TEBBET

Bu (.......) Sûresi ki, (.......) Sûresi de denilir, bilâ hılâf Mekkîdir. Buharî, Tirmizî ve daha başkaları İbn-i Abbastan rivayet etmişlerdir ki, (.......), âyeti nâzil olunca Resulullah sallallâhü aleyhi vesellem Safaya çıkıp (.......) diye nida etmişti, bu kim dediler, başına toplandılar, onlara ne dersiniz? Ben size şu dağın arkasından bir takım âtlar çıkacak diye haber versem beni tasdîk edermisiniz? Buyurdu, biz sende bir yalan tecribe etmedik, dediler, öyle ise ben sizi önümde şiddetli bir azâb ile inzar ediyorum, buyurdu. Ebû Leheb, « (.......) = yuh sana!» Bizi bunun içinmi topladın? Dedi ve kalktı, bunun üzerine (.......) nâzil oldu, ba'zı rivayetlerde onu söylemekle beraber iki eliyle bir taş alıp Resulullaha atmak da istemişti. Beyhekînin Delâilde yine İbn-i Abbastan bir rivayetinde: Ebû Leheb şı'bdan çıkıp Kureyşe müzahir olduğu zaman, Muhammed, bize olduğunu görmediğimiz bir takım şeyler va'dediyor, ölümden sonra olacağını zu'm eyliyor, benim elime ne koydu!... Deyip iki elini üflemiş de, « (.......) = yuf size» ben sizde Muhammedin söylediklerinden birşey görmüyorum, demişti. Bunun üzerine (.......) nâzil oldu denilmiştir. Neysâburi, tefsîrinde: İbn-i Abbas demiştir ki, Resulullah sallallâhü aleyhi vesellem

ilk ba'solunduğu vakıt emrini gizli tutuyor, ve Mekke şıabında namaz kılıyordu, tâ (.......) emri nâzil olana kadar üç sene. O vakıt Safaya çıktı, ya Âle galib diye nida etti, onlar mescidden ona çıktılar, Ebû Leheb, işte Galib sana geldi, ne var yanında? Dedi, sonra da Âle lüey diye nida etti, Lüeyden olmıyanlar döndü, yine Ebû Leheb işte Lüey geldi ne var? Dedi, sonra ya Âle kilab dedi, sonra ya Âle kusay dedi, yine Ebû Leheb işte kusay sana geldi ne var yanında? Dedi, o vakıt buyurduki: Allah bana en yakın ma'şerimi, inzar eylememi emretti, en yakınlarım da sizlersiniz, sizler (.......) demedikçe ben size ne Dünyadan bir hazza ne Âhıretten bir nasîbe mâlik değilim, onu derseniz Rabbınızın ındinde onunla lehinize şehadet edeceğim, bunun üzerine Ebû Leheb « (.......) = yuf sana bizi onun içinmi çağırdın, dedi, bu Sûre nâzil oldu. Bir de denilmiştir ki, Resulullah, amucalarını toplamış onlara bir sahfede bir taam takdim etmişti, onlar onu istihkar ettiler, bizim her birimiz bir koyun yer dediler, öyle ise yeyin buyurdu, yediler, doydular, yemekten az birşey eksilmişti, sonra (.......); senin yanında ne var? Dediler, onun üzerine onları İslâma da'vet etti, Ebû Leheb de o söylediğini söyledi. Ve yine rivayet olunmuşturki: ben İslâma gelirsem bana ne var? Dedi, müslimîne olan buyurdu, ben onlara tafdil olunmıyacakmıyım? Dedi, Nebiy sallallâhü aleyhi vesellem ne ile tafdil olunacaksın? Buyurdu, o vakıt Ebû leheb: «benimle başkasının müsavî olacağı bu dîne yuh olsun (.......) dedi (.......) nâzil oldu. Târıkı Muharibîden de şöyle mervîdir: demiştir ki, Resulûllahı Zil'mecaz çarşısında gördüm: « (.......) deyin felah bulasınız» diyordu arkasında da bir adam ona taş atıyordu ökçelerini kanatmıştı, onu dinlemeyin diyordu. Bu kim? Dedim, Muhammed ve amucası dediler. Yine İbn-i Abbas demiştir ki, Ebû

