ASR

Asır Sûresi, İbn-i Abbas ve İbn-i Zübeyr ve Cumhûr kavlince mekkîdir. Mücahid ve Katade ve Mukatil medenî demişler.

Âyetleri - Bilâ hılâf üçtür.

Fasılası - (.......) harfidir.

Bu Sûre-i celîle gayet sade ve kısa olmakla beraber geçen Sûrelerin bütün nasıhatlerini zübde eden bir cem'ıyyeti hâizdir. Kendilerini tekâsür iğfal etmiyen kimselerin hallerini beyan ile (.......) âyetinin tefsirini de tezammun ettiği için ondan sonraya konmuştur. İmamı Şâfiîden menkuldür: demiştir ki, başka bir şey nâzil olmasa idi Kur’ân’dan bu Sûre insanlara yeterdi, bu Kur’ân’ın bütün ulumunu müştemildir.

1

Kasem olsun ki, Asra

(.......) Vav (.......) gibi kasem için. Kamusta zikr olunduğu üzere asr kelimesi lügatte; ism olarak: dehir: gündüz ve gece, gündüzün zevalden evvel ve sonra iki tarafı gadat ve aşiyy, ve bilhassa öğleden sonra Güneşin kızarmasına kadar olan ikindi vakti, ve reht ve aşîret ve yağmur; masdar olarak da: habs etmek, men'etmek ve vergi vermek, ve sıkıp suyunu çıkarmak ma'nâlarına gelir. Ve bir şey'in vakti mahusuna da aynın harekâtı selâsesiyle «asr, ısr, usr, usur» denilir. Netekim (.......) geldi fakat vaktında gelmedi, uyudu fakat vaktında uyumadı demektir. Gündüzle geceye ve sabah ile akşama asran denilir (.......) Lâmı cins ile (.......), makamına göre bunların her birinin cinsine veya ıtlak halinde hepsine muhtemil olduğu gibi lâmı ahd ile de içlerinden muayyen birine ve meselâ bir ikindi vaktına veya her hangi bir şey'in muayyen bir zamanına masruf olur. Ondan dolayı lisanımızda asr mutlak zaman ve bilhassa içinde bulunulan zaman ve karn, ya'ni seksen veya yüz senelik bir zaman ma'nalarına şayi' olmuştur. Burada zaman, bâhusus asrı Muhammadî, ya'ni Resulullahın ba's buyurulduğu zaman, âhir zaman, ma'nâları üzerinde yürümüşlerdir. İbn-i Cerîr: dehir, «saatün min saatinnehar», ikindi ma'nâları hakkındaki rivayetleri zikr ettikten sonra der ki, bu hususta savab olan kavil şudur: rabbımız tealâ asra kasem etmiştir. Asr, dehrin ismidir, ikindidir, leyl ve nehardır. Bu ismin şâmil olduğu ma'nâlardan birini tahsıys

etmemiştir. Onun için bu ismin lâzım olduğu her ma'nâ bu kasemde dahil olur (.......) Demek olur ki, asr müteaddid ma'nalara gelen bir lâfzı müşterek olduğu ve birini ta'yiyne karîne bulunmayıp hepsine de hamil sahih olabileceği cihetle « (.......) = asır otlak olunan her şey» ma'nasiyle umumuna haml etmek en doğrusudur.

O halde burada müfessirînin zikrettikleri ma'nâlardan herbirinin vechini düşünmek iktıza eder:

1- İkindi namazı, Mukatil demiştir ki, Allahü teâlâ ikindi namazına kasem buyurmuştur. Zira (.......) âyetinde sâlâtı vustâ Cumhûra göre ikindi namazı olduğu cihetle onun bir fazîleti mahsusası vardır. Handak vak'asında aleyhissalâtü vesselam (.......) buyurmuştu. Bir hadîste de « (.......) = ikindi namazı geçen sanki ehli ve malı itlâf edilmiş gibidir» diye varid olmuştur. İkindi vakti gündüzün âhirine doğru insanların en ziyade kesb-ü ticaret için Dünya işlerine daldıkları şugul zamanı olmak i'tibariyle ikindi namazının o sırada zorluğiyle beraber yüksek bir hassai münebbihesi vardır. Binaenaleyh ona kasem ile fazîletine nazarı dikkatı celbeylemekte mühim bir ma'nâ vardır.

