2

Ve dindiği zaman o geceye kasem olsun ki,

(.......) Ve o geceye: Sükûna irdiği, kararını bulup dindiği zaman -ya'ni tam kıvamına gelip durduğu, içindekilerin sükûn bulduğu vakıt ki, evvelinden bir müddet geçtiği orta demleridir. O vakıt zulmet artacağı kadar artmış, örteceğini örtmüş, kararını bulmuş, bir de ses sada kesilmiş dinmiş olur. Karanlığın çöktüğü, ortalığı örttüğü veya rüzgârın kesildiği veya gecenin tükendiği sıra diye de mülâhaza olunabilir ki, her birinin duhaya bir tekabülü veya bir vechile bir mümaseleti vardır. Biri neş'e, biri gam, yâhud zevali gam ifade eder.

SECA, ulüvv vezninde «sücüvv» denilir. Sücüvv mutlâka sükûn, ya'ni bir şeye kararını bulup dinmek, sâkin olmak ma'nasınadır. Bahri sâcî; dalgasız durgun deniz, tarfı sâcî: sâkin, baygın göz, leyli sâcî; dalgasız durgun, rüzgârsız gece demektir. Seciyye dahi sükûn ma'nasından me'huz olup insanın nefsinde sâkin ve sâbit huy, meleke demektir. Tesciye de örtmek ma'nasına gelir. Bu vechile gecenin sükûnu demek olan sücüvvu zamanı, iyice durgunluğu ile tam kararması, örtüp kaplaması veya nihâyete irip geçmesi zamanı diye de telekkî edilmiştir. İbn-i A'rabî

(.......) demiş, İbn-i Münzir ve daha ba'zıları İbn-i Cübeyirden: (.......) diye, İbn-i Cerîr ve İbn-i Merduye, Avfî tarikıyle İbn-i Abbastan: (.......) diye, İbn-i Münzir ile İbn-i Ebî Hâtim de ondan: (.......) diye tahric eylemişlerdir. Cümhurun beyanına göre asıl sücüvv, sükûn demek olduğu ve leyli sâcî rüzgârsız gecede şayi' bulunduğu için murad, gaşiyde olduğu gibi zulmetin şiddet ve savletini değil (.......) mantukunca bilhassa sükûn ve sükûneti zamanını ıhtar olmak zâhirdir ki, bu sükûn geceleyin ıztırab duyulmıyacak vechile hasıl olan herhangi bir sükûni hissî ve ma'nevî ile huzur ve istirahate veya gecenin bitmesi gibi kederin zevâli hengâmına da şamil olur. Bu suretle (.......) zulmet ve kedere ve binaenaleyh tehavvülâtı hayatta âlâm ve ekdar veya mevt ile fânîlik kasvetinin istîlâsı ve vahyin inkıtaı ile nuri ma'rifetin üfulü ve ruhun inkıbazı hallerine işaret olmakla burada murad, o zulmet ve kederin kendisi değil, bilhassa öyle bir halde husule gelen huzur ve sükûnu ıhtar, ya'ni gecenin duyulmaması halinde olduğu gibi vahyin füturunda da bir dinleniş ve tebettül bulunduğunu veya gecenin geçmesi, sabahın başlaması deminde olduğu gibi vahyin füturu zamanı bitip yeniden başlamasiyle kederin neş'eye tehavvül eylediği zamanı duyurmaktır. Şu halde (.......) hayatın ve nuri ma'rifetin şa'şaa ile parlamağa başladığı genc ve dinc bir neş'e zamanını, ruh tecelliyatını ifade ettiği gibi (.......) ona mukabil mutlak bir zulmeti, beden küduretini iş'ar etmekle beraber (.......) kaydi o zulmetin sükûnu demindeki huzur ve istirahatle teab-ü kederin zevali ve gelecek uhrevî bir neş'enin istibşarı hengâmını ifade etmiş olur ki, bunun sebeb-i nüzule ve bervechiâtî gelecek cevablar ile bu sûre mazmunundaki müterakkî va'd-ü tebşire münasebeti ne güzeldir. Hasılı, zulmetten nura, nurdan zulmete saat besaat değişen zaman tehavvülâtı içinde bilhassa ilk hayat

ve ma'rifet neş'esinin terakkî demi olan parlak duhaya ve ona arız olmakla beraber gelecek bir hayat ve saadet neş'esinin mukaddimesi ve mübeşşiri olan gecenin dindiği sükûnu hengâmına kasem olsun ki, ya Muhammed

2 ﴿