2Sen de Rabbın için namaz kıl ve kurban kesiver (.......) haydi namaz kıl -fâ, sebebiyyetle önündeki emirlerin makabline terettübünü ifade içindir. Çünkü atâ ehemmiyeti nisbetinde şükr-ü tâatı, şükür (.......) hukmünce ziyadeye istihkakı ıktiza eylediği cihetle kevser atıyyesi bu emirlerin ekmel surette iyfasını iycab eyler. Kevser mefhumu Kur'ânda mezkûr olan hayırların hepsine şâmil olmak i'tibariyle de bu terettüb yukarıda geçen Sûrelerin mecmuuna ve en sonunda Sûre-i mâuna bir hulâsa halinde terettübü dahi tezammun eyler. Binaenaleyh şöyle demek olur: hal böyle olduğundan, ya'ni sana o kevseri bahşettiğimizden dolayı o nisbette çok şükretmek üzere ibadet ve hayr ile iştigal etde o (.......) emrini dinlemiyenlerin, dîni tekzîb edenlerin, ve namazlarından yanılanların hılâfına olarak evvelâ namaz kıl, namaza devam et. Çünkü namaz kalben ve lisanen ve bütün a'zai beden ile yapılan şükrün aksamını câmi' ve ta'zîmin aksası demek olan ibadetin başı, dînin direği, gönüllerin likaullaha bir nevi' visali olarak hayatın bütün cereyaniyle Allah’ın büyüklüğünü, celâl ve cemaliyle kudret ve eltafının azemetini duymak ve ona göre hakkullaha ve hukukı ıbade müteallık müşkilâtı yenmek üzere (.......) mantukunca Allahdan istiane ile ruha kuvvet almaktır. Onun içindirki bunu bilenler namazdan aldıkları zevk-u huzuru Dünyada hiç bir şeyde bulamazlar. (.......) dır, ve onun içindirki Resulullah (.......) demiştir. Namazı böyle bir zevk ile kılmak ise kalbi her garazdan tecrid ederek ibadet ancak Allah’ın hakkı bulunduğunu ve Allahdan başkasına açıktan veya gizliden ma'budluk hissası verip de gönlü ona takarak ibadet ve kulluk etmenin o hakka tecavüz ve Allah’ın hürr yarattığı, Allahdan başka kimsenin sirrine vâkıf olamıyacağı insanlık vicdanını fânîlere kendi eliyle teslim edip de azâbı elîme sokmak «zulmi azîm» olan şirk olduğunu bilmek ve binaenaleyh her işinde Allah’ın rızasına tekarrüb için gönlünü yalnız onu yaratan, o allâmül'guyub olan, ne kahr-u gadabına, ne de eltaf-ü atâsına payan olmıyan Allahi zül'celâle teslim ederek likai halkın zevkı vahdetini selâmeti vicdan ile duymağa mütevakkıftır ki, kevserin bir ma'nası olan ve (.......) buyurulan islâmın asıl ma'nası da bu ıhlâs ile tevhiddir, namazı böyle ıhlâs ile Allah’a yüz tutarak mahza şükr-ü ta'zîm ile Allah’a tekarrüb için kılmıyanlar, şirk, riya karıştıranlar, Allah’ın hakkını vermek istemiyenler evvelki Sûrede geçtiği üzere namazlarından yanılmış olurlar. Ondan dolayı namazın ve bütün ıbadetlerin ruhu demek olan bu nokta bilhassa tasrih olunarak Buyuruluyor ki, (.......) Rabbın için kıl -«lâm» (.......) de olduğu gibi istihkak ve ıhtisas içindir, yalnız Rabbının hakkı olarak, bilhassa Rabbına yüz tutarak tevhid ve ıhlâs ile kıl, demek olur. Başta azamet nunu ve mütekellim zamiriyle (.......) buyurulmuşken burada (.......) denilmeyip de Peygambere hıtab olan zamire muzaf Rabb ismi mahsusıyle hassaten rububiyyet tasrih olunarak (.......) diye zamirden zâhire iltifatta da birçok nükteler vardır, bu evvelâ, mütekellim zamirini izah ile mu'tînin vahdetini beyandır, saniyen, emrin haysiyyetini beyandır. Ya'ni emr, rububiyyetin hakkı ve malikiyyetle hukmi terbiyenin muktezası olduğunu ifade eder. Bu emir sade verilmiş olan atadan dolayı değil, Rabbına memlûkiyyet ve merbutıyyetle hukmi terbiyenin muktezası olarak ileride