2 - İkindi vaktı, Katâde demiştir ki, İkindi namazının vaktı olmak ve duhaya mukabil bir takım delaili kudreti havî bulunmak i'tibariyle Allahü teâlâ duhaya kasem buyurduğu gibi ikindi vaktına kasem buyurmuştur. Filvaki' ikindi vaktı gündüzün âhiri olmak hasebiyle Dünyada diğer mahlûkat ve hayvanatın yaradılışından sonra yaradılan ve binaenaleyh hılkat gününün ikindisinde yaradılmış demek olan nev'i insanın hılkatı zamanını andırdığı gibi Dünyada birgün mesabesinde demek olan insan ömrünün de son demlerini andırdığı ve ikindi vaktı geçip de birşey kazanamadan evine dönecek olanların hali de pek acıklı, husranlı olduğu cihetle evvelki Sûrede ki, tekâsürün iğfalini beyandan sonra bu Sûrede insanların husranı anlatılırken ikindi vaktına kasem olunarak nazarı dikkat celbolunmasının da iki ma'nâsı vardır. Maamafih şu ma'nâ daha şumullüdür:

3- Dehir, Sûre-i İnsanda beyan olunduğu üzere dehrin asıl ma'nâsı Râgıbın dediği gibi âlemin bidayeti vücudunun inkızasına kadar olan müddet, ya'ni zemanı küldür. Bu ma'nâca külle ve cüz'e ıtlak olunan zamandan ehastır. Zaman ona da, eczasına da ıtlak olunur. Bununla beraber dehir uzun zamana ve âlemin müddeti bâkıyesine ve herhangi bir şey'in hayatı müddetine, ya'ni ömrüne ve mutlak zaman ma'nâsına da kullanılır. Ki, daha şümullüdür. Bundan dolayı ekseriya asrı dehr ile tefsir ederken müfessirîn dehir ve zaman demişler ve asrı dehr ile tefsirin vechinde ve dehir ve zamana kasemin hikmetinde de bir kaç vecih beyan etmişlerdir:

BİRİNCİSİ: İbn-i Cerîrin rivayet ettiği vechile Hazret-i Ali radıyallahü anhten (.......) ya'ni asra ve dehrin nevâibine: nevbet nevbet gelen mesaibine kasem olsun ki, doğrusu insan bir husran içindedir ve dehrin âhirine kadar onun, o husranın içindedir» diye okuduğu işidilmiş ve bu bir tefsîr add edilmiştir. Demek ki, asır, dehir ma'nasınadır. Ve dehre kasemin hikmeti de onun insana mütemadiyen musîbetler yağdıran acı ve büyük hâdisât ve tehavvülâtına tenbihtir. Bir de bu tefsirde husranda kalanların ilel'ebed kalacaklarını beyan vardır. Maamafih denebilir ki, bunda asrın yalnız dehir ma'nasına değil, sıkmak ve habs etmek ma'nâsına da bir işaret vardır. Ancak bu ma'nâ kasemin müstesna tarafını değil, müstesnâ minh tarafını, ya'ni husran tarafını takviyede zâhirdir.

İKİNCİSİ: denilmiştir ki, dehir halık tealânın kudretine

delâlet eyliyen her türlü acâibâtı müştemildir (.......) Onun için ona «Ebül'aceb» denilmiştir. Küllî veya cüz'î, mu'tad veya gayri mu'tad, acı veya tatlı, kârlı veya zararlı her türlü harekât ve hadisât, tehavvülât ve inkılâbat onda vâkı' olur. Devletler, milletler, ni'metler, felâketler onda zuhur eder onda büyür, onda hıtam bulur, onda kalır. Hattâ dehir ve zeman denilen şey kendisi «a'cebül'acâib» dir. O, bir taraftan peyderpey bir hareket ve cereyan arz eden bir tehavvül mi'yarı bir taraftan da o harekâtın mâverasında bir sükûn ve sübut ifade eden sade bir imtidad mi'yarı olarak görünür.

Ma'dume benzer bir varlık, varlığa benzer bir yokluk gibidir. Râzî derki akıl ona yok diye hukm edemez çünkü devirler, seneler, aylar, günler, saatlarla cüzlere taksim olunur. Ziyade ve noksan ve mutabekatle mazî ve müstakbel olmakla hukm olunurken nasıl ma'dum olur. Bununla beraber mevcud diye de hukm olunamaz, çünkü halihâzır, gayri münkasim bir andır. Mazî ve müstakbel ise ma'dumdurlar. Ma'duma ise vücud ile nasıl hukm olunur? (.......) Onun için Felâsife ve Mütekellimîn zaman mevcudmudur? Ma'dummudur? Mevhummudur? Bizim ona ılmimiz bedîhîmidir? İntiza'îmidir? Diye bahisler etmişler durmuşlardır.

Mazî hayâl, manzarı âti henüz adem! Hal oynatır şuurumu bilmem nedir budem?

