5Ve şerrinden bir hâdisin hased ettiği zaman (.......) ve herhangi bir hadîsin -başkasında gördüğü bir ni'meti çekemeyip de ona göz diken, onun mutlaka zevâlini temennî eden hasedcinin (.......) hased ettiği vakıt şerrinden- ya'ni nefsindeki hasedinin muktezasını fi'le çıkarmağa kalkıştığı, mahsuduna karşı kavlen ve fi'len ızrar mebadîsini, şer mukaddimatını tertib ve icraya başladığı vakıt şerrinden. Çünkü hased kuvvede kaldıkça hâsidin kendinden başkasına zararı yok demektir, diğer bir ifade ile de denilmiştir ki, hased galeyan edip de mahsuduna karşı kîn ve gadab ve kasdi adavetle nefsi habîsini tevcih eylediği vakıt ki, gözdeğme ta'bir olunan halet ve âfet ve ekseriya o lahzada olur. Onun için hased ile gözdeğmek mütelâzım gibi mülâhâza olunur. O sırada hasîdin nefsi öyle bir keyfiyyeti habîse ile tekeyyüf eder ki, o hiss ile fırlattığı bednazarların şiraresi, mahsudu zaıyf buluverdiği takdirde bazan onu yıldırım gibi çarpar. Ve nice hâsidler ve kötü gözlüler vardır ki, hased gözüyle baktıkları zaman bazı yılanların gözleriyle bakışlarındaki ezâ gibi ezâlandırırlar. Bu hiss ile harekete geçen habîs nefisler ise her hileye baş vurur, ellerinden gelen her fenalığı göze alırlar. Ve onlar için mahsudun helâkinden başka bir suretle tesellî kabil olmadığından dolayı o yolda içlerini yeye yeye kendilerini de yakar helâk ederler. Ancak hasedin muktezasını icraya kalkışmayıp da yalnız kendi nefsinde sakladığı ve bu yolda nefsi ile mücahede edebildiği takdirde mahsuda bir şerri dokunmaz, ve nefsiyle mücahedesinden dolayı me'cur bile olursa da gönlünde o hased hissi devam ettikçe kendi kendini yer, zararı sırf kendine olur. (.......) diye takyid buyurulması bu farka işaret için olduğunu söylemişlerdir. Bundan başka hâsidin şerrinden murad, onun günahı ve hasedi zamanında ve eserini izhar vaktındaki halinin kötülüğü, çirkinliği olmak da câizdir. İşte bütün bu zikrolunanların şerrinden o felakın Rabbına sığınırım di, bu vechile o (.......) e sığın, çünkü hepsini yaratan ve hepsinin şerrinden koruyacak olan odur, ve ona öyle ıhlâs ile sığınanlara onun hıfz-u himayesi mev'uddur. (.......) Hased nedir? Râgıbın beyanına göre: hased, bir ni'metin müstahikkınden zevalini temennîdir, ekseriya o ni'metin izalesine sa'y ile de müterafık olur. Ve rivâyet olunmuştur ki, Mü'min gıbta eder, Munafık hased eder (.......) Kamusun ve sairenin beyanına göre de o ni'metin kendisine tahvilini isteyip istememekten e'amdır. Ya'ni hasedde asl olan ma'na bir ni'metin, bir fazîletin, bir kemalin sahibinden zevalini arzu etmek, kendisine geçmesini gerek istesin gerek istemesin başkasında bulunmasını mutlaka çekememektir. Öyle ki, onunki onda dursun da sana da verelim deseler memnun olmaz, kaşki onunki mutlaka gitse de kendisine hiç birşey verilmese bile hoşlanır. Bahusus hased olunan ni'met, hâsid tarafından gasbolunmak kabil olmıyan fezaili zatiyye ve kemalâtı nefsiyye kabîlinden olursa hâsid o zaman bütün fazîlet düşmanı kesilir ve onu kendine tahvil edemediğinden dolayı mahsudunu bigayrihakkın mutlaka imha etmekle mütesellî olmak ister, (.......) Hulâsa: hâsid kendinin onmasını değil, diğerinin onmamasını ister. Eğer başkasından zevali istememekle beraber kendisine de onun gibisini veya daha iyisini isterse o hased etmek değil, gıbta etmek, imrenmektir. Bunları Âlûsî şöyle anlatmıştır: bilinmeli ki, hased: gayrın ni'metinin zevâlini temenniye ıtlak olunur, bir de gayride bulunan fakr veya sair herhangi bir noksanın devamını, ve ademi ni'metin hali üzere ıstishabını temenniye ıtlak olunur, (ki, evvelkisine lisanımızda çekememezlik, ikincisine de onduğunu istememezlik ta'bir olunur) şâyi' olan evvelki ıtlaktır. Her iki ma'na ile de hâsid Allah ındinde ve Allah’ın kulları ındinde mebğuzdur, meşhur olduğu üzere hased, kebairden ma'duddur, lâkîn