daha ziyade gayei kemale yürüyen bir nisbeti ihtisas ile mahza ıbadet ve ubudiyyet için sıdk-u sadakatla iyfa olunmayı ve binaenaleyh her hususta Rabbının rızasını arayarak ona lâyık olan her hayır, emri mahsus olmadan bile yapmağa amade bulunmayı iycab eder, çünkü tekarrübün kemali yalnız ferâizle değil, daha ziyade nevâfil iledir. Salisen, bu izafet muhatab hakkında ahd ile ma'lûm bir nisbeti ıhtisas ile bir rububiyyeti mahsusayı ve muhatabın ubudiyyeti hassasını ifade ederki bunda da ayrıca bir izharı tekrim ve şerefi mahsus ile emrin ekmel surette iyfasına bir sevk-u tergib vardır. İşte namazın bütün bu mülâhazalarla mahza rububiyyet hakkı olarak Allah için hulûsı niyyet ile kılınması lüzumunu anlatmak üzere «salli» emri istihkak veya ihtisas «lâmiyle» (.......) kaydiyle takyid buyurulmuştur. Bundan dolayı bunun hasılını (.......) diye ifade etmişlerdir ki, şöyle demek olur, o halde sen o müşriklerin, mükezziblerin, müraîlerin hilâfına olarak o seni yetiştiren, sana o kevseri veren ve her emrine sahib olup bilhassa kendisine şerefi ıhtisas ile daha ziyade tekrim edecek olan kerîm Rabbının rızası için ona halîs olarak ubudiyyet ile iştigal et, onun için ıhlâs ile namaz kıl, (.......) ve nahır yap -namaz kılmakla beraber kurban da kes, mâunu men'edenlerin hılâfına fedakârlık ederek kıymetli, canlı mallardan, bahusus deve gibi iri bedenlerden mahza Rabbının namına hayr için bugazlayıver de (.......) buyurulduğu üzere muhtaclara yedir, fi'len tahdisi ni'met ile Rabbının kerem-ü atâsını duyur, Bayram yap. Bu «venhar» emri, «salli» emri üzerine ma'tuf olduğu için «lirabbike» kaydi bunda da cârîdir, «salli lirabbike, venhar lirabbike» mealindedir, ikisinin de Allah için hulûsı niyyet ile yapılmasını emr eder. Allah için olmıyan namaz, namaz olmıyacağı gibi Allah için kesilmiyen de kurban olmaz. Kurban olmak şöyle dursun Allah’ın ismi anlımayıp amden terk olunan veya Allahdan başkasının ismi çağırılarak kesilenler (.......) olduğu için zebiha bile olmaz, meyte gibi yenmesi haram olur (Sûre-i Mâideye bak). Vav da cemi' için olduğundan ta'kıyb veya terahîden eamm olarak bu iki emrin ıhlâs ile mutlâka cem'ini ifade eder. Baştaki (.......) nın terettüb ifade etmesi, nahrin de şükr olarak atâya terettübünü ıktiza ederse de salâttan teahhurüne mani' olmadığı cihetle hemen onu ta'kıyb etmesi de ıktiza etmez, öyle olsaydı «fenhar» buyurulurdu. Maamafih mümkin olduğu kadar tesriınde nedibden de hâlî olmaz. Bir nahır günü ma'ruf olduğuna göre de ona masruf olması tebadür eyler, kelâmın siyakı da Vavın mutlak cemi' ma'nası üzerinde bu iki emrin cem'idir, mâunu men'edenlere tekabülü de bu iki emrin cem'ıledir: hem namaz kılmak hem nahır yapmak. Ihlâs ile namaz, şükrün kalbî, lisanî, bedenî her nev'ini cami' olmakla beraber malî ıbadeti müştemil olmadığından sade namazla iktifa olunmayıp onunla beraber malî fedakârlıkla kurban keserek hayır yapmak dahi emr olunmuş ve bu suretle Sûre-i Saffatta geçtiği vechile Hazret-i İbrahimin sünneti olarak cereyan edegelen Kurban Bayramına da işaret buyurulmuştur, şunu da unutmamak lâzım gelir ki, kurban kesmek, zekât ve sadakai fıtır vermekten daha fazla bir fedakarlık ifade eden bir ıbadettir. Onun için bunda da kudret şart olmakla beraber zekât kadar kudreti müyessire de şart değildir. Lâfızdan zâhir olduğu gibi yukarıki Sûrede delâlet eder ki, bu salli emri namaz demek olan salâttandır, tasliyeden ve sade duâ ma'nasından değildir. Bu salâttan murad hangi namaz olduğu hakkında bir kaç kavil vardır. 