İNŞİRAH

Bu, inşirah sûresidir. Cümhura göre mekkîdir, Vedduhadan sonra nâzil olmuştur. Hattâ Tavus ve Ömer İbn-i Abdilazîz bunu onun tetimmesi addederek ikisini bir Sûre saymış ve bir rek'atta okumuş oldukları rivayet edilmiştir. Lâkin mütevater olan alel'umum Mushaflarda araları besmele ile ayrılmış ve aşere kıraetlerinin hepsinde de iki Sûre olarak okuna gelmiş olduğu cihetle bir Sûre sayılmaları doğru değildir. Aralarında şiddeti ittisal bulunmakla beraber evvelkisi vahyin inkıtaı ile husule gelen gam ve dıykı sadır zamanında nâzil olarak inşirah bahş etmiş, ikincisi ise inşirah halinde nâzik olarak onun hukmünü beyan ve ni'metten mün'ıme tergıb etmiş olmak ıtibariyle farklıdırlar. Bu, evvelkinden ziyade bir kuvvet ifade etmekte olduğu cihetle Bikaî bunun medenî olduğuna kail olmuş, İbn-i Merduye de Câbir İbn-i Abdillahdan usür ve yüsür âyetlerinin Medine de nâzil olduğuna dair bir hadîs de rivayet eylemiştir. Bu Sûrenin müfadına nazaran medenî olması yakışmaz değil ise de hadîsin sıhhatinde tevakkuf edilmiş ve mekkî olduğu tesbit olunmuştur.

Âyetleri - Bil'ittifak sekizdir.

Fasılası - (.......) harfleridir.

1

Şerh etmedik mi senin içün bağrını?

(.......) Şerh etmedik mi? -Açıp genişletmedik mi (.......) senin için- senin saadetin için (.......) sadrını -göğsünü de nefesine genişlik, kalbine ferah, nefsine kuvvet ve inbisat vermedik mi? Hal ve istıkbalde, Dünya ve Âhırette bütün muradları izah edip de her müşkili yenecek büyük bir ruh ile hayretten hidâyete, gamdan sürura, darlıktan genişliğe irdirmedik mi? Râgıb demiştir ki, Şerhin aslı eti ve o kabîl şeyleri bast etmek, ya'ni açıp genişletmektir, şerhi sadır da bundandır ki, ilâhî bir nur ve Allah tarafından bir sekînet ve bir ruh ile onu genişletmektir.

Şihab da der ki,, aslı bastı lahm olduğu ve bunda bir mezellet ve içini de onda gizli olanı zâhire çıkarmayı müstelzim bir tevsi' bulunduğu için şerh ve genişlik kalb hakkında da isti'mal olunmuştur. Hüznünü izâle ederek meserret verecek şey'i idraki bir şerh ve tevsi' addolunmuştur. Çünkü onun sıkıntısını açacak ve hemmini izâle edecek geniş bir nefes aldırmak gibi herhangi bir sebeb, bir duygu, bir ilham ile ondan gaib veya ona hafî bulunan meserreti mucib bir şey zâhir olur ki, bu bir kitabı izah etmek ma'nasına şerh denilmek gibidir. Sonra da bu ma'na kalbin mahalli olan sadırda mubalâğa için isti'mal olunmuştur. Çünkü bir şey'in genişlemesi zarfının da genişlemesini ıktıza eder. Onun için işidirsin ki, sürûra bast ve genişlik, zıddına da kabız ve darlık tesmiye ederler. Bu bir kaç mertebe vesait ile kinayeye müteferri' olan mecazlardandır. Lâkin şuyuundan sonra hafa kalkmış, vesaıt mürtefi' olmuştur . Bu beyan şerhin bir şerhidir. Şihab, şerhi halımden şerhi kalbe ve ondan şerhi sadre intikal ederek gitmiştir. Lâkin şerhi lahimden, göğüs açıp genişletmeğe, ondan nefes genişliğine ve kalbin inbisatına ve ondan nefsin ma'nevî olan sürur ve inkişafına geçmek daha muvafıktır.

