2

Ve aya: uyduğu zaman ona

(.......) ve Kamere - Güneşten ma'ada Aya da kasem olsun, fakat her zaman değil (.......) ona tâlî olduğu zaman - ya'ni Güneşe uyduğu, onun gurubunu müteakıb onu andırır bir surette doğduğu zaman ki, bu tam ma'nasiyle Ayın on dördünden on altısına kadar leyalii bîz denilen bedir gecelerinden zâhirdir. Gerçi ibtida hilâlinden on beş on altısına kadar hattâ sonundaki mihak gecesinden ma'ada her gece az çok mülâhaza edilebilir se de on altısından sonra Şemsin gurubundan git gide teahhur ve tenakusla uzaklaştığı için ta'kıyb ve tebeıyyetten çıkmağa başladığı gibi peyderpey büyüdüğü ilk haftalarında da henüz cirmi tamam olmadan veya tamama yaklaşmadan evvel bir Güneşin arkasından ona tabi' ikinci derecede bir Güneş doğuyormuş gibi tam ma'nasiyle Şemse tâlî olmuş olmaz. Ancak Ayın ortalarında bedir gecelerindedir ki, Güneşin gurubu sırasında veya akabinde onu andıracak vechile dolgun bir surette nurlu olarak doğar ve sabaha kadar da mehtabı imtidad eder ve o vakıt ona tam ma'nasiyle Güneşin tâlîsi demek zâhir olur. TELÂ, tülüvden fi'li mazîdir. (.......) diye yâî de vâvîde olur. Netekim (.......) gibi (.......) da öyledir. Tülüv, tabi' olmak, birine uyup ardınca gitmektir. Okumak ma'nasına tilâvet de bundandır. Razî der ki, Kamerin Şemse tâlî olmasında bir kaç vecih vardır:

1 - Şemsin gurubunda Kamerin tulû'da bekasıdır ki, şehrin nısfı evvelinde olur. Şems, gurub edince Kamer izâede ona tabi' olur. Bu İbn-i Abbastan Atânın kavlidir.

2 - Şems, gurub edince Kamerin de gurubda ona tabi' olmasıdır ki, hilâl gecesi olur. Bu Katâde ile Kelbînin kavlidir.

3 - Ferrâ demiştir ki, Bu tülüvden murad Kamerin Şemisden zıya almasıdır ki, «fülân şu hususta fülâna tabi' olur» denilir ki, onu ondan alır demektir.

4 - Zeccac demiştir ki, (.......) istidare ve kemal zamanıdır. O vakıt Kamer, zıya ve nurda Şemse tâlî gibi olur.

Ya'ni ziyâsı kemale yetince tenvirde Şemsin makamına kaim gibi olur ki, bu leyâli bîzdadır.

5 - Cirminin bihasebilhis büyüklüğünde ve bu âlemin mesalihi, hareketine merbut olmakta (.......) Bu vecihlerden her biri hususî bir ma'na ifade etmekle beraber mecmuu Şemsin arkasından Kamerin ona bir uyuşu veya bir benzeyişi halini ve binaenaleyh (.......) ona uyup benzediği zaman demek olduğunu, bunun da tulû' veya gurubda, nur veya hacimde veya menfeatte mülâhaza olunabileceğini anlatmış oluyor. Bu mefhum Kamerin tehavvülâtında nurunu Şemsten ahz ettiğini dahi dolayısıyle anlatmış olursa da (.......) kaseme bir kayd olarak zikredildiği için o tehavvülâtın her zamanına değil, bilhassa güneşe en ziyade uyduğu veya benzediği zaman ile takyidini iycab ediyor. Bu ise Zeccacın beyan ettiği vechile Kamerin tâlî bir Güneş gibi olduğu bedir gecelerinde zâhirdir. Siyakı kelâm hareket üzerinde değil, zıya üzerinde olmak itibariyle de bu ma'na zâhirdir. Tülüv tebeıyyet, ta'kıyb; bir hareket ma'nasını dahi tezamumun veya istilzam ederse de bunun zıya itibariyle bir tebeıyyet ve hareket olması yaraşır. Çünkü Kamer harekette Arza, zıya da Şemse tâbi'dir. Arzın etrafında devreder. Güneşe olan vaz'ına göre nuru tahavvül eyler, Hareketi nazarı itibare

alan beşinci vecihte Kamerin hareketi doğrudan doğru Şemsin hareketine tabi' olduğu zannedilmemek için zıya cihetiyle cirminin hissen büyümesi, hareket cihetiyle de hareketine bu âlemin mesalih ve menafiı merbut olması itibariyle müşabehet ma'nasına bir tebeıyyet olduğunu tasrih eylemiştir. Bunlar ise dördüncü vecihte dahil demektir. Üçüncü vecih, ma'nayi lâzımî olmak gerektir. İkinci vecih, ilk hilâle nazarı dikkati celbetmek itibariyle muvafık ise de yalnız gurubda ta'kıybe kasr itibariyle tercih bilâ müreccih gibidir. Birinci vecih hilâlden tam bedre kadar nısfı evvelde yevmen feveymen mütezayid olan tekâmül safahatını göstermek itibariyle dördüncüden daha şümullü ve maksud Kamerin Şemse ikbal ve teveccühü artığı ve tulûu onun gurubunu ta'kıyb ettiği müddetçe nurunu artıra artıra gayei kemale ve âdeta ikinci bir Güneşi andıran bedir haline gelişi ıhtar olduğuna göre hepsinden daha müfiddir. Fakat asıl maksud, Şemsin duhası gibi Kamerin de o gayei kemalde olan mehtabına ve bunun zıyayı Şemse tabi' ve tâlî olduğunu anlatarak bununla nefsi mülhemenin kemal-ü tesviyesine bir tevtıe yapmak olduğuna göre dördüncü vecih evceh ve azhardir. Bu suretle müstenir olan Kamere kasem dahi zıyanın âteşîn olan harûri hususiyyetinden tecerrüd ederek mahzı nur halinde akseden ve mahsûstan ma'kule, şahidden gaibe, eserden müessire intikale vesîle olan diğer bir tavrına kasem olmuş olur. Eğer (.......) tilâvetten istiarei tebeıyye olarak mülâhaza olunup da Kamerin mehtabında hissimizden gaib bulunan Şemsin akseden zıyasını Arzımıza neşrederek onu zevil'ukûle delâleti akliyye ile andırması bir kariin kitabullahdan bir âyet okuyarak ma'nasını delâleti lâfzıyye ile anlatmasına benzetilecek olursa hem nefsi mülhemenin tezekkîsi haline hem Kur’ân’ın nur tesmiye edilmesine dahi işaret edilmiş olacağı cihetle pek beliğ bir vech olacaktır.

2 ﴿