1- Ebû Müslim salâti mektûbe, ya'ni farz namazlar olmasını tercih eylemiştir. İbn-i Cerir ve İbn-i münzir bunu İbn-i Abbastan da rivayet eylemişlerdir. Emrin vücub ifade etmesi bunda zâhir gibi görünürse de bu bir emirden bütün farz namazlarının vücubunu, ya'ni farzıyyetini anlamak zâhir değildir, onların farzıyyeti, bu emrile değil, (.......) gibi diğer bir çok emirler ve âyetlerle sâbittir. Bundan evvel de Resulûllah namaz kılıyordu, onun için bu ma'nayı anlatmak istiyen müfessirîn bunu (.......) gibi salâta devam et diye tefsir eylemişlerdir ki, vücub nefsi salâta devam et diye tefsir eylemişlerdir ki, vücub nefsi salâta değil, devamına müteveccih olmuş olur, devam da esasen me'murün bih olduğundan bu emir bir te'kidden ıbaret kalmış bulunur ki, bu da hılâfı zâhir demektir. Meğer ki, bu Sûre de Mı'racta nâzil olmuş bulunsun da o zaman beş vakıt namaz farz kılınırken bu emir de verilmiş bulunsun. 2- Farzlara da nevafîle de şamil cinsi salât denilmiştir. Çokları bunu tercih eylemişlerdir. Bu ma'na da yalnız emrin nedbe hamliyle anlaşılmaz, bunun vechi şöyle mülâhaza olunabilir: emir vücub ifade ediyorsa da burada hukmün asıl mehattı (.......) kaydi olduğu için vücubun asıl müteallakı selât ve nahrin kendileri değil de Allah için olmaları kaydidir, bu ise şöyle demek olur: gerek farz ve gerek nafile kılacağın namazları hulûsi niyyet ile Allah için kıl, mutlâka namaz cinsinden hangisi olursa olsun yalnız Allah için olarak bilhassa niyyet ile kılınması şarttır, farzdır. Yoksa namaz olmaz, kurban da böyledir. Kurban kesmek farz olmasa bile kesilince Allah için kesilmesi farz olur. Bu surette de nefsi selâtın ve nahrin vücubu mes'elesi bu ayetten başka delillere âid olmuş olur. Bu ma'nayı tercih etmek istiyen müfessirîn de buna (.......) namazını ve kurbanını yalnız Allah için yap, müşriklerin, mürâîlerin hılâfına olarak sen ancak Rabbına tahsîs et. Çünkü müşrikler putlara tapar ve putlar için kurban keserlerdi, müraîler de halka gösteriş için kılarlar. Bu ma'nanın esas i'tibariyle doğru olduğunda, ya'ni (.......) den bu ma'na anlaşıldığında şübhe yok ise de mes'ele bundan ıbaret görünmüyor. Burada kevser atıyyesine müterettib olarak Allah için namazla beraber nahrin, ve nahrile müterafık bir namazın dahi Peygambere vücubu tebâdür ediyor. Ya'ni emrin vücubu yalnız lirabbike kaydına değil, o kayd ile meşrut olarak mukayyede dahi müteveccih olmak zâhirdir, Mâunu men'edenlere tekabülü ve onu müteakib zikri de buna bir karînedir. Bu ise bütün namazların Allah için kılınması lüzumunu anlatmakla beraber bilhassa bir şükür namazı ile bir kurbanın vücubunu da ifade eder. Onun için 3- bir kısım müfessirînde demişlerdir ki, bu namazdan murad bayram namazı, nahırdan muradda dahaya, ya'ni kurban Bayramında kesilen kurbanların nahridir. Bundan başka, 4- Mücahid, Ata ve Ikrimeden mervıy olduğu üzere bir kısım müfessirîn de bu namazdan murad Bayram sabahi Müzdelifede kılınan sabah namazı, nahırdan murad da Minada kesilen kurbanlar olduğunu söylemişlerdir. Lâkin bu Sûrenin nüzulü Mekkî olduğuna göre bu iki ma'nanın tahsîsı da müşkildir. Zira Mekkede iken Bayram namazı kılındığı ma'lûm değildir. Bunun Bayram namazı