Leheb, Peygameber hakkında o, sâhirdir diyerek kavmı ondan soğutur, görüşmeden giderlerdi, çünkü kabîlenin pîri ve Peygamberin babası gibi olduğundan ittiham edilmezdi, fakat bu Sûre nâzil olup da işitince gadab ile şiddetli adavet ızhar etmeğe başlamış ve ondan dolayı müttehem olup artık Resulûllah aleyhine sözü kabul edilmemeğe başlanmış, bütün sa'yi boşa gitmişti (.......) Bu rivayetlerin cem'ınde bir münâfat yoktur, sebeb-i nüzul gerek birisi ve gerek hepsi, her hangisi olursa olsun bu Sûre evvel nâzil olan Sûrelerdendir. Hattâ yukarıda geçtiği vechile (.......) dan evvel nâzil olmuştur. Böyle iken burada Peygamberin zafer ve muvaffakıyyetiyle ona küfr ve adavet edenlerin başında bulunan amucası Ebû Lehebin hal ve akıbeti yanyana getirilerek nusrat ile hızlânin, şükran ile küfranın, husni hâtime ile süi hâtimenin fark ve mükayesesi yakından gösterilmek, bir de Peygamberin vefatından sonra dahi düşmanlar fitne çıkarmak isteseler de dîninin beka ve intişarına mani olamıyacaklarına işaret olmak üzere âhirden evvele ircaı nazar ettirilmek, sonra da Ihlâs ve Muavvizeteyn ile Kur’ân hatm olunmak üzere bu Sûre Nasır Sûresinin ardınca konmuştur.

Âyetleri - Beştir.

Fasılası - (.......) harfleridir.

(.......) tebabdandır. Tebab, helâk ve helâke götüren husran, ve emeği boşa çıkıp müradına irmemek; ya'ni muvaffakıyyetin zıddı olan haybet, yuf olmak, yuh olmak, berbad olmak ma'nalarına gelir, (.......) ta'birleri yuf ona, yuh sana gibi levm ve bed duâ makamında kullanılır.

Buharîde tebab; husran, tetbîb: tedmîrdir dir, Râgıb tebab: husranda istimrardır, demiş, ekser müfessirîn de helâke götüren husran veya helâk demişlerdir.

1

Yuh oldu iki eli Ebû Lehebin, kendi de yuh

(.......) tebâb oldu - bu fiıl esasen ıhbara mevzu' olmakla beraber ıbare veya işaretiyle inşa dahi olur. İnşa olması ya tekvînî surette husranı inşa yâhud Arabın urfü üzere (.......) kahr olası gibi bed duâ üslûbunda husran ve helâke istihkakı anlatarak lâzımı olan zemm-ü takbihı inşa ma'nâsında olur. İlk nüzule nazaran çokları bu ma'nâya haml eylemişlerdir. Bundan dolayı elleri kurusun diye terceme edilmesi de şâyi' olmuştur, eli kurusun ta'biri daha ziyade (.......) ya'ni eli çolak olsun ma'nasında zâhirdir, bununla beraber mecaz olarak müflis olsun, elinde avucunda bir şey kalmasın, tutacağını tutamasın, her tuttuğu boşa çıksın, gibi husrana duâ ve inkisar makamında da kullanılır ki, böyle terceme edenlerin maksadı da odur. Bunu yuf olsun, yuhe gitsin berbad olsun diye ifade etmek, (.......) de olduğu gibi tebâbın

ma'nasına daha uygun görünür. Ancak Ebû Leheb Bedri müteakıb ye's ü hirman ile vefat etmiş olup (.......) Sûresinin nüzulünde onun husran ve helâki tehakkuk etmiş bulunduğu cihetle bu Sûrenin tertibde buraya konulması bunda ıhbar ma'nası maksud olduğuna ve hattâ Peygamberin bu şanlı vefatiyle dahi Ebû Lehebin muradı hasıl olmayıp bil'akis husranı gittikçe daha ziyade tehakkuk etmiş olacağına bir işareti tezammun eder, bu da lâzımı olarak yine zemm-ü takbîhi dolayısiyle ifade etmesine mani' de olmaz, ya'ni sade yuf olsun değil, yuf oldu, yuhe gitti (.......) iki eli -sağdan soldan, gerek müsbet, gerek men'fi, gerek tutmak, gerek itmek için kullanmak istediği bütün erbab ve vesaitı, gerek Dünyaya gerek dîne uzatmak istediği eller ikisi de husrana düştü, o Peygamberin zaferine ve hak dîninin izharına mâni' olmak ve küfre sarılmak için müraceat ettiği maddî ma'nevî her şey kendi aleyhine çıktı da yuh diye üflediği elleri hakîkaten yuh oldu (.......) Ebi Lehebin- Peygambere küfr-ü adavette ileri giden ve dîni islâmın neşrine mani' olmak için her türlü fitne ve fesad ateşlerini alevlendirmeğe çalışan Ebû Cehil ve emsali azgın kâfirlerin küfr-ü tuğyanları Kur’ân’da anlatılmış olmakla beraber hiç birinin adı sarahaten zikr edilmemiş olduğu halde Ebû Lehebin bilhassa zikr olunması, hem de Peygambere dair olan (.......) Sûresiyle Allah’a dair olan Ihlâs Sûresi arasında zikr edilmesi şayanı dikkattir, bu

