50

"Önümdeki Tevrat'ı doğrulayıcı olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak için (geldim) ve Rabbiniz tarafından size bir mucize getirdim. Artık Allah'tan korkun da bana uyun".

Allah bunu anlattı, şunları da anlattı: "Allah ona kitabı ve hikmeti öğretti". Burada "kitab", kitâbet (yazı yazmak) mânâsına masdardır. Demek ki Hazret-i İsa yazı yazmasını bilir bir bilgin idi. Mucizelerde "Allah'ın izniyle" sınırlamasının tekrarı, bunların hıristiyanların iddia ettikleri gibi İsa'nın tanrılığına değil, yaratıcısının uluhiyetine delalet edeceklerini kuvvetle açıklamak içindir.

İşte ilâhî takdirde İsa böyle bir kelime idi. Hiçbir sebebe mahkum olmayan Allahü teâlâ'nın birliğine ait kudreti işbu âyetinden anlaşıldığı üzere, kelimelerin mânâya delaletleri gibi, yaratılışı ve ahlâkı, ilim ve hikmeti, kitap ve yazması, fiilleri ve sözleri ile delalet ederek anlatacak bir âyet, bir hak alâmet olacak, İsrailoğullarına bir peygamber olarak gelecek, değişmez sanılan âdetler dışında dört mucize gösterip imana davet edecek, önündeki Tevrat'ı tasdik, te'yid ve yasaklanan bazı şeyleri onlara helal edecek, gelişinin tek sebebi ve bütün mucizelerinin gayesi tek bir âyeti anlamaktan ibaret olduğunu söyliyecekti ki, bu âyet de şu idi: Allah'tan korkunuz ve bana itaat ediniz, hiç şüphe yok ki Allah hem benim Rabbim, hem sizin Rabbinizdir. Şu halde O'nu mabud tanıyınız, O'na ibadet ve kulluk ediniz. İşte sırat-ı müstakîm (doğru yol). Demek ki, bir kelime olan İsa'nın ifade edeceği meâl, bu bir âyet olacaktı.

Şimdi, "Acaba Allah tarafından meleklerin müjdesi ve Allah'ın takdiri ve vaadi yerini buldu mu? Kelime kuvve (niyet)den fiile çıktı mı? İsa, bu haller ve vasıflarla gelip bu daveti yaptı mı?" gibi sorulara lüzum yoktur. Bunun cevabı da bu açıklamanın içindedir. Bir kere ta yukarda "Muhakkak Allah sözünden dönmez." (Âl-i İmran, 3/9) olduğu malum. Sonra meleklerin yalan söylemeyecekleri açıkça belli olmakla beraber, Meryem'in buna bizzat yalvarmakla aldığı cevap da malum. O halde kelimenin hayal olmadığını anlatmak için ile mukayyed (sınırlanmış) olması, melekler ile gelmesi, gerçekleşmesine delil olduğu gibi, deki de bu bapta şüpheye yer bırakmamış, bundan başka bu gerçekleşme (Âl-i İmran, 3/52) da "fasîha fâsı" ile görülen âlemde de gösterilmiştir. Bundan dolayı İsa bu hüviyet, bu haller ve vasıflar, bu din ve davetle bir peygamber olarak geldi: "Size bir delil getirdim, Allah'tan korkun, bana itaat edin, muhakkak ki Allah benim de, sizin de Rabbinizdir, ona ibadet edin, bu doğru bir yoldur." dedi ve onun bütün hayat ve daveti, bir tek âyetin mânâsından ibaret oldu. İsa: "Bana itaat ediniz" dediği zaman, "Beni Allah tanıyınız, bana kul olunuz." demiyordu. Ancak "Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a kul olunuz, yalnız O'nu mabud tanıyınız, doğru yol budur." diyordu. Doğru yol, hak din olan İslâm'dan başka bir şeye davet etmiyor. "Eğer Allah'ı seviyorsanız bana itaat ediniz ki, Allah da sizi sevsin." (Âl-i İmran, 3/31); "Allah'a uyun ve peygambere uyun." ; (Mâide, 5/92) "Ben de kendimi Allah'a teslim ettim, bana uyanlar da." (Âl-i İmran, 3/20); "Müslüman olunuz." (Hacc, 22/34; Zümer, 39/54) diyen Muhammed Resulullah'ın davetinden başka bir şey yapmıyordu. "Allah katında din İslâmdır." gerçeğinden başka bir iddiada bulunmuyordu. "Allah kendisinden başka ilâh olmadığına şahitlik etti. Melekler ve ilim sahipleri de O'ndan başka ilâh olmadığına adaletle şahitlik etti. O, azizdir, hakimdir" (Âl-i İmran, 3/18) âyetiyle şahidliğinden başka, bir şahitlik yapmıyordu. Özetle İsa'nın kelimesinin, kelime-i tevhidden başka hiçbir mânâsı yoktu. İlâhî kitapların, kuvvetli naslarına karşı, "Biz onun ruhunu ararız, ruhuna bakarız." diye müteşabih âyetler arkasında dolaşmak isteyenlerin bilmesi gerekir ki, işte Tevrat'ın ve İncil'in de yegane ruhu bu tevhidden ibarettir.

50 ﴿