olduğunu söyliyenler Medenî olmasına meyl etmişlerdir, hattâ Sa’îd İbn-i Cübeyrden bu âyetin Hüdeybiyede nâzil olduğuna ve Resulûllahın Adhâ hutbesini iyrad edip iki rek'at namaz kıldıktan sonra kurbanları kestiğine dair bir rivayet de vardır. Ve bununla namazın kurbanı kesmeye takdimi vâcib olduğuna istidlâl edenler de olmuştur iki def'a nüzule kail olanlar da buna istinad etmek istemiştir. Bu surette kevser (.......) mazmunu üzere Hudeybiye sulhüne bir işareti de tezammun etmiş olur. Fakat Mekkiyyetin şöhreti karşısında bu rivayetin de sıhhati tesbit edilememiştir. Mekkede iken haccın farzıyyeti dahi sâbit olmadığından dördüncü kavildeki tahsîs da cayı nazardır. Şu halde bütün bu kavillerin mecmuuna nazaran en doğrusu şu neticeye gelmek olur: burada evvelâ kevser kendisine verilen Hazret-i Peygamberin hususıyyeti mevzuı bahistir. Bu âyet ile sâbit olan vücub, Peygambere mahsustur, onun havassındandır. Bunun bilhassa bir şükr-ü sürur namazı, ve münkirlere rağmen atâı rabbanîyi ızhar ile tahdîsi ni'met için halka ve bahusus muhtac olanlara fîsebîlillah bir ziyafet ve ikram olmak üzere kurban kesmek ile de müterafık bir namaz olmasına nazaran Bayram namazlarına ve bahusus hacda bulunmıyanlar hakkında Kurban Bayramı namazına esas olan bir namaz olmak üzere daha Mekkede iken Peygameber vâcib kılınmış olması ıktiza eyler ki, buna da en yakışan kuşluk namazı olmasıdır. Filvakı' Resulûllaha beş vakıt namazdan fazla olarak teheccüd ve duhâ namazlarının da yazılı namazlardan olarak vâcib olduğu ma'lûmdur. «Venhar» emriyle de bunun hacc günleri olan nahır günleriyle daha ziyade bir alâkası bulunduğu anlaşılır. Bu suretle bunda farz namazlara devam ve hattâ nâfileye de teşvık ma'nası bulunmakla beraber şükür ve ıbadet için sade onlarla iktifa olunmaması ve hattâ yalnız cinsi salât gibi bedenî ıbadetlerle de kalınmayıp kurban kesmek suretiyle malî fedakârlıklarda dahi bulunulması ve böyle bütün ıbadetlerin (.......) mazmunu üzere münhasıren Allah için yapılması hak islâm dinînin, kevser atıyyesinin iycabı olduğuna delâlet de açıktır. Onun için Resulûllah Mekkede iken dahi bu minval üzere hareket etmiş, beş vakıt farz namazlardan maada daha diğer namazlar kılmağa müvazabet eylemiş, ezcümle vitir ve duhâ namazlarına da kendi hakkında mektubattan olarak müvazebet kılmış, hac farz değil iken de nahır günlerinde ve onun haricinde kurbanlar da kesmiştir. Ve demek ki, kurbanı keserken kuşluk veya bilhassa bir şükür namazı da kılmıştır. Sonra da Medînede ümmet için Zilhiccenin onuncu nahır günü Kurban Bayramı namaz ve kurbanı meşru' kılınmıştır. Fakat ümmet için bu namaz ve kurbanın sübut ve takriri doğrudan doğruya bu âyet ile değil, medînede Peygamberin emr-ü sünnetiyle vakı' olmuştur. Gerçi Peygambere ittibaın vücubuna binaen ona olan «venhar» emriyle ümmetin nisabe mâlik olanlarına dahi uhdiyyenin vücubuna istidlâl olunabilir ve Medînede nüzulüne kail olanlar buna zâhib olmuşlar ise de usuli fıkıhta beyan olunduğu üzere Peygamberin havassından olan fi'illerde ittibaın vücubu sâbit olmaz. Onun için burada şu hadîsi şerîf ile de o istidlâle cevab verilmiştir: « (.......) = üç şey benim üzerime yazıldı (ya'ni farz kılındı) sizin üzerinize yazılmadı: duha namazı, uhdiyye kurbanı, vitir namazı», Demek ki, Peygambere farz olduğu halde ümmete farz olmıyan şeyler vardır. Buradaki «salli, venhar» emirleri de böyle demektir. Bunlar ümmet hakkında başkaca bir emir veya nehiy bulunmadıkça olsa olsa Peygamberin sünneti olarak meşru' olur. Ta'mine delâlet eder surette zannî ba'zı delâilin iktiraniyle de şübheli delil ile sâbit Ma'nasına vâcib de olabilir. Netekim vitir bu ma'na ile vâcib veya farzı amelîdir denilir. Bayram namazı ve kurbanı da böyledir. Hidaye ve sair Fıkıh kitablarında Udhiyyeye dair şu hadîslerle de iştidlâl edilmiştir: İmam Ahmed ve İbn-i Mâcenin rivayetleri üzere: « (.......) = maldan bir vus'at bulub da Udhiyye kurbanı kesmiyen bizim namazgâhımıza yaklaşmasın. Bir de şu emri nebevî vardır: « (.......) = Udhiyye kurbanı kesiniz çünkü o babanız İbrahim aleyhisselâmın sünnetidir. Tirmizîde: Udhiyye vâcibmidir? Diye bir adam İbn-i Ömer radıyallahü anhümadan sordu, müşarünileyh « (.......) = Resulûllah sallâllahü aleyhi ve sellem, Udhiyye kurbanı kesti müslimanlar da kesti» dedi adam yine suâlini tekrar etti, o da «anlamıyormusun (.......) » dedi. Tirmizî derki bu hadîs hasendir sahihtir, elyevm ehli ilm ındinde amel bunun üzerinedir: Udhiyye vâcib değil (ya'ni farz değil) lâkin Resulûllahın sünnetlerinden bir sünnettir. Yine Tirmizîde İbn-i Ömerden: «Resulûllah Medînede on sene ikamet etti hep Udhiyye kurbanı yapıyordu». Berâ' İbn-i âzibden: Resulûllah sallallâhü aleyhi vesellem bir nahır günü bize hutbede buyurduki: hiç biriniz namaz kılıncıya kadar zebh etmesin. Bunun üzerine dayım kalktı, Ya Resulallah! Bugün et günü, bunda mekruh varmı ben ehlimi ve hânemin ehlini ve komşularımı ıt'am için kurbanımı acele kesmiştim? Dedi. Öyle ise bir daha kes buyurdu, Ya Resulallah! Yanımda bir anakı leben (bir süt oğlağı) var, iki et koyunundan daha hayırlıdır onu keseyimmi? Dedi. Evet, o senin iki nesîkenin (ya'ni iki kurbanının) hayırlısıdır, senden sonra bir ceze'a (çebîş) dahi kifayet etmez, buyurdu. Bu babda câbirden ve Cündebden ve Enesten ve Uveymir İbn-i eş'arden ve İbn-i Ömerden ve ebî zeydi ensarîden dahi rivayetler vardır, bu hadîs, hasenden sahihtir, ekser ehli ilm ındinde amel bunun üzerinedir: Mısırda, ya'ni Cum'a ve Bayram namazları kılınan kasabada İmam, Bayram namazını kılıncıya kadar kurban kesilmemelidir. Ba'zı ehli ılim de Bayram namazı kılınmıyan köy ehalisi için Fecrin tulûunda kesmeğe ruhsat olduğunu söylemiştirki İbn-i mübârekin kavlidir, ve bütün ehli ılim keçinin cezeı. (Bir yaşını doldurmıyan çebişi) kifayet etmez, fakat koyunun cevei kifayet eder demişlerdir, ve koyunun cezei (toklu) altı yedi ayda olabilir. Bunlar gösteriyor ki, kurban Bayramı namazından sonra kurban kesmek Resulûllahın fi'il ve emriyle sâbit olmuştur, ona farz olmakla beraber ümmeti için farz kılınmamış, onun terk etmediği ve Bayram namazından evvel kesilmesini kâfi görmediği bir sünneti olarak tekarrür etmiştir. Böyle bir sünnet ise dînde şeâirden olarak tarikatı meslûke olmuş ma'nasına bir sünnettir, ki, farza yakındır. Bu gibilere kat'î farz ma'nasına vacib vâ'id şübhesi bulunduğu takdirde Hanefî fıkhinde ma'lûm olduğu üzere şübheli delîl ile sâbit ma'nasına vâcib de ıtlâk olunurki şibhi farz demektir. Onun için imamı A'zamdan zâhiri rivayette vâcibdir. Diğerlerinin vâcib değil, demeleri ise farz değil ma'nasınadır. Bununla beraber vâcib veya sünnet olan kurbanlar udhiyyeye mahsus da değildir, nüzur, hac, nüsük ve şe'âirinden olan