Bir an imiş meali kitabı vücudumun Ömrüm şu gamgüsârım olan satrı mürtesem.

Bir Arab şairi de:

Zamanı öyle görüyorumki bir gemi: bizimle ölüme doğru akıp gidiyor, fakat harekâtını görmüyoruz, demiştir. Zaman böyle varlıkla yokluk arasında nîk-ü bed, ni'met-ü nıkmet, serrav-ü darra, sıhhat ü maraz, gınâ-u fakr, kâr ve zarar gibi ezdadı cami', türlü acâibatı hâvî olmak

itibariyle ehemmiyyetine binaen ona kasem edilerek onun içinde bulunan insanın husran veya kazanç noktai nazarından ahvaline nazarı dikkat celb olunmuştur.

ÜÇÜNCÜSÜ: insanın ömrü en kıymetli sermayesidir. Ne kazanacaksa onunla kazanacaktır. O omr ise dehirden bir cüzdür. Onunla akmaktadır. Hattâ insan için dehir ömründen hattâ ömrünün içinde bulunduğu lâhzasından ıbaret gibidir. Kârsız geçen her lâhza, o nefîs sermayeden heder edilen bir ziyan bir husrandır. Bununla beraber senelerce zayi' edilen bir omür, içinde bulunduğu son bir lâhzada kendisine ebedî Cenneti kazandıracak salih bir iş yapmağa muvaffak olabilirse geçen bütün zayiatı telâfî ederek o husrandan kurtulmuş ve o insan için en şerefli şey ve bütün dehir o lâhzadan ıbaret olmuş olur. Bu sayede insan ömrünün içinde bulunduğu her lâhzasını fursat bilerek onunla geçirmiş olduğu fursatları kaza ile telâfiye bir dereceye kadar imkân bulur. Netekim (.......) buyurulmakla ona işaret edilmiştir. Böyle vaktının kıymetini bilmek ma'nadırki Sofiyye, sofî ibnülvakt olmalıdır, ya'ni ömrünün ve bilhassa fi'len içinde bulunduğu vakti halin kıymetini bilmeli ve onunla yarın Âhıreti için ne kâr, ne hayr edebilmek mümkin ise onu kazanmağa çalışmalıdır, demişlerdir. Nasıl ki, bu günün yarını yoktur, diye âhırete inanmıyanlar da bilakis Dünya zevkını sürerek gönüllerince kâm almak için «gün bugündür, saat bu saattır ne yapacaksak şimdi yapmalıyız» diyerek herçi badâbad vaktına uyup çıkarını çıkarmak ma'nasına ibnüzzeman olmak, zaman geçince onunla beraber geçip gitmek isterler. Maksadları muhtelif olmakla beraber ikisi de:

Öğren rüsumı asrı, lisanı zemaneyi

Bak tab'i nasa vakta münasib tekellüm et

Demeyi hoşlanırlar. Çünkü vakıt gerek istihsal, gerek

istihlâk, gerek kâr, gerek zarar için yapılacak iş zamanıdır. İşte vakıt böyle bir fursat ve ömür bütün anâtiyle böyle kâr ve zarara ma'ruz bir sermaye ve zaman böyle bir taraftan inkıza bir taraftan izdiyad etmek üzere bulunan usuli ni'amdan bir ni'met olmak hasebiyle vakt-ü zamanın kadrini takdir ile ömrün kıymet ve mahiyyetine nazarı dikkati celb için asra kasem edilmekte mühim ma'nalar vardır. Birbirini izah demek olan bu iki vecihte asrın dehr-ü zaman ma'nası mülâhaz olunurken meni' ve ata ma'nalarına da işaret edilmiş bulunduğu hafî değildir. Bunlar kasemin gelecek cevabında hem müstesnâ minh ve hem müstesna taraflarına nâzır, te'yid cihetlerini de haizdir.

DÖRDÜNCÜSÜ; yine vechi mezkûr üzere insan ömrünün hasılı demektir, zaman geçtikçe insanın ömrü eksilir ve binaenaleyh kendisinden bir cüz' gitmiş bulunur: netekim şöyle denilmiştir: (.......)

