10Ve ziyan etmiştir onu kirletip gömen (.......) onu tedsiye eden kimse de, ya'ni korunmayıp fücur ile tereddî ettirerek gömen dessas kimseler, yâhud diğer bir ma'na ile Allah’ın öyle tereddî ettirip gömdüğü nefsi fâcire ve deniyye de gerçek hâib ve hasir oldu. Kendini kurtaramayıp bütün hayalleri ma'kûs ve her ümidden mahrum olarak (.......) diye diye ebedî azâb, kopmaz vesak içinde hasret ve husrane düştü gitti. Ekser müfessirînin beyanına göre kasemlerin cevabı bu iki cümledir. Asl olan cevabında (.......) denilmek ise de kasem uzamış olduğu için (.......) hazf olunmuştur. Buna göre bu Sûrenin ruhu ve bütün mâsîkalehi bu iki cümlede fezleke edilmiştir. Yukardan beri defeat ile geçtiği üzere tezkiye, keskin (.......) e ile zekâtın aslı olan «zekâ» dan tef'îldir. Bu ise arılık dediğimiz temizlik, paklık, taharet ma'nasiyle artıp büyümek demek olan nema, feyz-u bereket ma'nasınadır. Binaenaleyh (.......) e ile tezkiye tathir ve tenmiye, temizlenmek ve feyızlandırıb büyütmek ve temize çıkarmak ma'nalarına gelir. Bu suretle nefsi tezkiye ta'biri başlıcı üç ma'nada kullanılır. BİRİSİ, onu kirletecek küfür, cehalet, kötü hisler, yanlış i'tikadlar, fena ahlaklar gibi fücurdan temizlenmek. İKİNCİSİ, temizleyip koruyarak îman, ılm-ü irfan, iyi, hayırhah hisler, güzel, ilâhî ahlâk gibi takvâ hasletleriyle terbiye edip ilâhî tecelliyâta mazher olarak, muhîtına zekât verecek, hayr-u bereket neşredecek vechile feyızlandırmaktır ki, bu iki ma'na ile nefsi tezkiyeye çalışmak, onu yaratanın bir hakkı olmak üzere insanın vazîfesi ve menfeatı muktezasıdır. Onun için kesbi ıtibariyle insana ve sebebiyyeti ıtibariyle mürşid ve muallim gibi âharine ve takdîr-ü tevfîk ve halkı ıtibariyle Allah’a nisbet olunur. Burada zâhir olan ma'na da budur. ÜÇÜNCÜSÜ, tezkiyei nefis, nefsin temizliğini takdîr veya son derece feyz-u nemasına irmiş olduğuna hukm etmek suretiyle temize çıkarmak, öğmek ma'nasına gelir. Netekim şâhidi tezkiye etmek bu ma'nadandır. İnsanın bu ma'na ile nefsini tezkiyeye hakkı yoktur. Henüz akıbetini görmiyen ve sirri kaderi bilmiyen insan için böyle bir iddia ve temedduh gurur ve cehalet ile sukuttur. Vennecimi sûresinde (.......) diye insanların kendilerini tezkiyeden nehy olunmaları bu ma'na iledir. Onun için burada bu ma'na mülâhaza olunacak olursa (.......) nefisten ibaret (.......) nın fâ'ili tahtinde müstetir (.......) zamiri onu tesviye ve ilhama mazher eyliyen Allah’a, (.......) zamiri nefisten ibaren olan mene raci' rabıta olarak Allah’ın tezkiye ettiği nefis felâh buldu diye anlamak lâzım gelir. Evvelki ma'nada ise (.......) insan, (.......) nın fâ'ili, ona raci' (.......) zamiri rabıta, (.......) zamiri de nefse raci' olarak «Nefsini tezkiye eden insan, felâh buldu» diye anlamak da kâfidir. Mütebadir olan da budur. Mu'tezile bu ma'nada ısrar etmek istemişlerse de Ehl-i Sünnet ikinci vechi de tecviz etmişler. Hem ma'nasiyle tezkiyenin Allah’a