4

Atıyorlardı onlara "siccil" den taşlar

(.......) o kuşlar onlara, ya'ni Ashabi fîle siccilden taşlara atış ediyorlardı -SİCCİL, İbn-i Hişam, Siyerde demiştir ki, Yunüsi Nahvî ve Ebû Ubeyde bana şöyle ıhbar ettiler: siccîl, Arabın ındinde şedid sulb

ya'ni katı sert demektir. Ba'zı müfessirîn bunun farisî, iki kelime olup Arabın bir kelime yapmış olduğunu zikr etmişlerdir: Senc-ü cil, ya'ni hacer-ü tîn (.......) Fil'vakı' İbn-i Cerîr ve sâire de İbn-i Abbastan merviy olduğu üzere en meşhur ma'nasında siccil: farisî olan seng, gil muharrefidir. Seng taş, gil çamur demek olduğu için kiremit gibi çamurdan tehaccür etmiş taş, demek ki, Arab bunu bir kelime yaparak katı sert ma'nâsında kullanmıştır. Âlûsînin beyanına göre ba'zıları bunun arabî olan büyük kofa ma'nasına seclden olduğuna kail olmuş, taşın büyük kofadan olmasının ma'nâsı da kofadan dökülen su gibi mütevaliyen yağması ma'nasına bir istiâre olduğunu söylemiştir. Zemahşerî der ki, siccîn, küffarın amel defterlerinin adı olduğu gibi siccîl de azâblarının yazıldığı divanın alemi gibidir. Sanki yazılmış müdevven azâb cümlesinden taşlarla demek gibidir. İştikakı da irsal ma'nâsına olan iscaldendir. Çünkü azâb (.......) gibi irsâl ile tavsıf olunur (.......) Buna göre siccîl gönderilmiş, mürsel ma'nâsına olarak azâb defterine ism olmuş demek oluyor. Fakat bu surette diğer ba'zılarının dediği gibi defter ma'nâsına olan sicil lâfzından muştakk olması daha çok yakışır, ve bu bir ma'nayı şer'î olmak lâzım gelir. Bu iki ma'naca siccîl o taşların geldiği mahalli göstermiş olur: Rivayetlerde bu taşların mercimek ve nohut kadar, mercimekten büyük ve nohuttan küçük veya fındık kadar ve koyun gübresi kadar olduğu ve her kuşun bir ağzında iki de ayaklarında olmak üzere üçer taşı hâmil bulunduğu ve kime isabet ettise başından girip ötesinden çıkarak delik, deşik eylediği nakledilmiştir. Ebû Nüaymin Nevfel İbn-i Ebi Muaviyeteddeylemîden tahric ettiğine göre demiştir ki, ben Ashabi fîle atılan taşları gördüm nohut kadar ve mercimekten büyük bir sırça kırığiyle sıyrılmış sanki bir zafar boncuğu gibi (.......) Ebû Nüaymin Delâilde İbn-i Abbastan tahricinde fındık kadar,

İbn-i Merduyyenin rivayetinde (.......) koyun gübresi kadar. Keşşaf ve daha ba'zı tefsirlerde İbn-i Abbasın bunlardan birazını Ümmü Hânînin evinde bir kafîz (ölçek) kadar cez'ı zafarî gibi bir kırmızılıkla çizgili olarak görmüş olduğu da menkuldür. Bunlarda bu taşların birer boncuk kadar sert ve çizgili olarak tehaccür etmiş olan salâbetini bir ifade vardır ki, siccînin şiddet ve salâbet ma'nasını da îzah etmiş oluyor. Âyetde bu taşların hacımları hakkında bir sarahat yoksa da hicareten tenkirinden gayri ma'ruf bir takım taşlar olduğu, siccîlden de sertlıkleri veya mühlik oldukları, siyakı ifadeden bunların müşahede edilmiş bulundukları anlaşılıyor. Böyle nohut ve fındık kadar bir dolu yağmuru bile açıkta ansızın yakaladığı insanları telef ettiği ma'lûmdur, Şu halde açıkta bulunan bir orduya böyle Semâdan tayyarelerle mitralyoz bombardımanı yapar gibi alay alay kuşlarla fırlatılan fevkal'âde taşların isabeti altında kalanların hali ne olacağını tasavvur etmek ise kolay olur. İşte bunun neticesi şu oldu:

4 ﴿