2

Ta.. ziyaret edişinize kadar kabirleri

(.......) ta makbüreleri ziyaretinize kadar -buna üç ma'na verilmiştir.

BİRİNCİ: İlk zikrolunan sebeb-i nüzul rivayetlerine göre: tekâsür, kesret davasiyle gurur ve iftihar sizleri öyle oyaladı, Allah’a tâat, ve gadabından korunmak için yapılacak kârlı işlerinizden öyle alıkoyduki: dirileri bitirdiniz de hattâ kabirlerdeki ölüleri saymaya, onlarla iftihar etmeğe kadar gittiniz, halbuki kabirleri ziyaret edenlerin çoklukla mağrurlanması, ölülerle öğünüp sevinmesi değil, onlardan ıbret alarak gafletten uyanması ve o kızgın ateşten kurtulmak için mîzanda ağır basacak salih amellere çalışmaları ıktiza eder, demektir. Bu surette birinci rivayete göre: mekabiri ziyaret ölüleri saymakla tefahurden mecaz veya kinaye olmuş olurki Keşşaf bunu tercih eylemiştir. İkinci rivayete göre ise mecaz ve kinayeye hacet yoktur. İkisinde de (.......) fi'illeri hakikati üzere mazıy ma'nasınadırlar. Onun için ekser müfessirîn âyetin zâhiri evvelki rivayetler mucebince vakı' olan adeden tekâsür ve tefahura daha ziyade müntabık olduğunu söylemişlerdir. İbn-i cerîrin rivayet ettiği vechile Katâde şöyle demiştir: Biz Benî fülandan ekseriz, biz benî fülandan akdemiz diyorlar ve halbuki hergün sonlarına kadar düştükçe düşüyorlardı, Vallahi hep böyle gittiler, nihayet hepsi ehli kuburdan oldular (.......) Şu halde bu ma'nada olan diğer vâhî tekâsür ve tefahur gururları bundan

bil'ıbare değil, biddelâle anlaşılmış, bundan sonraki (.......) zecri de bu sebeble yapılmış olur.

İKİNCİSİ: TEKÂSÜR, ya'ni Dünya hırsı, mal ve evlâd ve aded çokluğuyle tefahur sevdası sizleri öyle iğfal etti, eğledi, oyaladı ki, kabirlere gittiniz ölüm lahzasına kadar, ya'ni canlarımız çıkıncıya kadar ömürlerinizi öyle Dünyayı tutmak için sarf ettiniz, boşuna eğlence ile geçirdiniz, akıbetiniz, Âhıretiniz için sa'y-ü amelde bulunmadınız, sade mal ve evlâd çoğaltmayı düşündünüz, nihayet ölüm haline geldiniz, ölmek gömülmek üzere bulunuyorsunuz. Ey öyle olan gafiller! Sizler kendinizi kurtaramıyacaksınız, Cehennemi boylıyacaksınız demektir. Bu surette kabir ziyareti ölüm halinden veya ölümden ibaret olur. Netekim bu ma'nada ahtal şöyle demiş: (.......)

Cerîr de ona şöyle demiştir.

ÜÇÜNCÜSÜ: Tirmizî, İbn-i cerîr ve İbn-i münzir ve daha ba'zıları Hazret-i Ali keremallahü vechehten tahric eylemişlerdir. Demiştir ki, biz kabir azâbı hakkında şekk eder dururduk ta (.......) nâzil olana kadar (.......) Demek ki, (.......), kabir azâbını tadıncıya kadar demektir.

Yâhud bu ma'nayı iş'ar etmekte ve bunun bilhassa tekâsür kendilerini oyalamış olanlara te'allukunu göstermektedir. Çünkü o harîs kâfirler kabre girdikleri veya girecekleri gün o gafletten uyanacak, bütün ömürlerince çoğaltmak için oyalandıkları fâni şeylerden ayrıldıklarını ve yalnız vebalini yüklenip kaldıklarını göreceklerdir.

Bu iki vecihte kabre girinci o lehiv ve tekâsürün kalmıyacağına işaret edilmiş olur. Ve (.......) ya muzari' ma'nasında olup vukuunun muhakkak olmasına binaen mazî sıgasiyle ifade edilmiştir.