EVVELA: ona (.......) mazmunu üzere bir temâyüz vermektir. Onun Peygamber ile Allah arasına girmek, fevzıne mâni' olmak isteyen âteşîn düşmanlar arasında kale alınmağa değer bir imtiyazı mahsusu hâiz bulunduğunu iş'ar eder. Çünkü Ebû Leheb Peygamberin baba bir amucası olmak haysiyyetiyle bir şerefi mahsusu

hâiz bulunuyordu. Böyle iken bu şeref ve ni'metin kadrini takdir etmediği ve ona yardım edecek yerde bil'akis mani' olmak için küfr-ü adâvetle ateş püskürmek istiyenlerin önünde düştüğü cihetle bunun hepsinden ziyade te'essüfe şayan olduğunu ıhtar ederek yine Peygamberin şanını tebcil ve neseb şeref-ü haysiyyetlerin fevkında olan cilveli hakkın büyüklüğüne tenbih olur.

SANİYEN: Ebû Leheb, şahsı gösteren bir künye olmakla beraber lügaten bu terkibin asıl mefhumu alev babası demek olması i'tibariyle bunun Peygambere ve islâma karşı ateş püskürmek isteyip de kendini Cehenneme atmış olan kâfirlerin cümlesinin mümessili ma'nasında olmak haysiyyetiyle onun husranı hepsinin husranına misal yapılmıştır ki, (.......) mazmununa işaret olur. Künyeler ismialem olmakla beraber yerine göre Hâtimin cûd ile Ebû Hanîfenin ılm ile iştihârı gibi vasfiyyet ifade edebildiklerinden dolayı ılmi me'anîde Ebû Leheb isminin de ateş babası demek olmasından dolayı kinâye suretiyle «Cehennemî» vasfına delâlet eylediği meşhur bir misal olarak söylendiğine ve kinâyeler hakikatin iradesine mani' olmıyacağına binaen burada bu ma'nanın ehemmiyyeti mahsusası vardır.

Ya'ni maksad yalnız Ebû Lehebin şahsını söylemekten ibaret olmayıp vasfına ve bu vasıfta ona benziyenlerin hallerine de işaret edilmiş demek olur. Onun asıl ismi Abdül'uzzâ İbn-i Abdilmuttalib iken yanakları pek kırmızı olduğu için ateşe teşbih olunarak Ebû Leheb denilmiş, bu künye ile şöhret bulmuştu, pek âteşîn, çok ateşli demek gibi bu alev babası künyesi ona bidayeten yüzünün parlaklığı veya cevvaliyyeti, hiddet ve şiddeti i'tibariyle bir medh vasfı mülahaza olunarak verilmiş, fakat bunun hakikatinde bir ateş kaynağı olmak veya ateşi sevmek ma'nası bulunduğu ve ateşin en şiddetlisi de Cehennem ateşi olduğu için ef'al ve harekâtı

i'tibariyle onun neticesi kendini ateşe sürükliyerek Cehennemîlik unvanı olmuş, ehli Cehennemin babası olmak ma'nasına mesel olmak üzere kullanılmıştır. Burada bu nüktenin maksud olduğuna bilhassa (.......) ile tenbih buyurulmuştur.

Ya'ni Peygamberin amucası olmak gibi yüksek bir neseb ve karabet ve haseb ve haysiyyet şerefini hâiz olduğu halde îmana gelmeyip de ona küfr-ü adâvette ısrar ettiğinden dolayı Ebû Lehebin hâli böyle husran olur, o neseb ve haseb onu kurtarmazsa Peygambere buğz edip de tevbe etmiyen diğerlerinin ne kadar ebter ve bedbaht olacakları ıbret nazariyle teemmül olunsun.