SADR, her şeyin ön ve baş tarafı olduğu gibi insanın gövdesinin de belinden başına doğru ön ve içinden kalb ve ciğerleri hâvî bulunan üst kısmı, ya'ni sîne, göğüs veya bağır dediğimizdir. Arkadan sırta da zahr denilir. Mahalliyyet veya cüz'iyyet alâkasıyle kalb veya nefisten kinâye de olur. Dıştan göğüs darlığı za'f emaresi sayıldığı ve içten göğüs darlığı dıykı sadır, nefes darlığı, kalb sıkıntısı ve elem ve ıztırab ve tehammülsüzlük demek olduğu gibi dışından göğüs genişliği, vüs'atı sadır: Kuvvet alâmeti, göğüs açılması: Arşı iştiyak, içten inşirahı sadır; nefes genişliği, rahat, inşirahı kalb: Ruhan sürur ve şevk, karîha ve ma'lûmat ve tehammül vüs'ati ma'nalarını

ifade eder. Bu suretle şerhı sadır, esâsen göğsünü, bağrını açıp genişletmek demek olduğu halde bununla kalbe ferahlık vermek ve nefsi herhangi bir fi'il ve kavle açıp neş'e ve sürur ile telekkîye genişletmek ma'nasından kinâye edilmek de mütearef olmuştur. Öyle ki, şerh ve inşirahı sadır denildiği zaman maddeten göğsü veya kalbi açmak veya yarmaktan ziyade ma'nevî olan bu sürur ve inbisat ma'nası anlaşılır. Âlûsî derki aslı fesh ve tevsia olup iyzahta şayi' olduğu gibi süruri nefiste de şayi' olmuştur. Hattâ bunda hakikati urfiyyedir denilse baîd olmuştur. Hattâ bunda hakikati urfiyyedir denilse baîd olmaz ve bu kalbe tealluk ettiği zamandır. Kalbini şununla şerh etti demek onunla mesrur etti demektir. Çünkü kalb, nefsin menzili gibidir. Adeten de menzilih tevsîi ondaki nâzilin sürurunu müstelzim olur. Kalbin mahalli olan sadre tealluk ettiğî, şerhı sadır denildiği zaman da böyledir. Bu ekseriya kalb genişliğini de ifade eder. Çünkü adeten bir menzilin etrafını genişletmek menzilin genişliğiyle mütenasib olur. Etrafı da genişletir ki, behceti ziyade olsun. Bundan bilvasıta nefsin süruruna intikal olunur. Kalb veya sadre tealluk ettiği zaman ba'zı kerre bir de ma'lûmatın teksiri ma'nası murad olunur. Denilmiş ki, sanki ma'lûmat geniş bir fezaya muhtac imiş ve kalb de onun mahalli imiş gibi tehayyül olunur da ma'lûmat çoğaldıkça kalbin de geniş olması lâzım geleceği mülâhaza edilir. Ba'zı kerrede bundan nefistekinin teksiri murad olunur. Denilmiştir ki, bu da ma'lûmatın tevsii nefsin tevsîini ıktıza eder mülâhazasıyledir. Ba'zı kerre de şerhı sadr ile, nefsin kuvvei kudsiyye ve envarı ilâhiyye ile te'yidi ma'nası murad olunur. Öyle ki, nefis ma'lûmat alaylarının meydanı, melekât yıldızlarının şeması, envai tecelliyatın arşı, varidat sürülerinin ferşi olur da artık onu bir şein, bir şeinden işgal etmez, onun ındinde olacak» olan, olmuş müsavî olur ve bu ma'nalardan her biri makamına göre murad olunur. Allah teâlânın Resûlüne

imtinanı makamı olan bu makama en münasib olan ma'na ise -Râgıbın da anlattığı vechile- bu sonuncu ma'nadır. Maamafih diğer ma'nalar da tecviz edilmiştir (.......) Zâhir olan bu inşirahın Vedduha sûresinin nüzuliyle hasıl olmasıdır. Maamafih (.......) sûresinde de bunun bir mukaddimesi bulunduğu gibi bundan sonra Sûre-i Kadre kadar bunun mukaddimat ve netaicini bir izah vardır.

