102

Sen onların aralarında bulunup da onlara namaz kıldırdığında içlerinden bir kısmı seninle beraber namaza dursun. Silahlarını da yanlarına alsınlar. Bunlar secdeye vardıklarında diğer bir kısmı arkanızda beklesin. Sonra o namaz kılmamış olan diğer kısım gelsin seninle beraber kılsınlar ve ihtiyatlı bulunsunlar, silahlarını yanlarına alsınlar. Kâfirler arzu ederler ki, silahlarınızdan ve eşyanızdan bir gâfil olsanız da size ani bir baskın yapsalar. Eğer size yağmur gibi bir eziyet erişir veya hasta olursanız silahlarınızı bırakmanızda bir vebal yoktur. Bununla beraber ihtiyatı elden bırakmayın. Şüphesiz Allah kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.

Ey Rasûlüm Muhammed! Sen bu korku halinde bulunan ve namazı kısaltmalarına izin verilen mücahidlerin içinde bulunup da onlara namaz kıldırdığın vakit içlerinden bir kısmı seninle beraber dursunlar, yani askeri önce iki kısma ayır; bir kısmı düşman karşısında beklesin, bir kısmı da seninle beraber namaza dursunlar. Ve namaza duranlar da silahlarını bırakmayıp yanlarına alsınlar. Bunlar secde edip rekatı bitirdiler mi arkanızdan düşman karşısına çekilsinler, ve kılmamış olan diğer kısım gelsin, ikinci rekatı da seninle beraber bunlar kılsınlar. Demek ki, kılınan namaz iki rekattir ve her rekata nöbetleşe bir kısım katılmıştır. Şu halde herbirinin ikinci rekatleri ne olacak? Savaşın başlaması gibi, korkunun şiddetlenmesini gerektirecek yeni bir durum ortaya çıkmadıkça ikinci rekatın da herbiri tarafından yine nöbetleşe tamamlanması gerekecektir. Durumun böyle olduğu Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in sünneti ile de açıklanmıştır. İbnü Ömer ve İbnü Mesud'dan rivayet olunduğu üzere Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) korku namazını kıldırdığı zaman âyette olduğu gibi ilk grup ile bir rekat ve diğer grup ile de bir rekat kılmış; sonra bu grup düşman karşısına gitmiş, yine önceki grup gelip ikinci rekatı kırâetsız kaza etmiş ve selam vermiş, sonra bunlar gidip yine ikinci grup gelmiş birinci rekatı kırâet ile kaza etmişler ve selam vermişler, bu şekilde her grup iki rekat kılmışlardır. Bununla beraber bu konuda başka görüş ve rivayetler de vardır.

Bu ikinci grup namaza gelirken uyanık ve dikkatli olsunlar ve silahlarını üstlerine alsınlar Öncekinde yalnız "silahlarını alsınlar" demekle yetinildiği halde burada "uyanık, temkinli ve dikkatli olmak," demek olan "hızr" in de ilave edilmiş olması, düşman karşısında yerlerini öbürlerine bırakırlarken son derece ihtiyatlı hareket etmek gereğini duyurup hissettirmek içindir. Çünkü, kâfirler öyle arzu etmektedirler ki, Siz silahlarınızdan ve eşyanızdan, savaş araç ve gereçlerinizden gâfil olsanız, boş bulunsanız da üzerinize birdenbire bir saldırıverseler. İbnü Abbas ve Cabir'den rivâyet edildiğine göre, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı ile öğle namazını kılmış, müşrikler de bunu görmüştür. Sonradan "biz ne fena yaptık, niye o sırada saldırıvermedik" dediler ve diğer bir namaz sırasında baskın yapmaya karar verdiler. Yüce Allah da bu âyetle peygamberine onların sırlarını bildirdi. Böyle iken eğer size yağmur gibi bir eziyet gelir veya hasta olursanız silahlarınızı bırakmanızda size bir vebal yoktur. Yağmur ve hastalık gibi bir nedenden dolayı silahları üstünüze almanız çok zahmet verir veya silahı bozmak ihtimali bulunursa, o zaman namaz kılarken üstünüze almayabilirsiniz ve bunu yapmak günah olmaz. Demek ki böyle bir eziyet ve zarar bulunmadıkça silahı üzerinde bulundurmak gerekli ve elden bırakmak günahtır. Bırakmak caiz olduğu zaman da her halde ihtiyatı bırakmayınız, kuşkulu durunuz. Namaz kılarken de düşmana karşı dikkatli ve temkinli bulununuz, uyanık ve ihtiyatlı olunuz. Gâfil avlanmamak için ne gerekiyorsa yapınız. Düşmanın ani saldırısıyla karşı karşıya kalmayasınız. Burada Fahreddin er-Razî şöyle der: Bu âyet düşmana karşı dikkatli olup sakınılması gerektiğini anlattığından, olacağı zan ve tahmin edilen zararların hepsinden sakınılması gerektiğini gösterir. Bu suretle ilaçla tedaviye girişmek, bir kötülük ve zararı savmak için kendi eliyle çalışıp çabalamak, vebadan kaçınmak ve yıkılmak üzere olan bir duvarın altında oturmaktan sakınmak gerekir. Bunun "Hastalık bulaşması yoktur." hadisi ile çelişkili olduğu zannedilmesin. Dinî inanç açısından, bulaşmanın, hastalık ve ölümde gerçek ve zaruri bir etken olduğuna inanmak başka, onu yüce yaratıcının dilemesiyle tesir icra eden herhangi bir adi sebep gibi görmek ve bu nedenle sakınmak yine başkadır. Nitekim düşmandan sakınmak emredilmekle beraber, bunu gerçekten düşmanın güç ve kuvvetine bağlatmamak ve bu suretle kuruntu ve heyecana düşürmemek ve kalbleri ancak Allah'a bağlatmak ve bununla beraber sebeplere önem verme emrini vurgulamak için, "Şüphesiz Allah kâfirler için horlayıcı bir azap hazırlamıştır." buyrulmuştur ki, Allah'ın kanunlarını inkâr edip ihmal etmek de bu tehdide dahildir.