Keşşafta derki: tekniye tekrim ifade ederken burada künye ile anılmasında üç vecih vardır: birisi ismiyle değil, künyesiyle şöhretidir, ikincisi ismi Abdül'uzzâ olduğu için ondan udûl olunmuştur.

Üçüncüsü meali (.......) olan ehli nardan olduğu için künyesi, hâline uygun olmasıdır. Şirrîre Ebüşşer, hayır sahibine Ebülhayr denilmesi kabîlinden de Ebû Leheb denilir (.......) Evet, Ebû Lehebin iki eli yuha, husrana gitti, tebâb oldu (.......) kendi de tebab oldu, -muradına iremeyip husran ile ziyan ve helâk oldu, yuh oldu gitti. Ebû Leheb, Peygambere karşı Kureyş ile beraber olduğu halde hastalığından dolayı Bedre bizzat iştirâk edememiş, fakat malen yardım ederek Ebû Cehlin kardeşi Âs İbn-i Hişamı bedel göndermiş idi, kendisi adese denilen çiçek kabîlinden bir ıllete tutulmuş, Kureyşin kırıldığını haber alınca Bedrden yedi gün sonra kahrinden helâk olmuştu. Âlûsî ve daha sairlerinin de nakl ettiği vechile Kureyş adeseden tâuun gibi sakındıkları için sirayet korkusiyle ailesinden bile kimse yanına yaklaşmamış,

ölüsü üç gün kalmış ve kokmuş idi, nihayet ârdan korktukları için Südanîlerden bir kaç kişiyi ücretle tutmuşlar, onlar götürüp gömmüşler, bir rivayette bir çukur kazıp ağaçlarla içine kakmışlar örtünciye kadar da üzerine taş atmışlar, diğer bir rivayette çukur da kazmamışlar, bir dıvârın dibine dayayıp arkasından örtülünciye kadar taş atmışlardı.

Demek ki, ondan on beş sene evvel Kur’ân’ın haber verdiği gibi olmuştu, maamafih murad, sade böyle oluşundan ıbaret değil, Dünyada maksadına nâil olamadığı gibi Âhırette çekeceği azâbdan dolayı cismanî ve ruhanî her vechile ebedî husrana düşerek ziyan ve helâk olmasıdır.

2

Ne malı fâide verdi ona ne kazandığı

(.......) bu (.......) istifhamı inkârî veya doğrudan doğru nâfiyedir, ve husranını izahtır.

Ya'ni ne fâide verdi ona? Hiç bir fâide vermedi- onu kurtaracak hiç bir hayra yaramadı (.......) malı (.......) ve kazandığı, yâhud kazancı: meksûbatı veya kesbi -bu (.......), mevsul veya masdariyyedir. Maamafih evvelki gibi istifhamı inkârî veya nâfiye olması da melhuzdur. Ne fâide verdi ona malı? Ve ne kazandı? Onu felâketten kurtaracak hiç bir şey'e yaramadı ve kendisi hiç bir hayır kazanmadı demek de olabilir, lâkin «malı da fâide vermedi ona, kesbi de» ma'nâsına olmak, iki elin husranını beyana daha muvafıktır. Malı sermayesi, kesbi de sermayesinden kazandığı kâr, hasılât ve varıdât, yâhud kazanmak için tuttuğu kazanç yolu, ticaret ve saire; yâhud malı babasından mîras aldığı mal, kesbi kendi kazandığı, yaptığı işler; yâhud daha zâhiri malı eskisi ve yenisi bütün malına, kesbi ve kazandığı da gerek malından sarf ve istihlâk ve gerek sair erbabdan intifa' suretiyle fikir-ü arzusuna göre kendi hisabına ettiği istifade, aldığı hazz-u nasîb, ya'ni sa'y-ü