kurbanların bir kısmı vâcib olduğu gibi hac ve nezir haricinde şükür ve tesadduk için akîka ve saire gibi sünnet ve mendub olarak tetavvu' ve nevafil kabîlinden de kurbanlar kesilir, ki, tafsîli Fıkıh kitablarında aranmalıdır. Burada «venhar» emrinin esas ma'nasına gelelim: Bu belliki nahırden muştaktır, nahır kelimesi de isim ve masdar olarak kullanılır. İsim olan nahr: göğsün boyun tarafına gelen boğaz çukuruna doğru gerdanlık yerine denir. Masdar olan nahr ise; Râgıb vesair ehli lügatin beyanına göre aslında nahre isabet ettirmek, ya'ni vurmak veya dokunmak veya buğaz çukuruna bıçak sokmak suretiyle nahre rastlamak demektir, deve ibtida oradan kesildiği için onda galib olmuştur, bundan mutlâka zebh etmek, bugazlamak ma'nasına da kullanılmıştır. İntihar da bunda me'huzdur. Sûre-i mâidede geçtiği üzere Ma’lûm ki, zebh, lebbe denilen çene altından kesmekle de olur. «Venhar» emri de bu masdar olan nahırdendir. Zâhir olan da bugazlamak ma'nasına nahirdendir. Nahr ve zebh, mutlâka kurban için olmak lâzım gelmeyip mücerred etini yemek veya satmak için de olabilirse de Zilhiccenin onuncu günü olan kurban Bayramının üç gününe de kurban kesmek ma'nasına nahr günleri denilmek mütearef bulunduğu gibi burada sevkı kelâm şükür ve ibadet ma'nası üzerinde olduğu için de kurban ma'nası zâhirdir. Bundan dolayı namaz kıl kurban kes de kurban Bayramı yap ma'nasına da olabilir. Fakat «venhar» emrinin mef'ulü zikr edilmemiş, neyin kurban edileceği ta'yin olunmamıştır. Bu cihet, mücmeldir. Bu şöyle demek olabilir: nahr denilen ibadeti de yap, yâhud Rabbına kurban için bugazlanmak şanından olanları bugazla. Yâhud nahr Bayramı yap, bunun hepsi de Allah için kurban kesmek ma'nasına nahr fi'linde hulâsa edilir. Demek ki, bunda mefulün cinsini ta'yin maksud olmıyarak, yâhud ta'mime işaret olunarak Allah için hayır olmak üzere bugazlanmak şanından olan ehemmiyyeti hâiz herhangi bir kurbana irakai dem ile nefsi fi'lin iykaı matlûbdur. Arabın urfünde nahır deve kesmekte galib olduğu ve Sûre-i hacta (.......) âyetindede büdün zikr olunduğu cihetle ekser müfessirîn burada nahrın bugazlamak ma'nasına olduğunu göstermek için (.......) diye takdir ve tefsir eylemişlerdir. Maksad deveye hasır değil en ma'rufiyle en büyüğüne işaret olarak bedeneleri, deve gibi iri gövdeli, ehemmiyyetli kurbanlıkları kes demek olduğunu anlatmaktır. Ebû hayvan Bahirde derki «nahrden murad hediy, nüsük, dahayâ nahridir, cümhûr böyle demiştir. O vakıt cihad yoktu, onun için selât ve nahr bu ikisiyle emr olunmuştur (.......) Âlûsî de ekseriyyetin dahâyâ nahri murad olması üzerinde olduğunu söylemiştir. Hepsinin de maksadı nahrın kurban kesmek ma'nasına olduğunu anlatmaktır. Yoksa murad yalnız deve kesmekten ibaret olduğunu söylemek değildir. Usuli fıkıh ta'birince söyliyecek olursak nahr bugazlamak ma'nasında zâhirdir, Fakat mef'uli hakkında mücmeldir. Ne gibi hayvanların bu kurban için kesilebileceği diğer delillerle beyana muhtacdır. Sûre-i en'âmda (.......) buyurulan koyun, keçi, deve, sığır, erkek ve dişi en'âmın sekizinin de büyüklerinden bayram kurbanı kesilebileceği Fıkıhta tafsîl olunduğu üzere sünneti nebeviyye ile beyan olunmuştur. Nahır devede daha ma'ruf olmakla beraber diğerlerinin de nahır şanındandır. Bu itibar ile nahr, zebh ma'nasına olmakla beraber kurbanın büyüklüğüne, ve binaenaleyh gövdeli, kıymetli