2

İnsan mutlak bir husranda

(.......) hakikaten insan -lâm, istisnâ karînesiyle istiğrak içindir, ya'ni her insan bütün nev'ibeşer her asırda ve her zamanda ve hususiyle asrıahîrde bulunan insanlar bervechi âtî müstesnâ olanlardan ma'da hepsi (.......) mutlak bir husran içindedir.- Küfr-ü küfran gibi husr-ü husran, kazanacak yerde ziyan etmek, sermayeyi zayi' eylemek, nihayet iflâs ile hasret-ü hırman içine düşmektir. Tenvin de ta'zîm ve tenvı' içindir.

Ya'ni büyük bir husran, veya bir nevi' husran içinde müstağraktır. Çünkü insanın sermayesi ömrüdür, o ise her nefes, her saat sarf olunup giderek tükenmekte ve her nefes geçtikçe o naîmin suâl ve hisabı yaklaşmaktadır. Eğer o nefesler insanın her istediği zaman istediği gibi yapacak vechile kendisinin olsaydı kendi sun'u icadı bulunsaydı o ömür tükenmez, insan onu dilediği gibi sarf etmekte hiç bir hasara düşmezdi, fakat o insanın kendi milki değil, yaratan Halık tealânın milki olup onun namına güzel tesarruf ederek kârından istifade etmesi için insana mahdûd ve hisablı bir surette verilmiş ariyet sermaye kabîlindendir. İnsanın bütün istifadesi onun sarf-u mubadelesinden hasıl olacak kâra bağlıdır. Onun için (.......) dir. (.......) dir. Bu suretle insan o sermayeyi veren sahibine ödedikten sonra hisab günü kendisine kalacak olan kâra göre kendisini kurtaracak ve o nisbette mütena'im olacak veya açığına göre mes'ûl ve müflis olarak husran ve azâbda kalacaktır. Mîzânın ağır veya hafif basmasının hasılı da budur. O halde zamanın acı veya tatlı hadîselerle cereyanı içinde her sarf olunan nefeste bir ziyan vardırki onu ancak karşılığında Allah için

yerine konup onunla tartılacak olan kâr ödeye bilecektir. Ömürden her geçen saat, her sarf olunan nefes ya bir işe sarf olunur, ya boşuna geçer, boşuna geçtiyse elbette bir ziyandır. Bir işe sarf olunduysa o iş ya hayır ve salâh olan bir tâattır veya şerr-ü fesad olan bir ma'sıyyettir, veya ne o, ne o ikisi ortası mübah olan bir iştir. Bir mübah ise bir eseri kalmamak i'tibariyle boşuna geçmiş gibidir.. Bir şerr ise muhakkak bir husrandır. Eğer bir tâat ise onu veya daha diğer birini ondan daha güzel bir surette yapmak da mümkindir. Çünkü Allahü teâlâya hudu' ve huşu' meratibi gayri mütenahîdir. Çünkü Allahü teâlânın kahr-ü celâli meratibi ve husni mutlak tecelliyâtı gayrı mütenahîdir. Onun için insanın Allah’a ılmi ne kadar çok olursa haşyet ve mahabbeti de o nisbette çok, tâat ve amelde ta'zimi o nisbette etemm-ü ekmel olur. O halde her nefeste daha güzelini yapmayıp da ednasiyle kalmakta da kârdan olsa bile bir nevi' ziyan vardır. Bu itibar ile insan her lâhza bir nevi' husrandan halî değildir demek olur. Bununla beraber bunlara asrın, zamanın cereyanı içinde her taraftan hücum etmekte bulunan mani'aları, tazyîk edici diğer büyük hadiseleri de munzamm olarak mülâhaza edilirse insanın her lâhza nasıl bir tehlüke ve husran içinde bulunduğu zâhir olur. Her an ni'met ve refah içinde bulunduğu zâhir olur. Her an ni'met ve refah içinde bulunlduğu farz edilse bile her dem ömrü ölüme doğru gitmekte bulunan insanın bir hüsran içinde bulunduğunu inkâr etmek kabil olmaz. Zira her geçen nefes bir ölümdür. Bundan dolayı Râzî derki bu âyet insanda husran ve haybetin asl olduğuna delâlet eyler. Bunun takriri şudur: insanını hakikî saadeti, Âhıreti sevmek, Dünya elem ve lezzetine iltifat etmemektedir. Bununla beraber Âhırette dâıy olan esbab ise zâhirdir ki, o havassi hams ve şehvet ve gadabdır. Onun için ekser halk hubbi Dünya ile meşgul ve onu talebde müstağraktır ve ondan dolayı husran ve

helâktedirler.

2 ﴿