Müfessirîn şerhı sadırda iki kavil zikretmişlerdir. Birisi -Haberlerde varid olduğu üzere sabavetinde veya nübüvveti sırasında veya İsra gecesinde cismanî bir ameliyye suretinde göğsü şakk edilerek kalbi çıkarılıp yıkanıp yine yerine konduktan sonra îman ve hikmet ile doldurulmuş olmasıdır ki, bu münakaşelidir. Maddî kalb yıkanmasının îman, ılim, hikmet, şefekat gibi ma'neviyyat ile alâka ve münasebetine kail olmıyanlar bu babdaki rivayetleri ma'kul görmiyerek redd etmişler. Bu ameliyyenin esas itibariyle imkânını ve maddî temizliğin ma'nevî temizlik ile de alâka ve münasebetini düşünenler de kabul etmiş, bununla beraber burada murad o olduğunda ısrar etmemişlerdir. Nübüvvetten evvel mukaddimatı olan irhasat ve keramat dahi inkâr olunamazsa da Sûrelerin tertibine nazaran buradaki şerhı sadrın ne nübüvvetten evvel ne de nübüvvet sırasında değil. Vedduhanın nüzuliyle yâhud da sonra olması zâhirdir. Bu cihetle cismanî ma'naya da delâlet eyliyen en kuvvetli rivayet ise Mi'rac gecesine dair olarak Buharî, Müslim, Tirmizî ve neseîde Katâdeden merviy olan şu hadîstir: Demiştir ki, bize Enes İbn-i Mâlik, Mâlik İbn-i Sa'saadan Hazret-i Peygamber sallâllü aleyhi vesellemden tahdîs etti. Peygamber buyurdu ki, Ben Beytin yanında uyur uyanık arası bir halde iken içinde zemzem suyu bir altın tasla bana gelindi de sadrım şuraya ve şuraya kadar şerh edildi -Katâde demiş ki, Enese ne kasdediyor dedim, karnımın aşağısına kadar dedi- buyurdu ki, Derken kalbim çıkarıldı da

zemzem suyile yıkandı, sonra yerine iade edildi, sonra îman ve hikmet dolduruldu, sonra bürak getirildi, onun üzerine Cibril aleyhisselâm ile beraber gittim, ta Semai Dünyaya vardık. İlh elhadîs... Bundan en vâzıh olarak anlaşılan beynennevmi evlyakaza misalî bir inkişaf ve müşahede olması ve asıl neticenin îman ve hikmet dolarak Mi'racın vuku' bulmasıdır. Burada bu ma'na murad olunabilir ve bu vechile bu Sûre Mi'raca işaret olabilir. Vedduhanın nüzulü esnasında da bir inkişaf ve müşahede vukuu geçmiş olduğuna göre de bir mi'rac olmuş demektir. İsra gecesiyle Vedduhanın nüzulü arasında ne kadar zaman bulunduğu ma'lûm değil ise de Mi'rac hadîslerinde bu Sûrelerin mazmunlarına tesadüf edildiği ve Vedduhadaki leylden murad leylei İsra olduğuna dair de bir rivayet bulunduğu cihetle bunların Mi'rac ile alâkadar olduğunu kabul etmek lâzım gelir. Bunda ise cismanî şerh, ihtilâflı; ruhanî şerh ittifaklı olduğu için herhangisi olursa olsun şerhı sadırdan asıl murad, gaye olan son ma'na olmak ıktıza eyler, o da îman ve hikmet ile hakikat inşirahıdır ki, cisimler onun için çalışır ve ona feda edilir. Hakikatte bir elem olan cismanî ameliyyeler onun bir vesiylesi olmak itibariyle kolaylıkla iktiham olunur. Onun için şu ikinci kavil ihtilâfsızdır:

İKİNCİSİ - Şerhı sadırdan murad, ma'rifet ve tâate raci' olandır ki, bunu da bir kaç vechile izah etmişlerdir:

1- aleyhissalâtü ves-selâm İns-ü cinne meb'us olunca Allahdan başka ma'buddan ve âbidden berâet ile İns-ü Cinne münâzea etmek ibtida zor gelmiş, göğsünü daraltmıştı, fakat Allah teâlâ ona öyle âyetler göstermişti ki, onlarla bütün o müşkilâtı ıktihama vüs'at bulmuş ve yüklenmiş olduğu her meşakkat, her şey gözünde küçülmüş idi. O suretle ki, kalbinden bütün hümumu çıkarmış, ancak bir hemm bırakmıştı, nafakası ıyali gailelerini tınmaz İns-ü Cinden teveccüh eden ezâlara ehemmiyyet vermez

olmuştu, hattâ onlar gözünde sinekten küçük olmuşlardı, ne tehdidlerinden korkar, ne de mallarına, canlarına meyl ederdi, şu halde şerhı sadır, Dünyanın hakaretine Âhıretin kemaline ılimden ıbaret olur ki, bunun nazîri Sûre-i En'amda (.......) dir. Buharîde de İbn-i Abbastan (.......) diye zikrolunur demekle yalnız bu ma'na gösterilmiştir. En'amda da geçtiği üzere rivayet olunmuştur ki, Ya Resulallah! Sadır inşirah eder mi? Dediler, evet buyurdu, onun alâmeti nedir dediler: Dâri gururdan tecâfî, dâri hulûda inâbe ve nüzulünden evvel ölüm için hazırlıktır, buyurdu. Bunun hasılı şudur: Allah’a ve va'd-ü vaîdine sıdk ile îman insana Dünyada zühdü ve Âhırete rağbeti ve mevte hazırlanmayı iycab eder.

2- Resûlullahın sînesi bütün mühimmata açılmıştı, telâş etmez, muztarib olmaz, şaşırmaz, sıkıntı ve ferah hallerinin ikisinde de münşerih bulunur, mükellef olduğu vazîfesini eda ile meşgul olurdu.

(.......) denilmeyip de (.......) denilmesi, bu şerhin vüs'atine, ya'ni yalnız bâtında kalmayıp asarı zâhirde de tecellî ettiğine tenbih olmalıdır.

Ya'ni Resûlullahın sînesi (.......) muktezasınca bütün mü'minlere ra'fet ve şefekatle açıktır. Bir de (.......) denilmekle iktifa olunmayıp da (.......) denilmesinde nükteler vardır.

BİRİSİ, «lâm» ın «lâm» a tekabülüdür.

Ya'ni (.......) buyurulduğu vechile sen bütün tâatı benim için yaparsın ben de yaptığımı senin için yaparım demek olur.

İKİNCİSİ de risaletin menafiı, sevabı Allah’a değil; Resûle âid olduğuna tenbih olur.

Ya'ni benim için değil, senin için şerh ettik.

ÜÇÜNCÜSÜ, bu şerhte mazarrat ihtimalini selb içindir.

Ya'ni aleyhine değil, bütün akıbeti hayr olmak üzere

lehine şerh ettin. Çünkü gafillerde olduğu gibi bir çok ferahların, inşirahların sonu felâket olur. Netekim (.......) buyurulmuştur. «Nun» ile (.......) buyurulup da (.......) buyurulmamasında da iki vecih vardır: «Nun» ta'zîm nunu olması itibariyle mün'ımin azameti ni'metinin azametine delâlet eyler, cemi' «nunu» na hamledildiği takdirde de ma'na şu olur. Bu şerhi yaparken doğrudan doğru yalnız yapıvermedim. Meleklerimi de çalıştırdım, sen o melâikeyi önünde ve etrafında görüyordun ki, kalbin kuvvet bulsun da risaleti o kuvveti kalb ile eda edesin. Bu surette Sûre-i Cindeki (.......) mazmununa da işaret olur.

1 ﴿