Yâhud mazîde ölmüş bulunanlar taglîb olunmuş, yâhud tekâsür hırsı yüzünden ölmek üzere bulunanlar veya efradın tekâsür hırsı ile inkıraza yüz tutmuş olan kavm kabre gitmek, kabir azâbı çekmek halinde tasvir edilmiş demek olur. Hattâ (.......) takdirinde olacak masdar ile müevvel, ya'ni ziyaretinize kadar demek olduğu için zaman ma'nasından münselıh de olur. Temamen mazî ma'nasını muhafaza etmek üzere Ebû müslim, Allahü teâlâ bu Sûreyi Kıyamet günü kâfirlere serzeniş olarak söyliyecek demiş ise de (.......) hıtabı bu ma'naya pek yakışmaz, Kıyamette değil, Dünyada veya kabirde bir hıtab olmasını ıktiza eder.

Hikâye olunurki: a'rabînin birisi bu âyeti işittiği zaman şöyle demiştir: Kâ'benin rabbine kasem ederimki kavım, kıyamet için ba'solunacak, çünkü zâir munsarıftır mukîm değildir. Ömer İbn-i abdilazîz Hazretlerinden de şöyle rivayet olunmuştur. Ziyaret eden kimse lâbüd dönecek, ya Cennete, ya nâre gidecektir, demiş. Zâirin ziyaret yerinde çok durmaması da gerek olduğu için denilmiştir ki, bunda ölülerin kabirlerde pek çok durmıyacağına da işaret vardır.

Balâdaki iyzahâttan anlaşılacağı vechile âyette (.......) ün de (.......) nın da gayeti olmak muhtemildir. Öyle tekâsür ettiniz ki, hattâ kabirleri ziyaret ettiniz, ölülerle tefahur eylediniz, yâhud öyle ilhâ etti, eğlendirdiki ölülerle tefahur etmek üzere kabirleri ziyaret ettiniz, yâhud öyle ilhâ etti, eğlendirdiki ölülerle tefahur etmek üzere kabirleri ziyaret ettiniz, o derece eğlendiniz, yâhud ölünciye, ölecek hale gelinciye, kabir acısını tatıncıya kadar eğlendiniz demek olabilir. Evvelki sebeb-i nüzul rivayetleri birinci ve ikinciye sonraki de sonrakine muvafık olur. Evvelkilerde gayet, mugayyâda

dahil olarak kabir ziyareti tekâsür ve ilhanın a'zamî haddi demek olur. Sonrakinde ise gayet, mugayyâdan haric olup kabre gidilmekle tekâsür ve ilhâ nihayete irmiş, kalmamış olur. Âyetin zâhirine en muvafık olan da evvelkilerdir. Bu ise kabir ziyareti tekâsürün, ilhânın son derecesi olmak ı'tibariyle zemm-ü nehyini ifade eden bir tevbih demektir. Lâkin bu zem ve nehiy mutlak değil, mezarlar ve mezardakilerle tekâsür ve tefahur ve ilhâ mahiyyetinde olmak kaydiyle mukayyeddir. Şu halde böyle olmıyanlar bu hukme dahil olmak mefhumı muhalifte kalmış bulunurki bunun da icmalen hukmü burada meskûtün anh olmak veya mefhumı gaye ile amel edenlere göre cevaza işaret eylemektir. Meskûtün anh olduğu takdirde de Âhıreti tezekkür hikmetiyle meşruıyyeti hadîsi nebevî ile beyan olunmuştur. Zira Ebû Davudün rivayet ettiği vechile (.......) daha şayi' olan diğer bir lâfızda: « (.......) = ya'ni sizi ziyareti kuburdan nehy etmiştim, haydin onları ziyaret edin çünkü o size Âhıreti andırır» buyurulmuştur. Gerçi bu hadîs mütevâtir olmadığı için bunda söylenen nehiy, âyetteki nehiydir denemez. Lâkin âyetin sâkit veya mücmel olduğu noktaları beyan eder. Ve önce kubur ziyaretinin tarafı Peygamberîden nehy edilmiş bulunduğunu da ihbar eyler. Bundan dolayı Fahri Razî bu âyetin ma'nasını izah ederken derki: bununla Allahü teâlâ onları nefislerinden ta'cib ediyorki şöyle demek gibidir: siz ne büyük şaşkınlık ediyorsunuz! Farz ediniz ki, siz ölülerinizle daha çoksunuz, fakat ondan ne çıkar, size onun ne menfeati olur. Zira ziyaret bir mevzıa gitmektir, bu ise bir çok maksadlarla olur, onların en mühimmi ve riayete en lâyık olanı kalbi inceltmek ve hubbi Dünyayı izale ederek Âhıreti düşünmektir. Çünkü kabirleri müşahede etmek onu iyrâs eder. Netekim aleyhissalâtü