isnadı çok daha doğru olduğunu söylemişlerdir. Onun için mealde iki veche de muhtemil bir surette ifade edilmiş, tefsirde iki vecih dahi gösterilmiştir. Filvaki' insanın nefsini, ruhunu tezkiyeye çalışması sonunda menfeatı kendine aid olan bir vazîfedir. İnsan iradesini buna sarf etmekle (.......) mucebince Allah’a hizmet ederek Allah’ın nusratına irer. İmam Ahmed ve İbn-i Ebî Şeybe ve Ebû Müslim ve Nesâî Zeyd İbn-i Erkamdan rivayet etmişlerdir ki, Resûlullah sallâllahü aleyhi ve sellem « (.......) = Allah’ım! Benim nefsime tekvasını ver ve onu tezkiye buyur, sen onu tezkiye edenlerin en hayırlısısın. Sen onun velisi ve mevlâsısın» diye duâ ederdi. Taberânî ve daha ba'zılarının İbn-i Abbastan rivayetinde de aleyhissalâtü ves-selâm bu âyeti tilâvet eylediği zaman vakfeder ve bu duâyı söylerdi. Bundan ve Buharî ve Ebû Müslim ve Ebû Davud da buna müteallık rivayet olunan ba'zı hadîslerden dolayı ba'zıları bu ma'nanın daha müreccah olduğunu ve bu surette (.......) fi'illerinin hepsinde fâil zamiri yeknesak olarak Allahü teâlâya raci' olacağı cihetle nazmın daha mütenasık olacağını söylemişlerdir. Lâkin asıl mes'ele insanın kendisi hakkında kendi kesbiyle mes'uliyyetini anlatmak olduğu cihetle evvelki vecih, daha müfiddir. Resûlullahın duâ etmesi de kesbi cümlesindendir. (.......) da böyledir. TEDSİYE, tezkiyenin zıddıdır. Desv, bir şey neşv-ü nema bulmayıp bodur ve cılız kalmak ve gizlenmek ma'nalarınadır. Bundan tef'îl olan tedsiye de bir kimseyi desîse ile iğva edip ifsad eylemek ma'nasına gelir. Maamafih demişlerdir ki, bu kelimenin aslı «dess» den müştak tedsîstir. Muzaaf olduğu için mazîsi «dessese» de üçüncü sîn (.......) yerinde (.......) gibi harfi illete kalb edilmiş dessâ olmuştur. Dess ve dissîsâ bir şey'i bir şeyin altına gömüb gizlemek ve toprağa gömmek ma'nasınadır. Bizim desîse ta'birimizin aslı dissîsâ masdarıdır. Desîs, hiç bir ılâç ile def' olmıyan koltuk kokusuna ve casusa ve küle gömülüp kebap olmuş ete ıtlâk olunur. Dessas da bir nev'i habîs yılana denir. İşte tedsis ve tedsiye bu ma'nalarla alâkadar olarak çok dess ve desîse yapmak, bir şeyi desîse ile bozup fenalaştırmak ve pek örtüp gizlemek, gömmek ma'nalarını ifade eder. Şâir demiştir ki, (.......) Ve sen osun ki, Amri berbad ettin gömdün de halîleri ondan dul oldular dağıldılar. Demek ki, nefsi tedsiye ruhu fezail ile tezkiye etmeyip fisk-u fücur ve kötü ahlâk ile fesada vermek, sonunda kokup gömülmeğe mahkûm süflî beden kirleri, katı behîmî gayeler, riya gibi Şeytanî ve zulmanî hislerle tefessuh ettirerek maddiyyâta defnetmek ve Âhırette küle gömülmüş «desîs» kebab gibi Cehennem ateşine kapatmaktır. İlhamı ilâhî ile tezkiyenin, nur-u nehar ve Semaya, tedsiyenin zulmeti leyl ile Arza münasebeti de aşikârdır. Allah’ın fıtratı beşere nefhetmiş olduğu o ruhu, o ilâhî nuru böyle gömmek ise ne büyük haybet ne büyük husrandır. Bunu bir misal ile tavzıh için buyuruluyor ki, |
﴾ 10 ﴿