tâhkîk budur ki, garîzî, cibillî olan hased, muktazası olan ezâ ile mutlaka amel edilmeyip de onunla muttasıf olan kimse nefsiyle mücahede ederek kardeşine Allah’ın seveceği vechile muamele ederse onda günah olmaz, belki o cibillî hased sahibi nefsiyle mücahede edip kardeşine hüsni muamele ettiğinden dolayı büyük sevaba nâil olur. Çünkü tab'a muhalefette büyük meşakkat bulunduğu hafî değildir. Bunlardan başka gıbtaya da mecazen hased ıtlak edildiği vardır, hem urfi evvelde bu şâyi' idi. Gıbta ise kardeşinde bulunan ni'metin zevâlini temenni etmiyerek onun gibi senin de olmasını temennî eylemendir ki, bunda beis yoktur. Netekim şu hadîsi Nebevî bu ma'nadandır: (.......) şu ikiden başkasında hased yoktur: bir adam ki, Allah ona mal vermiş ve hakta istihlâkine teslît buyurmuştur, ve bir adam ki, Allah ona hikmet vermiştir onunla amel eder ve onu nâsa öğretir (.......) Demek ki, şer olan hasedin asıl ma'nası başkasında bir ni'met görmekten müte'ezzî olup onun zevâlini istemektir ki, bizim çekememezlik ta'bir ettiğimizdir, bir takımlarının zannetiği ve hayli şâyi' olduğu vechile kıskançlık demek değildir. Kıskançlık bazan hased demek dahi olursa da daha ziyade Arabcada gayreti ta'bir olunandır, netekim Kamus mütercimi Asım efendi de şöyle der: gayret, gayr, gar, gıyar: nam ve namusa halel verecek haletten hamiyyet eylemek ma'nasınadır ki, kıskanmak ta'bir olunur (.......) Meselâ erkeğin karısını başkasından kıskanması, kezâlik kadının kocasını başkasından kıskanması hased değil, hayret ve hamiyyettir, bu memduhtur. Fakat birisi diğerinin karısını veya kocasını veya evlâdını veya malını veya güzelliğini veya herhangi bir ni'met ve meziyyetini, şerefini çekememek, ona göz dikmek, onun ondan zevâlini ârzu etmek haseddir, mezmumdur. Buna da kıskanmak ta'bir edildiği yok değil ise de bu çekememezliği bir gayret ve hamiyyet ma'nasında mübalağa suretiyle kullanmak kabîlinden mecaz demektir. Ya'ni yerinde olmıyan bir kıskanmaktır. Her ne olursa olsun kıskanmak mutlaka hased demek değildir, ondan e'amm olabilir. Binaenaleyh hasedi sade kıskanmak diye terceme etmek doğru değildir. Hased mezmumdur, ona bir kıskanmak denir ise ilin hakkını sahibinden kıskanmak, diye ifade edilmelidir, halbuki gayret ve hamiyyet demek olan kıskanmak memduh ve makbul bir haslettir. Tefeyyüz, terakkî, tekemmül, iffet, hakkın himayesi, ni'metin muhafazası onunla hâsıl olur, meğer ki, kendi hakkının ilerisine tecavüz etmek suretiyle ifrat olsun, o vakıt gayret, hamiyyeti câhiliyye ve hased ma'nasında olmuş olur. Râgıbın hasedi ta'rifinde ni'metin müstehikkından zevâlini temennî diye müstehik kaydını koyması da mühimdir. Bundan anlaşılır ki, hasedde zulüm ma'nası da vardır, ve o halde bir ni'metin gayret ve adalet demek olur. Binaenaleyh bir gâsıbın gasbettiği ni'metin zevâlini temennî etmek hased demek olmadığı gibi onun yedi mubtılesinin izâlesiyle hakkı sahibine teslim etmeğe çalışmak da şer değil, gayret edilmesi lâzım gelen bir hayir, bir vazîfei hamiyyet demektir, lâkin bir müstehikkın nâil olmuş bulunduğu bir ni'metten kalben müte'ezzî olup da onu çekememek zevâlini temennî etmek hased ve zulümdür. Fakat bu fi'le çıkmayıp hadîsi nefs kabîlinden kuvvede kaldıkça hâside zararı olursa da başkasına dokunmaz, amma kuvveden fi'le çıkarılmak istenip de o ni'meti bilfi'il izâleye sa'yedildiği zaman fi'len zulüm ve bagy olan hased olmuş olur ki, o vakıt onun şerrinden Allah’a sığınmak lâzım gelir, o artık hiç bir hak ve insaf tanımaz, mümkin olabilen her türlü mekr-ü hiyleye baş vurur, her türlü sihirbazlığı göze alır, fırsat bulabildiği kadar ukdelere üfürdükçe üfürür. (.......) onların hepsini de şerrine âlet etmeğe çalışır. Bu da nüfusi habîsede kuvvei şehviyye ile gadabiyyenin ve bilhassa kuvvei gadabiyyenin bir tuğyanı demek olduğundan dolayı