ALAK

Buna İkra' sûresi ve Sûre-i Alak dahi denilir. Mekkî olduğunda hiç hılâf yoktur. Ancak ilk nâzil olan bu mudur? Değil midir? Bunda ıhtilâf edilmiştir: İbn-i Cerîr ve Kebîrde Taberanî Ebî recai Utaridîden şöyle rivayet eylemişlerdir: Demiş ki, Ebû Musel'eş'arî bize ıkrâ eder, ya'ni Kur’ân ta'lim eylerdi, bizi halka halinde oturdurdu. Üzerinde iki beyaz sevb vardı, bu Sûreyi: (.......) tilâvet ettiğinde «Bu Sûre Muhammed sallâllahü aleyhi ve sellem Hazretlerine ilk nâzil olan Sûredir, der idi, bunun gibi Müstedrekte Hâkim, Delâilde Beyhekî Hazret-i Aişeden de rivayet etmişlerdir.

Bir çokları Mücahidden de: «Kur’ân’dan ilk nâzil olan (.......), sonra (.......) dir diye nakl eylemişlerdir. Buna mukabil Buharî ve Müslim, Ebî Seleme İbn-i Abdirrahmandan şunu rivayet etmişler: Demiş ki, Câbir İbn-i Abdillaha: Kur’ân’dan evvelâ inzal olunan hangisidir? Diye sordum (.......) dedi, (.......) diyorlar dedim. «Ben size Resûlullahın bize tahdîs ettiğini tahdîs eyliyorum dedi diye hadîsi sevk ile bir istidlâl yapılmıştır. Bu hadîste fetreti vahiyden bahsederken şöyle denilmiştir: Ben yürüyordum o esnada Semadan bir ses işittim gözümü kaldırdım, bir de gördüm ki, Hırâda başına gelen Melek Sema ile Arz arasında bir kürsîde oturmuş, ondan korktum, döndüm, (.......) dedim, o vakıt (.......) i inzal buyurdu, derken

vahiy kızıştı tetabü' etti (.......) Bunda görülüyor ki, Melekin daha evvel Hırâda gelmiş olduğu anlatılmıştır. Daha evvel Hırâda gelmiş olduğu anlatılmıştır. Daha evvel Hırâda Melekin gelmesi ise (.......) ın nüzulüdür. Şu halde bunun ma'nası ilk nübüvvet için (.......) nâzil olmuştu, fetreti vahiyden sonra ilk risalet ve da'vet için (.......) nâzil oldu demektir. Bir de Fatihada geçtiği üzere Delâilde beyhekî ile Vâhidinin Yunüs İbn-i Bükeyr tarikıyle Yunüs İbn-i Ömerden, babasından, Ebî Meysere Amr İbn-i Şürehbîlden tahric eyledikleri ricalı sikat olan bir hadîsi mürsel ile ihticac olunarak Fatihanın evvel nâzil olduğu söylenmiştir.

Câbir İbn-i Zeyd de evvel nâzil olan (.......) sonra (.......) sonra (.......) sonra (.......) sonra Fatiha olduğuna cezm eylemiştir. Lâkin bu ıhtilâflı görünen evveliyyet, bu Sûrelerin tamamları itibariyle midir? yoksa başların da ba'zı âyetleri itibariylemidir Bu rivayetler de bunlar sarîh görülmiyor. Mes'eleyi bu bakımdan tedkîk edenler Fatiha tefsirinde de geçtiği üzere sahih olarak şu neticeye vâsıl olmuşlardır ki, âyet itibariyle Kur’ân’dan ilk nâzil olan bu (.......) Sûresinin başından (.......) e kadar beş âyettir. Tam Sûre itibariyle de Fatihadır. Fatiha bundan ve (.......) in ve (.......) in evvellerinden sonra nâzil olmakla beraber tam Sûre olarak nâzil olduğundan Sûre itibariyle evvel olan Fatiha, âyet itibariyle evvel olan da (.......) dir.

İmam Ahmed ibni Hanbel, Buharî ve Müslim ve Abd İbn-i Humeyd ve Abdürrezzak ve daha diğerleri İbn-i Şihab tarikıyle Urve İbn-i Zübeyrden, Hazret-i Aişe radıyallahü anhadan bed'i vahiy hadîsinde -ki, Fatiha da tamamı nakl edilmişti- ilk vahyin rü'yayı sadıka ile başladığını beyandan sonra Hırâ garında Melekin gelip tazyîk ile tutup sıkıp da (.......) dediğini, (.......) diye cevab verdiğini. Bunun üzerine bir daha sıkıp yine (.......) diye cevab verdiğini, üçüncü de yine bütün cühdüne irinciye kadar sıkıp bırakıp da (.......) dediğini rivayet eylemiş olduklarından ve

