz bu mefhumları ve kelimelerdir. Bunlar hem eşyanın sani'ıne delâlet eden vechi (.......) olan âlemin vechi delâlet olan suveri ılmiyyesi, hem de Halık tealânın bize celâl ve ikram ifade eden eseri ve âyâtı demek olan vechidirki biz Allah’ı bunlarla hepsinin mâverâsında tanırız. (.......) dir buna nazaran isim, delâleti vaz'iyyesi bulunan lâfızdan ıbaret değil, müsemmaya aklen de vechi delâlet olan mefhumlara, nisbetlere muhtabık olarak (.......) ma'nasına teşmil edilmiş oluyor. Bundan dolayı ……….. Isamın bu fikrini şu suretle ifade ederek yegâne bir ma'na gibi göstermiş de demiştir ki, bu gibi âyetlerde ismullah (.......) onu ma'rifete sebeb olandır, Allah ise bize sıfâtiyle tanınır, bizim zihinlerimiz onu ancak âlim, kadir, hakîm ilh... diye halkında nazarımızın bizi kendisine delâlet ve vicdanımızın hidayet eylediği vechile tanır, ve Sûre-i Rahmânda (.......) diye (.......) ile okunan kıraette zülcelâli vel'ikram olmakla vasf olunan isim de budur. Ve bu (.......) ma'nasına isim (.......) kavli celîlindeki vecihtir. Çünkü vecih «sahibinin kendisiyle tanındığı» dır. Belki vecih sahibi ancak vechiyle tanınır (.......) kavlinde mezkûr olan esma da bu ma'naca isimdendirki eşyanın kendisiyle tanındığı rüsûmu demektir. Bu vechile Allah’ın ismi de zihinlerimizin Allah’a teveccüh etmesine ile mümkin oluyorsa odur. Allah bize bu ismi tesbih ile emrediyor. Ya'ni onda mahlûkata benzemek yâhud onlardan birisinde ayniyle zuhur etmek yâhud şerik veya veled ittihaz eylemek veya bunlar kabîlinden ona lâyık olmıyacak bir noksan bulunmaktan tenzih etmemizi emrediyor. Biz ona akıllarımızı ancak şöyle tevcih ederiz: O her şey'in halikıdır, ılmi mevcudâtın bütün inceliklerini muhittır. İlh... Netekim buyuruluyor. Bizim onu böyle bütün kâinatı halk ve iycad ve tesviye etmiş, takdir ve hidayet eylemiş olmak gibi evsaf ile tanımamız iycab eder (.......) Görülüyor ki, ismin bu ta'rif ve iyzâhı Isamın eser ma'nasiyle izah ederek (.......) dediği ma'na üzerinde bir intikal hatvesini tazammun eden bir ta'riftirki bunun hasılı isimde mu'teber olan delâleti vaz'iyyeyi, delâleti akliyye ve tabi'iyyeye ta'mim etmektir. Ve binaenaleyh bir mecazdır. Bizatihî âlemi tenzih ve takdis ma'nası tevehhüm olunmamak ve tenzihte gözetilen kaydi haysiyyet iyi mülâhaza edilmek şartiyle haddizatında sahih bir ma'nadır. Karînei mücevvize vardır. Ancak esmai ilâhiyye tevkifî olması esasına ve zâhirden sarfı nazar için karînei mani'a zâhir bulunmamasına nazaran mecaza udul baîd olur. Şu kadar ki, bunda müsemmeya delâleti bir mefhum vasıtasiyle olan esmai sıfât ve ef'alin vechi delâletlerini bir izah fâidesi vardır. Sofiyye mizacınca da sıfât zatın, esma sıfatın, asâr esmanın muktezası olan ahkâmı olduğuna göre asâr esmanın kendisi değil, ahkâmıdır. Isamın buna isim gibi dâll demesi de hakikaten ism olmadığını iş'ardır. Meselâ mahlûk eser, balık