ameli, çektiği emeği ile yaptığı işler ve nâil olduğu şeylere şâmil olmaktır ki, bunda kesb-ü iradesi tealluk ederek gaye edinip vâsıl olduğu bütün meksûbâtı: evlâdı, mevkıi ictimaîsi, ı'tikadınca kendine, kavmına, âdetine iyilik namına yaptığı işleri, sonra Peygambere karşı yaptığı keyd-ü adavet hepsi dahil olur. İbn-i Abbastan: mâ kesebi, veledidir, ve nakl olunmuştur ki, Ebû Lehebin oğulları niza' ederek kendisine muhakeme olmuşlar, derken yanında biribiriyle çarpışmağa başlamışlardı, Ebû Leheb kalkıp ayırmak için aralarına girmişti, birisi itiverip düşmüştü, bunun üzerine gadabe gelip «çıkarınız yanımdan bu kesbi habîsi» demişti. Bir Hadîs-i şerifte de: « (.......) = her adamın yiyeceğinin en temizi kesbindendir, evladı da kesbindendir, diye vârid olmuştur, Dahhâkten: «mâkesebi, ameli habîsi, ya'ni Resulullaha adâvette keydidir diye, Katâdeden de: mâkesebi, iyilik yapıyorum zanniyle yaptığı amelidirki (.......) ma'nasındadır. Diye nakledilmiş ve rivayet olunmuşturki «eğer kardeşimin oğlunun söylediği hakk ise ben ondan malımı ve evladımı fidye vererek kurtulurum» dermiş. Fakat bu ma'naların birisi diğerine münafî değildir, maksad, tahsıys değil, misal demektir, kesb hepsine de şâmil olduğundan ma'na şöyle olmak zâhirdir: ne malı ne de hiç bir kazancı kendisine fâide vermedi, onu husran ve helâkten kurtarmadı, zira:

3

O bir alevli ateşe yaslanacak

(.......) o bir nâra yaslanacak ki, -yarın Âhırette bir ateşe girecek ki, (.......) pek lehebli- gayet alevli, Dünyada misli görülmedik son derece şiddetli bir alev, iltihabı olan bir ateş, ya'ni sade cisimleri yakan bir ateş değil, ruhları sarıp gönüllere muttali' olan (.......) buyurulan Cehennem ateşi

4

karısı da, odun hammalı olarak

(.......) karısı da -ki, Harbin kızı Ümmü Cemîl ve Ebû Süfyan İbn-i

Harbin kız kardeşi imiş, bu isimlerin ma'nalarındaki iymalar da şayanı dikkattir. Bu, (.......) nın tahtinde müstetir Ebû Lehebe raci' olan (.......) zamirine ma'tuftur, ya'ni Ebû Lehebin yalnız kendisi değil, karısı da o ateşe yaslanacak. (.......) diğer kıraetlerin hepsinde (.......) haber olarak ötre okunur, bu surette Ebû Lehebe ma'tuf olmayıp cümle ondan hal olur. Bizim Asım kıraetinde ise üstün okunur, vâv atf olur, bunda iki vecih mümkindir:

BİRİSİ: (.......) den hal olmaktır ki, karısı da odun hammalı olarak Cehenneme girecek, Ebû Lehebi götürecek veya onun ateşinin alevini artırmak için Dünyada küfrüne, arzusuna hizmet ettiğinden dolayı Cehennemde de azâbına o suretle iştirâk ile hizmet edecek. Çünkü (.......) buyurulduğu üzere Cehennemin odunu, çırası kâfirler olduğundan küfre hizmet Cehenneme odun taşımak ma'nasında olur, bu suretle onun sırtındaki Cehennem odunu da Ebû Lehebin kendisi olmak en baliğ ma'na olur.

İKİNCİSİ: zemm üzere mansub olarak «ya'ni o hamaletelhateb karı» demek olmasıdır. Bu surette (.......) de vakıf câizdir. Bunda da hatabdan murad Ebû Leheb olmak gerektir. Bundan başka bir de (.......) ta'biri nemmam, koğucu, öteye beriye lâf götüren fesadcı ma'nasına mecaz olarak mesel olmuştur. Sahib Keşşaf derki: nas arasında nemîmelerle koğuculuk eden müfside « (.......) = aralarında odun taşıyor» denilir, beyinlerinde nâire iykad ediyor, şerr iyrâs eyliyor demektir.

Netekim: (.......)