hepsinden esahh olan bu rivayette ise (.......) e kadar ayât diye zikr-ü tasrih edilmiş bulunduğundan ilk nâzil olanın bu âyetler olduğu esahh olarak sâbit bulunmaktadır. Sade (.......) ile iktifa eden ba'zı rivayetten murad, Sûrenin tamamına işaret olduğunu zann edenler olmuş ise de bu mücmel, (.......) e kadar tasrih eden rivayet müfesser demek olduğundan müfesserin mücmele müreccah olması lâzım gelir. Tamamı birden nâzil olan Sûrelerin pek az olup ceste ceste ve ekseriya beşer veya onar âyet nâzil olduğu ma'lûm bulunduğu gibi bunlarda da beşer âyet zikr olunduğu ve bu Sûrenin maba'di de mazmunlarına nazaran bilahara da'vetin başlamasıyle muarazanın vukuundan sonra nüzulüne delâlet eylediği ve namazın teşri'inden sonra olduğu anlaşılan bu âyetlerin Ebucehlin tuğyanı sebebiyle nâzil olduğu hakkında da Buharî vesâire de rivayetler nakl edilmekte bulunduğu cihetle ilk nâzil olan bu Sûrenin tamamı değil başından beş âyet, ve tam Sûre olarak nâzil olanın Fatiha olduğu ve muhtelif rivayetlerin bu vechile tevfîkı bu babdaki kavillerin ve rivayeîlerin gerek rivayet ve gerek dirayet bakımından en sahihî bulunduğu tahkîk edilmiştir. Onun için zemahşerînin «İbn-i Abbas ve mücahidden: Bu Sûre evvelü mânezeldir, mufessirînin ekserisi ise evvelü mânezel Fatiha, sonra Sûre-i kalemdir» sözü dahi Fatihada geçtiği vechile bu ma'na ile izah ve tevfîk edilmiştir. Hasılı esahh olan rivayâta göre bu Sûrenin beş âyetinin evvelü manezel olması, Fatihanın tam Sûre olarak evvelü manezel olmasına ve bu arada başka Sûrelere aid bir takım âyetlerin nâzil olmuş bulunmasına münafî değildir ve şu halde İbn-i Abbas ve Mücahid kavliyle ekser müfessirînin kavilleri arasında hakikatte münafat yoktur ve binaenaleyh sahib keşif gibi Fatihanın ilk nâzil olan Sûre olduğu sâbit değildir zannedenlerin

fikri sahih değildir. Kur’ân’ın gerek âyet ve gerek Sûre tertibinde nüzul sırası gözetilmiyerek mekkî ve medenî Sûrelerin ve âyetlerin takdim ve te'hîr ile mezc edilip daha ziyade ma'na münasebeti gözetilmiş bulunmasında ise mahasini nazm ve i'cazı Kur’ân noktai nezarından çok büyük hikmetler vardır ki, bunun en barizi hayatın seyr-ü inkişafında ve zaman hâdisat ve inkılâbatının cereyanlarıyle tahlil ve terkibinde daima evvel ile âhir beynindeki vahdet ve tenasuk nizamını düşündürmektir. Mesela bu beş âyet, Fatihadan evvel nâzil olmuştur diye bunları Sûreden ayırıp da tertibde Fatihadan evvele koymağa kalkışmak gibi bir üslûb takıyb edilecek olsa idi ne bu Sûre kalır ne de Kur’ân’ın Sûreleri ve âyetleri beyninde bir âhenk bulunurdu. Öyle yapılmayıp Kur’ân’ın herhangi bir kısmı okunurken ve hatta her hangi bir emri zîbâle şüru' ederken (.......) diye başlanmakta hem her şeyden evvel (.......) emrinin ma'nasını tatbiyk hem de nazmı Kur’ân’ı hiç haleldar etmeksizin bütün vücuhiyle hıfz-u sıyanet vardır. Bu Sûrelerin bu suretle Kur’ân’ın hıtamına doğru buraya konulmasında şübhesiz ki, ilk sırasında anlaşılan ma'nadan ziyade bir ma'nası vardır. Henüz okunacak bir kitab verilmeden oku oku denilmekle (.......) işte o kitab diye başlıyarak kıraet olunacak kitabı tamamladıktan sonra hıtamına doğru oku oku diye emredilmesindeki ma'na elbette farklıdır. Bunda devri kemalden, müruri zamandan sonra da nübüvvetin ilk halini ıhtar ile âhiri evvele irca' eden bir tecdid ve hiç bir zamanda kıraetten istiğna hasıl olmıyacağını anlatmak üzere (.......) mazmunu mucebince biri bitince diğerine başlamak suretiyle bir devam ma'nası vardır. İlk nüzulünde okumağa be'd için vârid olan bu müekked emir sonradan da tekrar tekrar devam ma'nasını ifade etmek ve bu suretle evvelki Sûrede geçen ahseni takvim ile ahkemülhâkimîn olan Allah

dîninin iycabını tafsîl eylemek siyakında buraya derc olunmuştur ve onun içindir ki, bunun başında ilk nâzil olan beş âyet, sonradan istiğnanın mahzurunu beyan ve Allah’a rücuu takrir eden (.......) âyetleriyle ta'kıyb olunmuştur. Demek ki, dîni islâm ibtida (.......) diye okumak emriyle gelmiş ve sonrada insan bir mertebeye gelir de okumaktan, ılimden, dîn ve ubudiyyetten müstağni olur zannedilmemek ve mebde' ve müntehâ birleştirilerek her ınayet bir bidayet gibi bilinmek için bu emri tazammun eden bu Sûre buraya derc buyurulmuştur. Bu ma'na (.......) âyetlerinin de mantukudur.