vesselâm (.......) buyurulmuştur. Sizler ise onun aksini yaptınız, kalb kasveti ve hubbi Dünyaya istiğrak ile kabirleri ziyaret ettiniz, işte kazıyye böyle mün'akis olduğu için Allahü teâlâ da bunu ta'cib mı'razında zikir buyurdu (.......) Yine bu ma'nadan dolayı denilmiştir ki, Bu âyet geçmişlerle çokluk taslamak ve onunla mübahat ve tefahur etmek için ziyareti kuburu iksar edenlere tevbîhtir. Ibret alma ve Âhıreti düşünmek için ziyaret edenlere değil. Netekim (.......) Ebû Davûd hadîsi onun meşru'iyyetine işaret eder (.......) Bu söz doğrudur. Zira Âyet, ziyareti kubura alelıtlak zemmetmiş değil, tekâsür ve tefahur suretiyle ziyaretleri zemm-ü tevbıh etmiş, diğer ciheti mefhumı gaye ile meskût bırakmış, onun da Âhıreti tezkir için olanları hadîs, meşru' kılmıştır. Fakat garibdirki Âlûsî buna (.......) diye âyetin te'alluku olmadığını söyliyerek i'tiraz etmiş, sonra da kısmen tasdîk ederek «evet mezardaki ile tefahur etmek veya ziyaret ile mübahat eylemek için kubur ziyaretinin zemminde söz yoktur. Nasıl ki, Mütesavvifeye nisbet iddia eden ceheleden bir çokları meşayihın - (.......) kuburlarını ziyarette öyle yapıyorlar, onunla beraber tâat i'tikad ettikleri bir takım münkerat, yol diye tuttukları bir takım şenayi ve daha ne işler yapmaktadırlarki onlara satırların sineleri dar gelir demiştir. Görülüyor ki, kendisi de zemmi tefahur ve tebahî ile takyid etmiş, sonra da onu bir takım münkerat ve şenayi' irtikâbına vesîle ittihaz eden ceheleye şiddetle hücum etmeğe zemin tuturak kabir ziyareti itti'az ve tezekkür için de olsa câiz değilmiş zann ettirecek gibi ileri gitmiştir. Maksadı hadîsin delâlet eylediği ıbret ve tezkir hikmetiyle meşru olan ziyareti inkâr değil mefhumi muhalif mu'teber olmamak ıtibariyle âyetin ondan sâkit olduğunu ve asıl mentuku mezmum olan ziyaretleri zem siyakında bulunduğunu söylemek olacaktır. Fakat