Kelbî'nin Ebû Salih'ten rivayetine göre, Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Enmaroğulları ile savaşmak için gazaya çıkmıştı. Vardılar bir yere konakladılar. Hiçbir düşman görmüyorlardı. İnsanlar silahlarını bıraktılar. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de silahını bırakıp büyük abdeste gitti. Dereyi geçti, hava çiliyor, yağmur serpiştiriyordu. Yağmur sonunda dere Rasulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ashabı arasında bir engel oluşturdu. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) oturup beklemeye başladı. Gavres b. Haris el-Muharibî onu gördü. "Seni öldürmezsem Allah beni öldürsün" deyip kılıcı yanında dağdan indi. Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir de ne görsün, adam gelmiş, kılıcını çekerek baş ucuna dikilmiş: "Şimdi ey Rasûlüm Muhammed! Seni benden kim kurtaracak?" diyordu. Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) derhal, "Allah" dedi ve "Allah'ım, dilediğin yolla beni Gavres b. el-Haris'ten kurtar." diye dua etti. Gavres de Peygambere vurmak üzere kılıcıyla saldırdı, fakat iki küreğinin arasına bir sancı saplanıp yüzü koyun sürçtü ve kılıcı elinden fırladı. Hemen Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kalkıp kılıcı aldı ve: "Ey Gavres! Şimdi seni benden kim kurtarır?" buyurdu. O da, "hiç kimse" dedi. O zaman Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Şehadet ederim ki Allah'tan başka ilâh yoktur ve Muhammed O'nun kulu ve Resulüdür.' diye şehadet edersen ben de kılıcını sana veririm." buyurdu. Gavres: "Hayır, fakat hiçbir zaman seninle savaşmayacağıma ve sana karşı hiçbir düşmana yardım etmeyeceğime şehadet ederim." dedi. Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) da kılıcı verdi. Bunun üzerine Gavres:

"Vallahi, sen benden çok hayırlısın" dedi. Hazret-i Peygamber de, "Ben ona senden daha layığım" buyurdu. Bunun üzerine Gavres dönüp arkadaşlarına gitti, olayı anlattı. Bazıları imana geldiler. O sırada derenin suyu durmuştu. Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) da geçip ashabına olayı haber verdi. İşte, "uyanık olunuz" emri böyle ani bir baskına uğramaktan korunmak içindir.

Bu âyette açıklanan korku namazı Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a hitaben gelmiş olduğu ve Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın imametiyle namaza bedel bulunamayıp başka bir imam da bulunabileceği için, bir rivayette İmam Ebû Yusuf bunun sadece Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a ait olduğunu ve ondan sonra korku namazının böyle bir imam ile kılınmayıp en az iki imam ile diğer namazlar gibi kılınacağını söylemiştir ki Malikîlerden İbnü Uleyye'nin görüşü de bu imiş. Fakat âlimlerin çoğu, Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan sonra imamların o makama geçen bir peygamber vekili olmaları nedeniyle, "Onların mallarından bir sadaka al ki, bu sadaka ile onları temizleyip arıtasın." (Tevbe, 9/103) emrinde olduğu gibi, hitabın peygamberden sonra devlet reislerini de kapsadığını açıklamışlardır. Nitekim Said b. As Taberistan'da korku namazı kılmak istediği zaman, "İçinizde Resulullah ile bir korku namazında bulunan ve şahit olan kim var?" diye sormuş; Huzeyfe b. el-Yeman kalkıp tarif etmiş o da o şekilde kıldırmıştı ki, içlerinde birçok sahabi de vardı. Ayrıca yine Abdullah b. Semüre başkanlığında Babil'e gaza ettikleri zaman o da korku namazı kıldırmıştı.

102 ﴿