Âyetleri - Hıcazîde yirmi, Irakîde on dokuz, Şamîde on sekizdir.

Fasılası - (.......) Harfleridir. Bunlar sırasıyle terkib olunursa (.......) «kalk bağışlıyayım, yâhud kalk heybet ver» ma'naları çıkar.

1

Oku ismiyle o rabbının ki, yarattı

(.......) oku o rabbinin ismiyle -ya'ni onun yüce adıyle, Allah ismi celîli ile başlıyarak oku, okumağa, kıraet etmeğe başla. Bâlâda geçtiği üzere bu emir, nâzil

olurken ibtida Hırâ mağarasında zati Muhammedîye Melek gelip canına tak diyen şiddetli bir tazyîk ile sâdece (.......) demiş, o vakta kadar zati Muhammedî okumak bilmediği için « (.......) = ben okumuş değilim» ya'ni okumak bilmem ki, ne okuyayım? demişti. Bunun üzerine yine şiddetli bir tazyîk ile (.......) demiş, o da yine (.......) demişti. Demek ki, o ilk iki (.......) emri henüz Kur’ân değil, kıraet denilen fi'le şüru' için heceletme kabîlinden ihzarî bir emr-ü teklif idi, Kur’ân üçüncü def'aki tazyîkten sonra olan işbu (.......) emriyle başlamıştı. Şu halde bu emir, ilk nüzulünde hem tekvînî bir mahiyyette Hazret-i Peygamberi okumazken okur yapmış, hem ta'lîmi bir surette nazmıyle makrüvvü ta'yîne başlamış, hem ma'nasıyle ilk vazîfenin böyle yaradan, terbiye eden Allah’ı tanıtmak ve onun ismiyle okumağa başlamak olduğunu teklîfî bir surette tehfim eylemiştir. Bu ibtida şöyle demek olur. Gerçi sen bu vakta kadar okumadın (.......), kitabın mahiyyetini iymanın esası neden ıbaret bulunduğunu bilmezdin (.......) fakat işte yaratmak denilen fi'lin sahibi olup kâinatı yaratan ve seni yaratıp yetiştiren, sana ve her işine mâlik bulunan rabbin seni kudretiyle şu anda bir okur yaptı, okunacak bir Kur’ân bir kitab indirmeğe başladı. Böyle ta'lim olunduğu gibi o rabbinin ismiyle başlıyarak oku!

(.......) âyetinde de geçtiği üzere geçtiği üzere Kıraetin hakikati, kelâmı keyfe mettefak söylemekten daha güzel bir surette muntazamen rabt ederek biribiri ardınca ağızdan sesle çıkarmaktır ki, gerek ezberden ve gerek yüzünden gerek hafî ve gerek celî mutlâka okumak demektir. Kitabın kitab olması için bil'fiıl yazılmış olması şart olmadığı gibi okumak için de mutlâka yazı şart değildir. Gözle mutaleaya, zihinden tezekküre okumak ıtlâkı da mecazdır. Ve hakîkatte kıraetin kemali ezbere okumaktır. Hadîsi nebevîde vârid olduğu üzere

yüzünden okumanın sevab ve fazîleti zabt-u hıfza vesîle olması itibariyledir. Resûlullahın kıraeti yazıya ihtiyacı olmaksızın min tarafillâh kendine böyle nâzil olan Kur’ân’ı hıfzından ekmel surette kıraettir ki, kendi kendine veya namazda veya diğerlerine tebliğ için okumağa, okutmağa ve yazdırmağa şamildir. İşte mukaddema hiç kitab okumamış, yazı yazmamış olan nebiyyi ümmîye bu emir ile bir mu'cize olarak okunacak bir kitab verilmeğe başlanmış ve kendisi yazmadan okuyacak, okutacak, emir tarîkiyle yazdırtacak bir kıraet kudreti ihsan buyurmuştur. Ve buna besmele ile başlanması da emir olunmuştur. Ve bunun hikmeti rububiyyet muktezası olduğu da bilhassa (.......) izafetiyle anlatılmıştır. Hiç bir kitab okumadan ve kalem ile yazıyı bellemeden böyle bir kıraet mu'cizesi nasıl mümkin olur? gibi bir şübheye meydan bırakılmamak için kalem işine kadar gelinmek üzere bervechi âtî halikıyyet vasfı ve hılkat mebdei ile rububiyyet hukmü ıhtar ve tavzîh olunarak buyuruluyor ki, (.......) o rabbın ki, yarattı -ya'ni yoğu yaratmak kendisinin sıfatı olan yâhud seni ve her şeyi yaratan rabbının ismiyle oku, ki,

1 ﴿