Her gün geçtikçe benim birazım gider, benim için ise ömrümden enfes bir şey yoktur (.......) O halde o gidenin mukabilinde bir kesb olmazsa o noksan aynı husrandan ıbaret olur. Bununla beraber acibtir ki, insan geçen cüz'ünün yerine ne kazandığını hisab etmez de gün geçtikçe büyüdüğünü zu'm eder, hattâ vakıt geçirmekle eğleniyorum, rahat ediyorum diye sevinir, onun için denilmiştir ki,

Biz günleri geçiriyoruz diye ferahlanıyoruz halbuki her geçen gün ecelden, ömürden bir eksikliktir. Bu ıtibar ile asra kasemde şu ma'nâ olur: o acîb olan asra, zamana iyi dikkat ediniz, çünkü o geçtikçe insan büyüyorum çoğalıyorum, yaşıyorum zanniyle sevinir, halbuki o asır

mütemâdiyen onun ömrünü yemekte, o geçen leyl-ü nehar vücudunu kemirmekte ve bu suretle o her dem husran içinde kalmaktadır. Ancak îman edip de güzel ameller yapanlar ilh... müstesnâdır. Onlar ziyan etmez kâr ederler. Bu ma'nâ iledir ki, «1332» senei hicriyesi harbi umumîden önce tetkitati şer'ıyye meclisi reisi iken irtihal eden üstadım büyük Hamdi Efendi namiyle ma'ruf el'hacc Mahmud Hamdi İbn-i Ahmed İbn-i Abdullahil'kayserî (.......) Hazretlerinin vefatı ve Balkan muharebesinin teessüratı dolayısiyle yazdığım

matla'iyle başlıyan mersiyede şöyle demiştim:

BEŞİNCİSİ: bir de bir takım kimseler gördükleri fenalıkları, çektikleri husranları hep dehre, zamana isnad ederek zamandan şikâyet ederler. Ve zamanların nühusetinden bahs ederler. Halbuki: (.......)

Zaman bozuldu fesadı var diyorlar. Zaman bozulmadı kendileri fesad, denildiği vechile fesad, fenalık zamanın değil, insanların kendilerindedir. İşte asra kasem edilmekte zamanın ehemmiyyetini ıhtar ile bir de o zu'mu red ma'nâsı vardır. Zira kasem, yemîn edilen şey'in şerefini iş'ar eder. Bu şöyle demek olur: haddi zatinde asrın, zamanın aybı, kabahati, zararı yoktur, o değerli bir ni'mettir, insanlar zamanın kadrini bilip de hepsi salâha çalışmadıkları için salâha çalışmıyanlar husrandadır, Allah cezalarını verir. Bu ma'na (.......) hadisî şerifiyle işaret olunan ma'nâdır. Bu tafsîlâttan anlaşılır ki, asrı böyle dehr-ü zaman ma'nâsına haml etmek, en umumî ve en şumullü ma'nası olmak i'tibariyle diğer, ma'naların fâidelerine dahi şâmil olabilecektir. Böyle olduğu halde daha sarih olmak için (.......) denilmeyip de (.......) buyurulması (.......) diyen Dehriyyunun zuumlarına bir ihtimal şâibesi verilmemek fâidesini hazi olduğu gibi asrın zikr olunan hususî ma'nalarının da ehemmiyyetlerini ıhtardan hali olmaz. Zira mutlak asrın, dehrin ehemmiyyetini kasem ile ıhtar etmek, onun en mühimm olan aksamını taharriye sevk eder. Bu ise bilhassa lâmı tarif ile mu'arraf olmak hasebiyle de en ziyade muhatablara yakından alâkası olan asrı düşündürmek lâzım gelir. Bu da herkese evvel emirde kendi bulunduğu zamanın hudud ve eczasını ıhtar eyler. Bunda ise ilk muhatab Resulullah olduğu cihetle lâm, ahde mahmul olmak üzere:

4- Bu asırdan murad, asrı nübüvvet, ya'ni asrı Muhammedî olmak tebadür eder. Bunda mutlak asrın her ma'nası bulunmakla beraber hepsinde mümtaz olan bir fazîlet ve hususiyyetle büyük bir cem'iyyet de vardır. Bu da üç mertebe üzere mülâhaza olunabilir:

EVVELA, hatemünnebiyyîn olan Resulullahın ilk ba's buyurulduğu zaman ki, her tarafta dînler çığırından çıkmış, nübüvvet, fazîlet, hakk u adâlet, ma'rifetullah

ışıkları sönmüş: âlemi cehalet, küfür ve şirk zulmetleriyle zulüm-ü cevr, bagy-ü fesad, şerr-ü hasar kaplamakda bulunmuş iken bir leyleikadirde (.......) emriyle Kur’ân nâzil olarak nurı nübüvvet tulu' etmişti. (.......) Sûresinde geçtiği üzere dîni kayyimenin neşriyle insanlığı şerrülberiyyenin istîlâsından, hüsranı küllîden kurtarmak için salâha da'vet ile Cennet ve rıdvan yolunu göstermeğe başlamış, bu suretle kurunı vustadan son asra geçiren tahavvülât ve inkılâbatın mebdei olmuştu. O vakıt bu asra kasem ederek (.......) buyurulmasının ma'nası şübhesizki mühimdir.