İbn-i Sîna burada da şöyle demiştir. (.......), beden ve kuvveleri ile nefsi nâtıka beyninde husule gelen niza' demektir. Hâsid, kuvvei hayvaniyye ve nebatiyyesi haysiyyetinden bedendir, mahsûd da nefsi nâtıkadır, bu suretle beden, nefs üzerine bir vebaldir. O halde ondan i'raz ettiği surette o nefsin hali ne güzeldir! Ve eğer onunla televvüs etmiş değilse ondan müfarekatiyle ne büyük lezzete irecektir! (.......) Bu da ma'nanın bir lübbü ve isti'azenin ruhunu beyan demektir ki, hasılı: (.......) Ruha dön ve onun metalibini olgunlaştır, çünkü sen cism ile değil, ruh ile insansın. Mazmununa nazarı dikkati celbdir. Bunu şöyle hulâsa edebiliriz: Ey nefsi insanî! Bütün mahlûkatın, bahusus kevn-ü fesad şânından olan maddiyyatın, cismanî kuvvelerin, bahusus aldadıcı hayvanî ve nebatî kuvvelerin o şehvet, ve gadabın şerrinden o felakın Rabbına sığın, çünkü onlar seni çekemez, bedende bırakmak, çukura gömmek, helâke götürmek isterler, onun için sen o fıtret nurunun, insanlık ruhunun kadrini bil de onu yaradan Hak Rabbına sığın. Görülüyor ki, bu Sûrede nefsi insanîye zararı melhuz olan ve dîn-ü dünyaca teharrüz ve tevekkı olunması lâzım gelen şerlerin hepsi ihsa olunarak onlardan Allah’a te'avvüz emrolunmuş ve bu suretle halâs va'd buyurulmuş demektir, bundan dolayı Resulullah bunlar nâzil olduğu zaman ferahlanmış ve bunlarla te'avvüze devam buyurmuştur. Çünkü bu, ikincisiyle beraber te'avvüz için her emri câmi'dir, evvelâ (.......), isti'aze olunacak sürur mebadîsinin hepsine icmalen şâmildir, sonra da gâsık, neffasât, hâsid üçü onların meratibini veya en mühimlerini bir tafsîldir. Gerçi o icmâlde ve hattâ neffâsat ve hâsidde müste'ız olan nefsin kendisi de dâhil olabilir. Fakat tekabül karînesiyle müste'iz, «müste'azünminh» de dâhil olmamak zâhir olduğuna nazaran bu Sûre daha ziyade insanı hâricinden veya bedeninden ızrar eden âfâkî şürurda zâhirdir. Bu suretle kelâm e'amdan başlayıp bilhassa hased ile nüfusi insaniyye şüruruna müntehî olmuştur. Bunun üzerine bunlardan isti'aze eden nefsin tekemmülü meratibi ile ona bâtnından gelecek enfüsî şerrin tafsîline ve bu suretle, (.......) in de minvechin beyan ve tefsirine işaret olmak ve ondan da bilhassa isti'aze ile va'd itmam buyurulmak üzere bervechiâti nâs Sûresi ile hıtam verilmiştir. Bir de şayanı dikkattir ki, şerlerinden isti'âze olunan (.......) deki mâ mevsufe veya mevsule olabilmek ihtimaline mebniy ma'rife veya nekire olması muhtemildir. Gâsık, hâsid, nekire ve müfred, aradaki (.......) marife ve cemi olarak getirilmiştir. Bunun nüktesinde Zemaşerî ve Râzî: zira her gâsık, her hâsid şirrir değildir. Hatta bazan hayırda gıbta ma'nasına hased hayır bile olur, fakat her neffase şerr olduğuna işarettir, demişlerse de bu, pek zâhir değildir. Zira ferdi münteşir halinde istiğrak üzere her bir gâsikın vukubu, ve her bir hâsidin hasedi zamanında şerrinden külliyyen isti'aze matlûb olduğu daha zâhirdir. Lâkin gâsık ile hasidin şerri, ekseriya karanlıkta ve mechuliyyet içinde tanınmıyarak geriden geri cereyan eder, neffaseler, sihirbazlar ise ekseriya tanındıkları, bilindikleri halde yüzlere güle güle, gönüllere üfliye üfliye şirretliklerini yaparlar. Gâsık bir eşkıya gibi ansızın basar, hâsid de bir kundakçı gibi saklı yakar, sâhirler, cadılar ise dost kılığında yankesici gibi göz göre göre çarparlar. Ve böyle olması onların hiylelerinin ince ve hafî olmasına mâni' de olmaz. İşte bunlar içinde en ziyade bile bile şerlerine düşülenler neffaseler olduğu ve urfi âmda da en ziyade şirretle ma'ruf olanlar bunlar bulunduğu için (.......) lâmı ahd veya istiğrak ile marife ve cemi olarak iyrad edilmiş olmak bizce daha doğru ve daha zâhir görünmektedir. Nâs Sûresinde (.......) ın marife olması da neffasât gibidir. Bu cihetle de o bunun tetimmesi olan bir beyanı demektir. |
﴾ 5 ﴿