bu münasebetle hadîsin işareti ile meşru'iyyet cihetini dahî izah etmiş olan evvelki sözü intikad etmesi doğru değildir. Filvaki şeref-ü şan ile gitmiş ekâbiri eslâfın, âba ve ecdadın mehasin ve kemalâtına vâris olmıyan, onların hayrat ve hasenatlariyle ahlâkî fazîletlerini daha ileri götürmek için kendilerinde yaşatmayan, onların hâyat ve akıbetlerini mülâhaza ve tefekkür ile ıbret almak, o suretle kendisinin sonunu düşünmek istemeyip de sade onların nam ve şanlariyle öğünmek, ölmüşlerin çokluğiyle mağrurlanmak, çürümüş kemikleriyle iftihar etmek, gömülmüş bulundukları kabirleri çiğneyerek üzerlerinde düğün ve eğlence yapar gibi ciciler bicilerle eğlenmek, yanı başında aç kalan komşusunu düşünmeyip de kimseye fâidesi olmaz. İsraftan başka ad verilmez masraflar bile yaparak gösteriş için kabir ziyaretlerine gidenlerin kabir ziyaretini aksî garazlarla sui istimâl etmiş, tekâsür kendilerini iğfal eylemiş, temamen (.......) mantukunda dahil ve zemm-ü tevbihıne müstehıkk olduklarını ihtar etmek doğrudur. Lâkin kabir ziyaretinin meşru olan ciheti yokmuş ve bu âyette ondan bahis münasebet almamız gibi zannettirmek doğru değildir. Kütübi Fıkhiyyede ziyareti kuburun meşru'iyyeti ve âdabı hakkında bahis vardır. Ezcümle: dürrimuhtarda: ziyareti kuburde beis yoktur, velev kadınlar için olsun. Çünkü (.......) hadîsi vardır (.......) İmdad, Müctebâ, bahir ve Reddi muhtarda: doğrusu hadîste emrolduğu için mendubdur (.......) Reddi muhtarda: her hafta ziyaret olunur, efdal olan Cüm'a, Cüm'a irtesi, Pazar, Pazartesi, Perşembe günleridir. İlh... Fethülkadîrde: Sünnet, kaimen duâdır. Netekim aleyhissalâtü ves-selâm Bekî'a çıkıldığında öyle yapıyordu ve diyorduki. « (.......) = ya'ni selâm sizlere mü'minler kavminin yurdu, biz de inşaallah

sizlere lâhık olacağız». Şerhi lübabda: ziyaretin âdabındandır: zâir, müteveffanın baş ucundan değil ayak ucundan gelir, lâkin bu mümkin olduğu takdirdedir. Yoksa aleyhisalâtü vesselâm bir meyyitin ayak ucunda da Âhiretini okumuş olduğu sâbittir. Âdabından biri de sahih olan (.......) lâfzıyle selâm vermektir. Aleykümüsselâm değil. Zira şöyle varid olmuştur: (.......) Sonra kaimen duâ eder, oturursa hali hayatındaki mertebesine göre uzak veya yakın oturur ve Kur’ân’dan kolayına geleni okur. Ezcümle: Fatiha ve Sûre-i Bekarenin evvelini (.......) e kadar ve Âyetelkürsi ve âmenerrasul ve Sûre-i Yasin ve Tebârekelmülk, ve Sûre-i Tekâsür ve on iki yâhud on bir yâhud yedi yâhud üç kerre İhlâs, okuya bildiğini okur, sonra (.......) Allah’ım okuduğumuzun sevabını fülâna (yâhud onlara) iysal eyle der (.......) Gerek kıraet ve gerek sair amellerden meyyite sevab ihdası hakkında İbn-i abidînde tafsılât vardır. Hulâsası: hac anilgayr bahsinde ulemamız tasrih etmişlerdirki insan, salât veya savm veya sadeka veya diğer amelinin sevabını başkasına yapabilir (Hidaye). Hattâ Muhîtden naklen Tatarhaniyyenin zekâtında: tesadduk eden için efdal olan cemi'i mü'minin ve mü'minat için niyyet etmektir, çünkü o onlara vasıl olur, kendi ecrinden de bir şey eksilmez. Bahirde: bir kimse namaz kılsa veya oruç tutsa veya sadeka verse de sevabını gerek ahyadan ve gerek emvattan başkasına yapsa câiz olur. Ve sevabı Ehl-i Sünnet velcemaa ındinde onlara vasıl olur. (Bedayi'). Hafız İbn-i teymiyye, kıraet sevabının Peygamber sallallâhü aleyhi vesellem Hazretlerine ihdasını men'etmek istemiş, çünkü: onun cenabı refi'ine ancak izniyle cür'et olunabilir, o ise ona salevât getirmek ve onun için vesîle istemektir demiş. Sübkî ve daha diğerleri ise bu

gibi hususta izni hassa ihtiyac olmadığını İbn-i Ömerden ve daha başkalarından misal iraesiyle beyan ederek onu reddetmişler. İlh...