a'lâ cinsinden ekmel suretle kesilmesine i'tina, bir de hacc ve kurban Bayramı gününün adı olmak münasebetiyle nahr gününe işaret için devede galib olan nahr lâfziyle ifade olunmuş demek olur. Ganem hakkında (.......) hadîsi delâletiyle koyun eti daha şifalı olduğu için daha eyidir, kemmiyyetçe değilse de keyfiyyetçe a'lâsıdır, ve kurbanın en esaslı, en umumî nisabıdır. « (.......) = uhdiyyenin en hayırlısı koçtur» diye bir hadîs de vardır. Hadîs ve fıkıh kitablarında mezkûr olduğu üzere Resulûllahın uhdiyyesinde boynuzlu güzel iki koçu (.......) diyerek ve ayağını boyunlarına koyarak kendi eliyle kestiği meşhurdur: (.......) Câbir radıyallahü anhten rivayet edildiği üzere de demiştir ki, Peygamber sallâllahü aleyhi ve sellem ile beraber musallâda edhâ namazında hâzır bulundum, hutbesini bitirince minberden indi, bir koça vardı Resulullah onu « (.......) = Bismillâhi vallahü ekber bu benden ve ümmetimin kurban kesemiyenlerinden» diyerek kendi eliyle zebh etti (.......) Deve ve sığır cinsi bedenelerin yedi kişiye kurban olabileceği de beyan buyurulmuştur, Bir kişi keserse elbette daha büyük hayır ve sevab olur, ancak bunların da yavruları kifayet etmez. Hac ve udhiyye kurbanlarından maada gerek nezir ya'ni adak ve gerek adamadan sırf tetavvu' olarak tesadduk ve şükr için kesilecek sair kurbanlar ise eti yenir her hayvandan ve her zaman kesilebilir. Binaenaleyh mutlak kurban deve nahrine munhasır olmadığı gibi udhiyye ve hacca aid nüsük ve keffarat kurbanları dahi deveye mahsus olmadığından venhar emri de deveye mahsus değil, nahr günü ta'birinde olduğu gibi kurban zebh etmek ma'nasına olmak muvafıktır, bunu «nahri büdün» ile tefsir edenlerin umradı da develere tahsıys için değil, boğazlamak ma'nasını anlatmak ve kurbanların bedenlilerine i'tinayı iş'ar etmek için olduğundan dolayı Ebû hayyan ve Âlûsî de Cumhûrun ve ekseriyyetin kavlini o vechile hulâsa etmişlerdir. Ancak Âlûsînin beyanında udhiyyeye basır, zâhirdir. (.......) hadîsine muvafık olan da budur. Cumhur kavlinin hılâfına gelince: İbn-i Ebi Hâtimin rivayetine göre Ebül'ahvas «venhar» emrinin göğsünü Kıbleye tekabül ettir ma'nâsına istıkbali Kıble ile emr olunduğunu söylemiştir. Ferrâ da buna zâhib olmuş ve te'vilinde şöyle demiştir: « (.......) = menzilleri tenâhur eder» ta'birinde olduğu vechile karşı karşıya tekabül ma'nasına gelir, Şu beyt de bu ma'nâdendır: El'ebtahıl'mütenâhır, göğüs göğüse karşılıklı dere demektir. Bu ma'nadan nahr, Kıbleye istıkbal ma'nasını ifade edebilir (.......) Filvaki' tenâhur lügatte intihar etmek ve bugazlaşmak ma'nasına geldiği gibi göğse isabet ettirmek, göğüs göğse karşılaşmak ma'nasından mecaz olarak evlerin ve dere kenarlarının karşılaşması gibi mutlâka tekabül ma'nasına da gelebilir ise de ma'ruf olan ma'nayı bırakıp da mecaz üstüne mecaz olarak Kıbleye istikbal ma'nasını anlamağa kalkışmak doğru olmaz, nahrin de tenâhur ma'nasına geldiği kabul edilecek olunca bundan göğüs göğse cihadı, mücahedeyi anlamak daha ziyade yakışırdı, nüzulün Medenî olduğunu söyliyenlere göre bunda bir işkâl olmıyacağı gibi Mekkede de ileriye aid bir emr olabilirdi. Mutlak emir, fevri iycab etmiyeceği gibi kurban hakkında da geçtiği vechile vâv da terâhîye mani' olmazdı. Bundan başka İbn-i ebî hâtim ve Hâkim ve İbn-i merdûye ve Sünende, beyhekî Hazret-i Ali kerremallahü vechehuden şöyle