Diyen şâir bu ma'nayı söylemiş, bir yaş odun demeside dumanı çok olacağından dolayı şerrin ziyade olacağına işaret eylemiştir (.......) Bu ma'na lisanımızda kundakçılık etmek ta'biriyle ifade olunur. «Yangına körükle gitmek» ta'biri de buna müşabihtir. Lâkin lisanımızda «odun hammalı» ta'birinden biz bu ma'naları anlamayız, sade bir tezlîl anlarız. Bahusus ızzet ve servet içinde büyümüş bir kadının odun hammallığı etmesi acıklı bir sefalettir. Bundan koğuculuk, müfsidlik ma'nasını anlamak için ya kundakçı demek yahud (.......) ta'birini terceme etmiyerek mesel halinde aynen söylemek daha muvafık olur. Bu ma'naca hâl nare dühulün sebebi olan Dünyadaki hâl ile ta'lil de olmuş olur. Fakat asıl ma'na Dünyadaki aile şeref ve haysiyyetine ve servet-ü ızzetine rağmen Âhıretteki sefalet ve hakaretini duyurmak ve Ebû Lehebin arzusuna mutave'at edenler içinde en sakınması lâzım gelen karısının bile böyle ateş içinde hakaretle kendisinin azâbını teşdide hizmet etmekte bulunduğunu ifade eylemek olduğu cihetle biz diğer vecihleri de nazarı dikkate alarak odun hammalı diye anlatmayı daha vâzih gördük, zira bir de İbn-i zeydden ve daha başkalarından rivayet olunmuşturki: Resulullahın geçeceği yola Ebû Lehebin karısı geceleyin diken dalları bıraktırmak suretiyle ona ezâ etmek isterdi, onun için bu ta'bir ile tezlîl edilmiştir. Maamafih bu rivayet de onun Peygambere ezâ etmek ve dînin neşrine mani' olmak için kocasının fikrine hizmet etmek üzere gizliden gizliye nemîme ve sair suretle iz'ac etmeğe çalıştığını temsîlen bir ifade olarak mülâhaza edilirse ma'naların hepsi birleşmiş olur.

5

Gerdanında bir ip ki, fitillisinden

(.......) Bu cümle de «hammale» nin tahtinde müsteir (.......) zamirinden hâldir.

Ya'ni gerdanında ziynet yerine bir ip ki,...

Cîd, boyun demek ise de unuk gibi sade boyun değil,

bilhassa gerdanlık gibi huliyyat ile süslü veya süslemeğe lâyık güzel ra'na boyunlar hakkında söylenir, onun için (.......) denilmemiş «ficiydiha» buyurulmuştur, gerçi burası tahkîr makamıdır (.......) gibi gull ve emsâli ile tezlil ve tahkîr mevki'lerinde de unuk zikr olunur, lâkin burada onun hammalı diye tahkîrden sonra « (.......) = boynunda bir ip» denilseydi ziyade bir ma'na olmazdı, halbuki «ciyd» şâirin: (.......) dediği gibi ziynet ve medh ile söylenir, bu fark lisanımızda da vardır. Biz de bu makamda «gerdan» ta'birini kullanırız, bu sebeble burada tahkîrden sonra (.......) denilmekle kadının kadınlık onurunu tehyic etmek suretiyle bu halin fecaatini bir telkın vardır; binaenaleyh bunu sade boynunda bir ip diye anlamamalı «gerdanında o dilber boynunda gerdanlık yerine bir ip» diye anlamalıdır ki, (.......) fahvası üzere ziynet ile gerdanlıklara tezyin ve ı'zaz edilerek yetiştirilen ve muhasame ve cidal mevkı'lerinde bulunmaması ıktiza eden bir gerdanın hammallık ipi ile tezlil edilmesindeki hakaret ve tehekkümün acılığındaki belâğat duyulabilsin. Fil'vakı' Sa’îd İbn-i Müseyyebden ve saireden mervîdirki: onun gerdanında cevahirden bir «kılâdei fâhıre» kıymetli bir gerdanlık vardı. Öyle iken onun yerine bir ip ki, (.......) mesedden -sağlam elyaftan, kuvvetli tellerden bükülmüş, kıvratılmış, örülmüş fitillisinden. Râgıbın Müfredatında: mesed, hurma cerîdinden, ya'ni: şahlarından ittihaz edilir de mesd olunur, ya'ni fitillenir: sağlam bükülüp örülür lîfdir, (.......) de hılkati, habli memsûd ya'ni, bükülmüş ip gibi dernekli kadındır (.......)

Bunun hasılı mesed, hurma lifinden bükülmüş sağlâm bir urgan demek oluyor. Lâkin Zemahşerî diyor ki, mesed, iplerden fetli şedîd ile fetl edilmiş olândır.