İmamı a'zam, imam Ebû Yusüfe vasıyyetnamesinde şöyle demiştir: Sultanından ılme muvafık olmıyan birşey gördüğün vakıt onu kendisine itaatinle beraber an, çünkü onun eli senin elinden kuvvetlidir. Ona «ben senin sultan olduğun, başkaları üzerinde sultayı haiz bulunduğun şeyde sana mutî'im ancak siretinde ılme muvafık olmıyan birşey arz edeceğim» dersin. Bunu sultanın yanında bir kerre yaparsan kâfîdir. Zira muvazebet ve devam edersen belki sana kahrederler. Bunda da dînin kal'ı olur. Şayed senin dînde ciddiyyetini ve emir bilma'rufe hırsını anlamak için onu bir iki kerre yaparsa bir kerre daha yaptığı zaman yanına sen yalnızca gir ve dînde nasîhat et; eğer ehli bid'at ise sultan olsa da münazara et, Allah’ın kitabından ve Resulullahın sünnetinden mâhazarini söyle, kabul ederse ne â'lâ, etmezse artık seni ondan hıfz etmesini Allahü teâlâdan dile ve ölümü an, üstadın ve kendilerinden ılim ahzettiğin kimseler için istiğfar eyle ve tilavete devam et, kuburu ve meşayihi ve mevazı'i mübarekeyi çok ziyaret eyle.

Hep bunlar ziyareti kuburun da meşruiyyetini, hikmetini, zamanını, usul ve adabını göstermektedir. Şayanı dikkattirki bunlarda ölülerden birşey istemek, yetiş ya fülan gibi istimdad etmek yoktur ancak selam vermek (.......) gibi gerek diriler ve gerek ölüler hakkında selâmet ve muafiyyet için Allah’a duâ etmek ve Kur’ân okuyup sevâbını hediyye etmek ve bilhassa geridekilerin de onlara iltihak edeceğini düşünerek îmanı kâmil ile gitmek için hazırlanmak üzere inşaallah diye meşiyyeti ilâhiyyeye sığınmak vardırki bunun hasılı ölülerden birşey dilenmeksizin onlara sade ruhlarını şâd edecek, indallah

mertebelerini yükseltecek sevab hediyye edib her ne dileyecekse Allahdan dilemek ve bütün kalbiyle Âhireti, sonunda o kabirlere gidileceği ve o kabirlerin deşileceği ve gönüllerdekinin derileceği, insanların feraşı mebsûs ve dağların ıhni menfuş gibi olacağı ve amellerin tartılıp mîzanları ağır basanların ışei razıyeye ve hafif gelenlerin nârı hamiyeye ayrılacağı günü düşünüp Allah’a îmanı kâmil ve ameli salih ile irmek azmini takviye ederek insanları aldatan tefahur ve tekâsür hırsından sıyrılıp mizanda ağır basacak hayır işlerle hayatın feyz-u semeresini ıktitafa çalışmaktır. Ölenler, ındallah mertebelerine göre ya ıyşei razıyeye veya nârı hamiyeye gitmek üzere Allah’a rucu' etmiş veya irca' olunmuşlardır. Ber hayat olanlar da (.......) sevdikleriyle haşr olunacaklarından, iyileri sevenler iyilerle, kötüleri sevenler de kötülerle haşrolunacaklardır. Sevginin kıymeti de (.......) Allah için olmak ve (.......) emri mucebince Allah için ittiba' bulunmak haysiyyetiyledir. Yoksa ölenler ındallah ne kadar iyi olurlarsa olsunlar (.......) hukmünce geçmişlerdir. Onların kazancı kendilerine, sizin kazancınız sizedir, siz onların amellerinden mes'ul olacak değilsinizdir. Onun için onlarla tefahur tekâsürün ma'nası yoktur. (.......) Mîsakı mucebince ıbadet ve istiane ise ancak Allah’adır. Allah için halka iane memduh ve me'murünbih ise de halkdan tese'ül mazmumdur. Dirilerden istenmesi caiz olmıyan şeyleri ölülerden istemenin hiç yakışmıyacağı da bedîhîdir. Onlardan istifade onların ahval ve sîretlerini düşünerek ılmî, amelî eserlerinden ve güzel sîretlerini yaşatmak suretiyle ruhaniyyetlerinden istifadedir. Onun için İbn-i Abidîn