bir rivayette bulunmuşlardır: demiş ki, bu (.......) Sûresi nâzil olduğunda Resulullah «Rabbımın bana emr ettiği bu nahîre (ya'ni buğazlanacak) nedir? Diye Cibrîl alehisselâma sordu, o, dedi: nahîre değil, lâkin namaz için tahrîme yaptığında tekbir alırken ve rüku' ederken ellerini kaldırmanı sana emrediyor. Çünkü o bizim salâtımız ve yedi Semadaki Melâikenin salâtıdır, ve her şey'in bir ziyneti vardır, namazın ziyneti de her tekbirde iki elini kaldırmaktır (.......) Lâkin Süyutî bunun senedine zaıyf demiş, İbn-i kesîr bu hadîs cidden münkerdir demiş. İbn-i cevzî de Mevzuatta saymıştır. İbn-i cerîr bir de Ebû Ca'fer Hazretlerinden iftitah tekbirinde el kaldırmak demiş olduğunu nakl eylemiş, Buharî, tarihinde ve Dârekutnî İfradda yine Hazret-i Aliden namazda sağ elini sol bileğinin üzerine koy da sonra ikisini göğsüne koy demiş olduğunu tahric etmişler, Ebüşşeyh ve Sünende beyhekî Enesten merfuan ve ba'zıları İbn-i Abbastan da böyle rivayet eylemişler ise de bunların da sıhhatı sâbit olamamıştır, Süyutî Hazret-i Aliden ikinci hadîsi İbn-i Ebî hâtimin ve Hâkimin lâbe'se bih olan bir senedle tahric eylediklerini söylemiş, Dahhâk ile Süleymanı teymî de namazdan sonra duâda ellerini göğsüne kaldır demiş oldukları da nakl edilmiştir. Bunlar kurban kesmeğe iktidarı olmıyanlar hakkında veya namazın adâbına müteallık ba'zı rivayetler olabilirse de nahrin ma'lûm ve meşhur olan kurban kesmek ma'nasını bırakıp âyeti bunlarla te'vile kalkışmak ve bu suretle «venhar» emrini de «salli» emrine idhal eylemeğe çalışmak aslâ doğru olmaz, bunların hepsi nihayet namaza aid şeylerdir. Sade bununla Sûre namaz kılmayanlara ve müra'îlik edenlere mukabil ıhlâs ile namaz fazîletini emretmiş olursada mâunu men'etmelerine mukabil Allah için halka muavenet olan bir hayır ve kerem fadl-ü fazîletini ihtiva etmiş olmaz, bu da kevser atiyyesine mazheriyyet şerefinin şükrü esasiyle mütenasib olmaz. Nahrin kurban kesmekte ma'ruf olduğu ve Kur'ânın üslûbunda namaz emirlerinden sonra ekseriya zekât ve infak emirleri ve âyetleri zikroluna geldiği ve müşriklerin duâlarını ve kurbanlarını putlar ve tagutlar namına yaptıkları da mülâhaza edilince bu emrin onlar hılâfına namazdan mâada Allah için kurban keserek zekâttan dahi fazla bir fedakârlıkla kıymetli mallara kıyıp ıbadullaha hayır ve muavenette bulunmak kevser atıyyesine şükretmek üzere bedenen ve malen ıbadet ve hayr ile iştigali emretmiş olması en açık ve en esaslı ma'na olduğunda tereddüd edilmez. Bu esas tesbit edildikten sonra bundan mümkin ve muhtemil olabilen diğer bir takım işaretler daha anlamakta ise zevk ve ırfan için hacr yoktur. Bu vecihle işbu (.......) âyeti Sûre-i en'amın âhirindeki (.......) âyetindeki emri, ve vedduha Sûresinin âhirindeki (.......) emrinin kevser atıyyesine şükrane olmak üzere fi'lî bir iyzahını ifade eder. Bundan dolayı biz de mealde kurban kesmek ta'biriyle ifadeyi bugazla demekten daha muvafık bulduk. Ki, tefsirinin hasılı şu olur: sana o kevseri verdiğimizden dolayı haydı sen rabbının atasına hem kalben, hem lisanen, hem bütün cevarihinle bedenen ve mâlen her vechile şükr etmek üzere Rabbın için ıhlâs ile namaz kıl, namaz kılmakla beraber kurban da kes, ona böyle tevhid ve ıhlâs ile fedâkârâne ıbadet, ubudiyyet ve çok hayır işliyerek tahdîsi ni'met et, Rabbının sana olan atası kesilmek ihtimali yoktur |
﴾ 2 ﴿