Ya'ni şiddetli bükülmüş olandır, lîften olsun, deriden olsun,

başkalarından olsun şâir: (.......) demiştir. « (.......) = hılkati memsûd adam, sağlam yapılı kavi adam demektir (.......) Kamusta «mim» in fethi ve «sin» in sükûniyle (.......) ip bükmek ve yolda bir düzeye cidd-ü teabla sürüp gitmek ma'nasınadır, (.......) denilir, «fetelehu» demektir. Fethateynle (.......), demirden olan çarh okuna ve iğine denilir, ve hurma lifinden ve bir kavilde mukl ağacının lifinden bükülmüş ipe ve ba'zılarınca mutlâka bükülmüş ipe denir, yâhud muhkem ve metîn bükülüp örülmüş olan ipe denir, Besâirde beyanına göre «mesd» masdar ve fethateynle «mesed» isimdir, memsûd ma'nasınadır ki, pek muhkem örülmüş ipe denir. « (.......) = ya'ni gerdanında şiddetli buruluşla burulmuş demir bir ip yapılmış olarak» demektir (.......) Demek ki, mesed, esâsen memsûd ma'nasına olarak hurma veya mukl ağacının lifleri gibi kuvvetli el'yaftan bildiğimiz kendir urganlar tarzında fitil fitil, kat kat bükülmüş kıvratılmış veya örülmüş sağlam urgan demek olup sağlam, kuvvetli olmak ma'nasiyle kıl, deri demir gibi her hangi şeyden olursa olsun ip halinde bükülmüş veya örülmüş olan muhkem ve metin telli, fitilli urgan ve halat ve zincir mekulesinin hebsine de ıtlak olunmuştur. Burada da murad ipin maddesinden ziyade kuvvetini kıvraklığını ifade olduğundan en kuvvetlisi olarak ne mülâhaza edilebilirse onu ıhtar eder demektir. (.......) mazmunu üzere Cehenneme giden kâfirlere mev'ud olan da zincirler ve bağlardır. Bir gerdana gerdanlık yerine yakışan da bir zincirdir, fakat bir odun hammalının sırtına aldığı odunu bağlayıp uçlarını gerdanlık yerine sarkıtacağı sağlam ipin de bir zincir olması değil, lîften bir urgan olması yakışır.

Bu tasvirde kâfirin hassasiyyetine dokunan en acıkla manzaralardan birisi de budur: sırtında Cehennem odunu olan kocasını taşırken gerek iftihar ettiği gerdanlık ve gerek örgülü kıvrak saçlarının gerdanında sarkışı yanacağı ateşin odununu kendi taşıyan bir odun hammalının boynuna düğümleyip geçirdiği tazyikı kuvvetli lîf urganının fitil fitil boynundan sarkışı halinde tasvir olunmuş, Dünyada Allah yoluna sarf olunmıyan o servet ve kesbin, o şükrü bilinmiyen şeref ve hasebin akıbetindeki hakaretle, zillet ve fecaatine bir mesel yapılmıştır.

Ve işte o ateş babası Ebû Leheb parlaklığına ve bir takım meziyyetine rağmen Allah’a ve Resulüne karşı küfr ocağı yakmak istediğinden dolayı o ateşe odun olarak böyle husran ve helâke gitmiş ve karısiyle beraber bu suretle âleme mesel olmuştur. Ta risâletin bidayetinde haber verilmiş olan bu hakikat böylece tehakkuk etmiş Resulullahın tebliğ ettiği vechile Allah’ın birliğine îman etmediği için onun şefaatinden müstefid olamamış, ne nesebinin şerefi, ne de mal ve kesbi gibi hasebinin kuvveti ile kendini husrandan kurtaramayıp ona (.......) dediğine tevbe de nasîb olmayıp böyle tebâb olmuş gitmiştir.

(.......) Şimdi biri, tenbîh ve hamd ve istiğfar ile Allah’a giden, biri de husran ve hakaretle ateşe giden iki akıbet böyle beyan ve hulâsa edildikten sonra o güzel hâtimeye irmek ve o tebâb-ü husrandan kurtulmak için yegâne çare Allah dînine sarılmak ve onun için de evvelâ tevhid ve ıhlâs ile Allah’ı, tanımak sonra da mâsivânın şerrinden onun hıfz-u ınayetine sığınmaktan ıbâret olduğu anlatılarak ma'rifetullahda karar kılınmak üzere hâtime olarak da Allah, ta'rif edilerek tevhid ve ıhlâs ile ona iltica emrolunacaktır

0 ﴿