isim, halk sıfat, bu isim ve sıfatla muttasıf olan zatı hak da mevsuf ve müsemmâ olan zatı a'lâdır. Ve bu isimlerin sıfatların tenzihi ile tenzihi matlûb olan odur. Asârın kendisi değildir. Tenzihin ma'nası da dediğimiz gibi bu esma ve sıfâti asâr ve mahlûkatın şüûnı imkâniyyesinden tecrid ederek hepsinden üstün tutmak ve şirke sapan veya onu halkına teşbih ile ta'rif eden mülhıdlerin yaptığı gibi onlara ona lâyık olmıyan bir ma'na karıştırmamaktır. Şu halde asıl maksad, zatı tesbih olduğu halde doğrudan doğru onu tesbihi emrolunmayıp da ismin tesbihi emrolunması tesbihı kavlî bakımından tenzihi zat ancak ismin nezâhetiyle ifade olunabileceğinden, tesbihi fi'lî bakımından da zati baht bizim Dünyada ukul ve ezhanımızın doğrudan doğru teveccüh ve idrakinden çok yüksek ve ona teveccüh ve ma'rifetimizin ancak sıfâtına delâlet eyliyen esma veya asâr ile kabil olabileceğinden dolayı demek olur. Gerçi rü'yetullaha kail olan Ehl-i Sünnete göre tecellîi zat dahi caiz demek ise de o uhrevîdir. Sûrenin âhirinde - (.......) buyurulması tesbihin kavlî ve fi'lîden eamm olduğunu anlatır. Sonra (.......) buyurulması da uhrevî tecelliyatın ekmeliyyetini tensîs eyler. Biz bu bahsi şöyle hulâsa etmek isteriz: isim (.......) ma'nasiyle, lâfzî, aklî, tabi'î delâletlerin hepsinden eamm olarak zihinlerimizin zati müessire teveccühüne sebeb olan ve bizde ona dair bir vechi ma'rifet ifade etmek üzere bir takım suveri zihniyye ve mefhumat husule getiren bilcümle sıfat ve asâra dahi şâmil olabilirse de Mantık ve Ruhiyyatta ma'lûm olduğu üzere bizim idrakât ve tasavvuratımızı ifade eden mefhumların en vâzıh ve en itkanlı olanları suveri lâfzıyye ve kelâmiyye ile ifade ve tebliğ olunabilen mefhumlar olmak hasebiyle isim denildiği zaman bundan tam ma'nâsiyle mütebadir olan hakıkat bize müsemmâlarını lisanî suretler iktisa ederek gerek alem ve gerek evsaf halinde ifade eden esmâ ve sıfâttır. Fil'vakı' (.......) meşhuresi mucebince kâinat satırlarının hangisi teemmül olunsa bize melei a'lâdan birer risâle oldukları tebeyyün eder. Fakat bunların birer risale olabilmesi sade şuurumuza ilişmeleriyle değil, zihinlerimizde geyinmiş oldukları sureti kelâmiyyeleri iledir ki, o mefhumlar bunların mantuk ve medlûlleridir. Onun için burada da (.......) den murad gerek ismi zat ve gerek ismi sıfat olarak Allahü teâlânın zati ve sıfatına delâlet için söylenilecek düşünülecek olan lisanî isimler olmak zâhir ve mütebadirdir ki, bunların en güzelleri de kitab ve sünnette vârid olan esmai hüsnâdır. Bu cihetle bunlar sem'a tevakkuf eden lisanî ve şer'î haysiyyetleri hâiz olduğu gibi mantuk ve mefhumları i'tibariyle aklî hasiyyeti de hâizdirler. Bu sebeble burada tesbih ve tenzîh emrinin vechine işaret olmak üzere rabbıkel'a'lâ ismi ıhtar olunmuş, sonra da bu rububiyyet ve ulviyyetin tevzıh ve isbati için şu sıfatlarla tavsîf buyurulmuştur: |
﴾ 1 ﴿