84Ve onlardan yüz çevirdi de: "Ey Yusuf'un ateşi, yetti artık, yetti!" dedi. Ve üzüntüden gözlerine ak düştü. Artık yutkunuyor da yutkunuyordu. Görülüyor ki, Yakup Aleyhisselam, oğullarının getirdiği habere inanmıyor ve bu yüzden ümitsizliğe düşmüyor. Fakat onlara fazla yüz vermiyor, onlarla olan ilişkisini bile Allah'a arzetmek, bütün dertleriyle içini Allah'a dökmek çabasını sürdürüyor. Ve onlardan yüz çevirdi de Yâ esefa ala Yusuf Yusuf, ah Yusuf, yetti artık!... Dedi. Esef: Esef bilindiği gibi, şiddetli hüzün demektir ki, bu anlamda dilimizde daha ziyade "gam" kelimesi kullanılır. A'raf Sûresi'nde "Mûsa öfkeli ve çok üzgün bir şekilde dönüp gelince" (âyet 150) ifadesinde bunun bir de öfke ile ilişkisi söz konusu edilmişti. kelimesinin sonundaki elif-i maksure mütekellim "ya" sından bedeldir ve kelime "ey esefim" demektir. Yahud nüdbe elifidir ki, musibetin şiddetiyle "âh" demek gibi hüzün ve hasretin ifadesinde kullanılır ve uzayıp gittiğini ifade eder. Nidanın cevabı mahzuftur. "Alâ Yusuf" ise esefin mebnasını gösteren müteallakıdır. "Esef" ile "Yusuf" arasındaki cinas ise ifadeye ayrı bir güzellik ve mûsikî kazandırmaktadır. Ki, bedi' ilminde buna "tecnis-i tasrif" adı verilir. "Yâ" esasen uzaktakini çağırmak için kullanılan bir ünlemdir. Kalbinin derinlerindeki üzüntüyü sanki söz anlar bir şahıs gibi böyle nida ile çağırmak da ayrıca pek anlamlı bir mecazdır. Yakup, bu sefer iki oğlunun birden acısına katlanmak zorunda kalıyor; Yusuf'un ötedenberi sürüp gelen hicranına bir de Bünyamin'in acısı ekleniyor. Üstelik oğullarının getirdiği haberin de uydurma olduğunu anlıyor. Bütün bunlara rağmen ümitsizliğe kapılmıyor, Allah'dan ümidini kesmiyor, ümit ve sabırla beklemeye karar veriyor. İkincisinin hayatı ve yeri hakkında bir haber getirilmiş olmakla birlikte, vaktiyle kanlı bir gömlek getirip, onu kurt yedi dedikleri Yusuf hakkında ise, ilâhî rahmet ve maneviyat delilinden başka görünürde bir delil de bulunmuyor. Böyle bir anda Yusuf yanında olsaydı da bu sabır makamında kendisine ne güzel bir dert ortağı olacaktı düşüncesi de zaman zaman gönlünü sarıyor. Şu halde bütün bu musibetleri bir tek Yusuf'un hicranında toplanmış buluyor. Ve Yusuf yerine artık onun üzüntüsünden başka kendisine dost olacak bir arkadaş göremez oluyor da sözlerine inanmadığı oğullarından yüz çevirip, sanki Yusuf'a seslenir gibi bir iştiyakla, "esef" e nida ederek, demiş oluyor ki: "Ey esefim, ey bana başka gam ve keder duyurmayacak olan şiddetli acım, ey Yusuf'un yadigarı olan esefim!... Uzak durma, gel yetiş imdadıma ki, tam sana muhtacım, tam zamanıdır, hicranım son dereceyi buldu..." Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimizden nakledilmiştir ki: Hazret-i Peygamber, Cebrail'e "Yakub'un Yusuf'a hicranı ne dereceye varmıştı?" diye sual etmiş, Cebrail de "Evladını kaybeden yetmiş ananın toplam hicranına" demiş. "O halde onun sevabı ne kadardır?" deyince, o da "Yüz şehid sevabıdır. Çünkü o, Allah'a bir an bile suizan etmedi" demiştir. Bu da gösterir ki, musibet zamanlarında üzülmek ve ağlamak caizdir. Çünkü şiddetli acı zamanlarında insan kendisini tutmaya pek az muvaffak olabileceğinden dolayı, bundan büsbütün kendini engellemesi elinde olmayabilir. Bu da mükellefiyeti gerektiren bir husus değildir. Çünkü teklif, nefsin gücü yettiği yere kadardır. Gerçekten de Resulullah efendimiz, oğlu İbrahim'e ağlamış ve "Kalb hüzün duyar, göz yaş döker, biz elbette Rabbimizin gadap edeceği şeyi söylemeyiz ve biz elbette sana üzülüyoruz ya İbrahim!..." buyurmuştur. Ancak caiz olmayanı, birtakım cahillerin yaptığı gibi, bağırıp çağırmak, feryad u figan eylemek, döğünmek ve yaka paça yırtmak, saçını başını yolmak, mukadderata dil uzatacak sözler etmek ve benzeri aşırılıklardır. Yine nakledilmiştir ki, Hazret-i Peygamber, kerimelerinden birinin çocuğu vefat ettiğinde onun için ağlamış ve üzülmüştü. Onun ağladığını görenler "Ya Resulallah! Sen ağlıyorsun, halbuki bizi ağlamaktan menetmiştin" deyince, bunun üzerine buyurmuştur ki: "Ben sizi ağlamaktan menetmedim, ancak iki çirkin (ahmak) sesten menettim: Biri sevinç zamanındaki çığlık, biri de üzüntü zamanındaki feryat". Bir haberde varid olduğuna göre, Muhammed ümmetinden başka ümmetlere "İnnâ lillah ve innâ ileyhi raciûn" verilmemişti. Nitekim Yakup bile böyle istirca' etmeksizin "Ya esefa" dedi. Ve hüzünden gözleri ağardı, hüzünden gözlerine ak düştü. Veya bir rivayette varid olduğuna göre, çok zayıf görüyordu. Ve artık o bir kazim idi. Derdini içine atıyordu. Ağlamaktan, şuna buna dert yanmaktan kendini tutuyor, gamını kederini hep içine atıyordu. İçi gamla dolmuş olduğu halde, yine de kendini tutuyor, acıdan yutkunup duruyordu. |
﴾ 84 ﴿