SANİYEN, bi'seti seniyyeden vefata kadar olan asrı saadettirki biri mücahede, biri de feth-ü nusret ile muvaffakıyyet iki safhadan ibaret olan bu asırda nurı nübüvvet gittikçe parlamağa başlayıp hüdâ ve dîni hak (.......) bütün âleme yayılmak üzere hak ve bâtıl tefrîk olunmuş, kazanç ve husran yolları ayırd edilerek (.......) hukmü zâhir olmuştu. Bu asra kasemdeki ma'nâ ise daha mühimdir. Nihayet bi'seti seniyyeden, daha doğrusu hicreti seniyyeden ilââhiriddehir bütün kurunı ahîreyi ihtiva eden âhir zamandırki bu asır bütün dehrin ve bütün Enbiya asırlarının ahkâm ve asarını gayesine irdirecek olan risaleti Muhamediyyenin imtidadı müddeti ma'nasına asrı Muhammedîdir. Ve işte asrın en cem'iyyetlisi bu asırdır. Ve bir kısım müfessirînin dediği gibi bizce de en ziyade mütebadir olan bu asırdır. Burada bilhassa bunun ehemmiyyeti ıhtar olunmak üzere asra kasem olunmuştur. Zira Sûre-i Kasasta (.......) âyetinde işaret olunduğu üzere Kur’ân’da tarihi beşer noktai nazarından zamanın üç kısma taksimine işaret olunmuştu. Hazret-i Mûsaya Tevratın nüzulünden evvel geçen, ya'ni Fır'avnın helâkiyle nihayet bulan zaman kurunıulâ zamanı ve Tevratın nüzuliyle açılan zaman da Hatemülenbiyaya kadar

kurunıvustâ zamanı, Hatemülenbiyanın zuhuriyle başlayan kurunı ahîre de âhir zaman, ya'ni Muhammed ve ümmetinin asrı demek olduğundan (.......) denince bu asır anlaşılmak ıktiza eder. Birgün, sabah, öğle ve ikindi üç vakıt olarak mülâhaza edildiğine göre ba'zı hadîslerde Ademin hılkatı hılkatı âleme nazaran Arzda nebatat ve hayvanatın yaratıldığı son günün asrı, ya'ni ikindisi halinde tasvir edildiği gibi Dünyada nev'i beşerin ömrü de birgün i'tibar edilerek asrı Muhammedî bugünün ikindisi misalinde temsil edilmiştir. Netekim buharî ve sâirede şu hadîs, ma'ruftur: Sizden evvel geçmişlere nisbetle sizin vaktiniz ikindi namaziyle gurubı şems arası kadardır. Sizin meselenize sizden evvelkilerin meseli tıbkı o Adamın meseline benzerki bir ecîr istîcar etmiş, sabahtan öğleye kadar kim çalışırsa bir kıyrat demiş, Yehûd çalışmış, sonra öğleden asra, ya'ni ikindiye kadar kim çalışırsa bir kıyrat demiş, Nasâra çalışmış, sonra da asırdan akşama kadar kim çalışırsa iki kıyrat demiş, siz çalışmışınız, bunun üzerine Yehûd ve Nasâra kızdılar, biz daha çok çalışmışken daha az ücret aldık dediler, Allahü teâlâ da: «ben sizin ücretinizden birşey kesdimmi?» buyurdu; hayır, dediler: «o halde bu benim fadlımdır onu dilediğime veririm» buyurdu. Bu suretle siz az amelle çok ecre nâil oldunuz (.......) (İncillerde de buna benzer bir temsil bulunduğu geçmişti) bir kısım müfessirîn bu hadîs ile istidlâl ederek demişlerdir ki, bu hadîs, asrın Hazret-i Peygambere ve (.......) buyurulan ümmetine mahsus olan zaman olduğuna delâlet eyler. Allahü teâlâ Resulünün (.......) diye mekânına ve (.......) diye omrüne kasem buyurduğu gibi burada da asrına kasem buyurmuştur. Binaenaleyh bütün bu izahattan sonra hasılı ma'na şu olur: ya Muhammed! Her ma'nasiyle asra ve bahusus pek büyük hadisâta sahne olmak ve gerek tazyîkı gerek verimi ı'tibariyle bütün geçmiş zamanların

hulâsası, dehrin ikindisi demek olan son asra, ya'ni bütün ümmetlerin hisabı görülmek üzere bulunan ve senin asrın olan âhir zamana kasem olsunki

1 ﴿