rahmetullahi aleyh reddi muhtarda derki: evliya, Allah’a yakınlıkda mütefavitdirler. Ziyaret edenlerin menfaatleri de ma'rifetleri ve sirleri nisbetindedir (.......) Bir insanın bir kitabdan bir müşkilini halletmesi geçmişlerden bir istifadesi olduğu gibi bir kabri ziyaretle bir kitab okur gibi tefekkürün uyandıracağı hatıralara göre bir te'sir alması da tabiîdir. Bunun en güzeli de husule gelen rikkati kalb ile Âhıret hissini duyup o intibah ile hayata dönmek ve gaflet perdesini sıyırıp kalan ömrünü hayr-ü hasanat ile hakka kavuşanlara iltihak etmek üzere hak yolunda salih amellerle geçirmek azmini beslemektirki Hadîs-i şerifte buna «çünkü o size Âhıreti tezekkür ettirir» diye tenbih buyurulmuştur. Böyle intibah ile ıbret alınması lâzım gelen kabir ziyaretini zıddına olarak tefahur gururiyle tekâsür için yapmak, kasvetin, gafletin son derecesi olduğundan dolayı öyle yapanlara (.......) hıtabiyle tevbîh buyurulmuştur. Bu izah, kabir ziyareti hakikat ma'nasına olduğu takdirdedir. Buna «tekâsür sizi ta kabirleri ziyaret edişinize kadar ilhâ etti ya'ni kabirleri ziyaret ettiğiniz zaman o tekâsür ve ilhâ kalmadı veya kalmaz» ma'nası verildiği takdirde gaye mugayyadan haric olacağından kabir ziyaretlerinin Dünya hırsına tekâsür ve ilhâya nihayet vereceğine de işaret edilmiş olur. Lâkin yukarıda beyan olunduğu üzere müfessirîn bu takdirde kabir ziyareti hakikat ma'nasına olmayıp ölümden kinaye olacağını söylemişlerdir. Çünkü tekâsüre sureti kat'iyyede nihayet veren ölümdür. Gerçi bir ölü başında bulunmak ve bir cenazeyi kabre götürüp defn etmek veya sonra kabrini ziyaret eylemek hallerinde de izah olunduğu vechile kalbi olanlara bu intibah ve tezkir hukmü inkişaf etmez değil ise de bu, umumî ve kat'î olmadığı gibi bunlar hakikatte hep ölümün fer'i ve lâzımıdırlar. Bir de bunlar murad olunduğu takdirde memnu' ve mezmum değil, kelâmın sevkı gayeye müteveccih

olarak vacib veya mendûb olmak ıktiza eder.

Ya'ni asıl maksad ilhayı beyan ile zecr-ü tevbîhden ziyade ziyareti kubura sevk demek olur. Fakat bu haddizatinde güzel bir ma'nâ olmakla beraber, bundan sonraki (.......) ile zecre muvafık olmaz. Çünkü sevk iycabınca kelâmın men'u zecri doğrudan doğru ziyarete müteveccih olmak lâzım gelir bu ise tenafî ve tenakuz olur. Bundan anlaşılırki kelâmın mâsîka lehi ziyareti kubur değil ilhâ ve tekâsür ile tevbıhtir. Kelâmın men'u zecri de ona müteveccihdir. Evvelki vecihlerde ise tekâsür için olan mezmum ziyareti kubur mevzuı bahsolarak gaye, mugayyada dahil olduğu için bu mahzur varid olmadığı gibi gaye, mugayyadan, mâsîka lehten haric olmak üzere mevt ma'nasına olduğu takdirde de varid olmaz. Ve meal şu olur: tekâsür sizleri öyle igfal etdiki tâ canlarınız çıkıncıya, tenleriniz kabirlere girinciye kadar.

2 ﴿