11

Ki, onda lağviyyattan bir kelime işidilmez

(.......) orada bir lâgıye, ya'ni legiv, veya boş bir kelime, yâhud biyhûde şeylerle meşgul bir cemaat işitmezler, yâhud işitmezsin ey muhatab -

LÂGIYE, kelimei lâgıye veya cemaati lâgıye yâhud lagiv ma'nâsına âkıbet gibi masdar olmak üzere üç kavil vardır. Lağiv de lâgıye ma'nasına olarak ilga ve iskatı gerek olan, ehemmiyyet verilecek bir fâidesi olmıyan boş, ma'nasız, herze, heder, biyhûde şeylere ıtlak olunur ki, leğveyât ve lağviyyat ta'bir olunur akval ve ef'alden eamdır. Kelimei lâgıye bilhassa hatâ ve sebb ü şetim gibi fâhiş söze denir. Cennette bunlar işitilmez (.......) dır. Cennetin yüksekliğini izah sırasında ilk evvel bu vasf ile tavsıfı evvel emirde naîmi Cennetin ve ehli Cennetin nezâhetini iş'ar ile mü'minleri ahlâkı fadıleye tergibdir. Zira Cennet, ni'met, hoşnudluk, saadet denilince bir takım zihinler Dünyada refah-ü servet kısmet olmuş, şehevât ve hevesâta düşgün bir çoklarının ahvalinde görüldüğü üzere vakıt geçirmek için oyunlar, eğlenceler, hakîkî bir fâideyi tezammun etmiyen leğviyyata dair biyhûde kaviller, fiıller, neticesi hiçten ıbaret olan şeyler için dediler, kodular, entirikalar, edeb kaydiyle mukayyed olmaksızın gevezelikler, şımarıklıklar, yüksek bir zevk ve meharet imiş ve bu gibi ahval ile keyf çatmak ni'met ve saadetin mütemmimlerinden olan gayeler imiş, ve binaenaleyh Cennet saadeti de böyle lağviyyattan ıbaret olacakmış gibi tevehhüm ve tehayyül edebileceğinden böyle bir ihtimali def' için evvelâ Cennetin yüksekliği anlatılırken orada lağviyyatın yeri olmadığı ve Ehli Cennetin öyle boş ve biyhûde şeylerle iştigali şöyle dursun onları işitmekten bile âzâde ve münezzeh bulundukları anlatılmış ve bu suretle mü'minlere lâyık olan da Sûre-i Mü'minun da (.......) diye tasrih olunduğu üzere bu ahlâk ile mütehallık olmak, hem yalnız darlık ve hacet zamanlarında değil, ni'metleri izdiyad edip hallerinde vüs'at hasıl olduğu nisbette de lağivden ihtiraz da ileri gitmek ve hattâ yalnız dari teklif olan Dünyada değil, kendilerinden tekâlifin kalktığı ve hiç gadab ve nikmet bulunmıyan sâhai rahmete vasıl oldukları zaman bile ondan tenzîh olunmak ve binaenaleyh ni'metleri, ni'met kadri bilmiyen cühelâ ve süfehanın sebebi felâketleri olan ni'metler kabîlinden olmayıp ebedî saadete mazhar olan ehli fadl-ü ciddin ni'metleri kabîlinden olmasını istemektir. Yine şayanı dikkattirki Cennetin ve ni'metin yüksekliği vasıfları anlatılırken evvelâ daha ziyade nüfusı âliyenin ve ırfanda, kemalâtı vicdâniyyede makamâtı refi'a sahibi olanların şanlarına lâyık olan ruhanî ve ma'nevî haslet takdim

olunmuş, sa'ye rıza, sonra da lagıvden nezahet zikredilmiştir. Herhangi bir hususta mertebei rizaya ermek büyük zevk ise de sa'ye riza: Sa'yinden hoşnudluk, insanı makamı hamde erdiren lezzetlerin en yükseğidir. Çünkü (.......) dir. Hayat, haddizatinde fa'aliyyet demek olduğu için hakikatte zevkı hayat, gayesine masruf olan sa'y zevkınden ibarettir. Sa'yin zevkı de gayesine isabetindedir. Onun için sa'yinin güzel semeresini gören ruhun hazzı her lezzetin fevkında ve bu suretle sa'yden hoşnudluk her hoşnudluğun başında bir hazzı ruhanîdir, Gayesine isabet etmiyen sa'y ve amel sonunda (.......) hukmünce nasab ve te'ab ve inkisarı hayal ile elem ü husrandan ibaret kalacağı gibi gayesiz olan veya gayesi bir ehemmiyyeti hâiz olmıyan sa'yler de lagv-u abes olmak i'tibariyle ona mulhaktır. Onun için sa'yinden hoşnudluk ruhun en yüksek hazlarından olduğu gibi lagıvden nezahet de onun tekemmülü şeraitınden bulunmak hasebiyle Cenneti âliyenin evsafında evvela bu iki saadet takdim edilmiş sonra da Dünya hayatta tanınmakta olan cismanî lezzetlere benzer huzuzât zikrolunmuştur. Şöyleki

11 ﴿